memleketimden insan manzaraları

    7.
  1. 5.
  2. Haydarpaşa garında
    1941 baharında
    saat on beş.
    Merdivenlerin üstünde güneş
    yorgunluk ve telâş
    Bir adam
    merdivenlerde duruyor
    bir şeyler düşünerek.
    Zayıf.
    Korkak.
    Burnu sivri ve uzun
    yanaklarının üstü çopur.
    Merdivenlerdeki adam
    -Galip Usta-
    tuhaf şeyler düşünmekle
    meşhurdur:
    "Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
    5 yaşında.
    "Mektebe gitsem" diye düşündü
    10 yaşında.
    "Babamın bıçakçı dükkânından
    Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
    11 yaşında.
    "Sarı iskarpinlerim olsa
    kızlar bana baksalar" diye düşündü
    15 yaşında.
    "Babam neden kapattı dükkânını?"
    Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
    diye düşündü
    16 yaşında.
    "Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
    20 yaşında.
    "Babam ellisinde öldü,
    ben de böyle tez mi öleceğim?"
    diye düşündü
    21 yaşındayken.
    "işsiz kalırsam" diye düşündü
    22 yaşında.
    "işsiz kalırsam" diye düşündü
    23 yaşında.
    "işsiz kalırsam" diye düşündü
    24 yaşında.
    Ve zaman zaman işsiz kalarak
    "işsiz kalırsam" diye düşündü
    50 yaşına kadar.
    51 yaşında "ihtiyarladım" dedi,
    "babamdan bir yıl fazla yaşadım."
    Şimdi 52 yaşındadır.
    işsizdir.
    Şimdi merdivenlerde durup
    kaptırmış kafasını
    düşüncelerin en tuhafına:
    "Kaç yaşında öleceğim?
    Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
    diye düşünüyor.
    Burnu sivri ve uzun.
    Yanaklarının üstü çopur.

    Denizde balık kokusuyla
    Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
    Haydarpaşa garında bahar
    Sepetler ve heybeler
    merdivenlerden inip
    merdivenlerden çıkıp
    merdivenlerde duruyorlar.

    (bkz: nazım hikmet)
    6 ...
  3. .
  4. Haydarpaşa garında
    1941 baharında
    saat on beş.
    Merdivenlerin üstünde güneş
    yorgunluk ve telâş
    Bir adam
    merdivenlerde duruyor
    bir şeyler düşünerek.
    Zayıf.
    Korkak.
    Burnu sivri ve uzun
    yanaklarının üstü çopur.
    Merdivenlerdeki adam
    -Galip Usta-
    tuhaf şeyler düşünmekle
    meşhurdur:
    "Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
    5 yaşında.
    "Mektebe gitsem" diye düşündü
    10 yaşında.
    "Babamın bıçakçı dükkânından
    Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
    11 yaşında.
    "Sarı iskarpinlerim olsa
    kızlar bana baksalar" diye düşündü
    15 yaşında.
    "Babam neden kapattı dükkânını?"
    Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
    diye düşündü
    16 yaşında.
    "Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
    20 yaşında.
    "Babam ellisinde öldü,
    ben de böyle tez mi öleceğim?"
    diye düşündü
    21 yaşındayken.
    "işsiz kalırsam" diye düşündü
    22 yaşında.
    "işsiz kalırsam" diye düşündü
    23 yaşında.
    "işsiz kalırsam" diye düşündü
    24 yaşında.
    Ve zaman zaman işsiz kalarak
    "işsiz kalırsam" diye düşündü
    50 yaşına kadar.
    51 yaşında "ihtiyarladım" dedi,
    "babamdan bir yıl fazla yaşadım."
    Şimdi 52 yaşındadır.
    işsizdir.
    Şimdi merdivenlerde durup
    kaptırmış kafasını
    düşüncelerin en tuhafına:
    "Kaç yaşında öleceğim?
    Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
    diye düşünüyor.
    Burnu sivri ve uzun.
    Yanaklarının üstü çopur.

    Denizde balık kokusuyla
    Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
    Haydarpaşa garında bahar
    Sepetler ve heybeler
    merdivenlerden inip
    merdivenlerden çıkıp
    merdivenlerde duruyorlar.
    ...
    3 ...
  5. 34.
  6. Kitabı çok güzel olan her şeyin tiyatro oyunu da güzel olmayabiliyormuş. Tiyatro oyununun beklentimi karşılamadığını söyleyebilirim.
    Oyundan çıktıktan sonra kafamda sürekli tekrarlanan şu cümleler dönüyordu yalnızca.
    --spoiler--
    Sepetler ve heybeler
    merdivenlerden inip
    merdivenleri çıkıp
    merdivenlerde duruyorlar
    --spoiler--
    3 ...
  7. 10.
  8. mutlaka izlemeniz gereken bir link yazacağım aşağıya. sokakta yürüyen insanın nekadar cahil olduğunu gösteren..
    izlerken güleceğiniz, ama sonra bu kadar da olmaz ki diyerek düşüncelere dalacağınız..

    "milletvekillerimiz yetmiyormuş, yurtdışından ithal milletvekili getirilecekmiş ne düşünüyorsunuz" sorusuna "ayy ne güzel olur vallahi harika fikir" diyen bir gençlik mi istersiniz; "mısır piramitleri türkiye'den kaçırılmış, bu konuda ne düşünüyorsunuz sizce nasıl götürmüş olabilirler" sorusuna "tabi böyle tarihi eserleri yurtdışına götürüp satıyorlar, halbuki bizim kültürümüz, ve bence deniz yoluyla götürmüşlerdir" diye cevaplayan bir """tarih""" öğretmeni mi; "bugünden itibaren ülkemizde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilecekmiş, sizce iyi bir uygulama mı" sorusuna "bence de artık olmalı zaten, iyi olmuş, kadınlar olarak artık haklarımızı istiyoruz" diyen ve bu hakkı avrupa'da herkesten önce zaten elde ettiğinden bihaber kadınlar mı, "nifak tohumu (!) taban fiyatlarını bu sene tarım bakanlığı dolar üzerinden ayarlamış, bu konuda ne diyeceksiniz" sorusuna "ben çiftçiyim, bi ara mark üzerinden olacağını duymuştuk ama dolar üzerinden olması iyi olmuş bence" diyen çiftçiler mi istersiniz..
    peki çevrecilik adına dinozorların koruma altına alınmasını yeterli bir önlem olarak mı gördüler ne dersiniz?

    http://www.tiyatrom.com/videolar.htm

    röportaj 1996 senesinde yapılmış, ancak bir adım ilerleyebildiğimizi sanmıyorum.

    --spoiler--

    "80'Li YILLAR VE SONRASI Okumayan, düşünmeyen, temel hak ve hürriyetlere duyarsız, siyasal ve toplumsal bilinçten yoksun, bir kitle yaratıldı. Örnek alınan önder olan yazarların , çizerlerin, sanatçıların yerini radyo DJ'leri, içi boş TV programları ve sahte ilahlar doldurdu. Tıpkı ilkel dönemlerdeki gibi önce sahte ilahlar yaratılıp sonra yaratılan bu sahte ilahlara tapılır oldu. Toplumsal Sanat adeta tarihe terkedilip sanat marjinal yada elit bir çevrenin uğraşısıymış gibi sunuldu. Bugün gelinen noktada Türkiye halkı nerede? Siyasal bilinçten, kültürden, sanattan, toplumsallıktan ve genel kültürden yoksun yığınlara dönüştürüldük. izleyeceğiniz röportajlar 1996 yılında tarafımdan bir TV kanalı için hazırlanmıştır. Bu röportajlarda sokaktaki insanımıza bazı sorular yönelttik ve yanıtlarını aldık."
    --spoiler--

    not: önce acaba şaka programı mı, yapılanlar tiyatro olabilir mi diye düşündüm. ama sanırım değil.
    3 ...
  9. 16777214.
  10. birinci kitap

    - birinci bölümden -

    ... baktı bulgaryalı muhacirlere.
    yine aynı öfkesiz kederiyle konuşuyordu
    kırmızı sakallılardan biri:
    "- gider ibrahim peygambere der ki herif
    kargalar gördüm
    gübreden kalkıp
    dallara konup
    ezanlar okuyorlar.
    bir adam gördüm
    oturmuş derenin başına;
    yol vermiyor aksın
    içiyor tekmil suyunu
    geyikler gördüm;
    kaçıp gitmezler,
    koşarlar peşinden avcının
    vur,diye ille bizi...
    ibrahim peygamber der ki herife :
    o kargalar gördün ki
    imamlar,hocalardır.
    gübredir mekanları,
    okurlar ezanları...
    düvellerdir dereyi içen adam;
    halkın kanını içer,
    doymazlar,içer içer,
    bırakmazlar ki aksın
    dere bildiği gibi.
    gördüğün geyikler günahlarımızdır;
    koşarlar avcılara.
    avcılar: para."

    ali masanın üzerinde yatıyor yüzükoyun
    sırtı yarılmış gömleğinin
    kumral başı bileklerinde.

    recep bağırdı:
    " - burası sabahçı kahvesi mi,otel odası mı be?
    delikanlı uyan."

    ali kımıldamadı.
    " - sana diyoruz."
    ali kımıldamadı.
    ali cevap vermedi recep'e.

    tuttu delikanlıyı recep
    çevirdi arka üstü.
    ali'nin başı düştü.
    ali çoktan ölmüştü..
    3 ...
  11. 20.
  12. nazım hikmet'in bu eserinde ankara'da var... ve ankara 9-10 dize ile herhalde ancak bu kadar doğru, bu kadar güzel anlatılabilinirdi. Buyurun:

    "...
    ıssızdı caddeler:
    belki erken
    belki geç
    belki ölü bir saat,
    belki duvarların arasına çekilmiş hayat.
    yığın yığın
    kat kat
    mermer
    beton
    ve asfalt.
    ve heykel
    ve heykel
    ve heykel,
    insan yok fakat.
    ve sonra bozkır:
    en beklenilmedik yerde
    ve her şeye rağmen
    şehrin içine kadar giren,
    ve sonra derhal toprağın sonsuzluğu..."
    3 ...
  13. 6.
  14. haca sıcak.
    havada pırıltılar yükseliyor döne döne.
    bir ağaç.
    bir elma ağacı.
    ağacı döndü ivan.
    ağaç dile geldi: "-ivan beni bırakıp nereye ivan?" dedi.
    bir ölü.
    bir kız çocuğu ölüsü.
    al entarisi ak benekli.
    çıplak bacakları çöp gibi ince, dal gibi uzun.
    ivan eğildi.
    okşadı saçlarını ölü çocuğun.
    saçlar dile geldi: "-ivan beni bırakıp nereye ivan?" dedi.
    ve ivan kendi kendine soruyor:
    "-nereye, nereye, nereye?"
    nerede duracağız? nerede, nasıl, ne zaman?
    kin duymayı öğrendi ivan vahşi fakat cana yakın şarkı öğrenir gibi..
    2 ...
  15. 3.
  16. nazım hikmet in bursa cezaevinde 1941'de yazmaya başladığı en baba eserlerinden biridir.
    2 ...
  17. 13.
  18. KIRŞEHiR Belediyesi, sanatçı Neşet Ertaş'ın, saz çalan heykelini yaptırıp, kentin meydanına dikmiş. Hayatında Atatürk'ten başka kimsenin heykelini görmemiş olan bir köylü, Kırşehir'in meydanındaki heykele bakmış,

    - Ey büyük Atam. Memleketi gavurlardan kurtardın. Cumhuriyeti kurdun, hepimize babalık ettin. Emme saz çaldığını da hiç bilmiyordum. Bir yaşıma daha girdim, demiş.

    Yeni Şafak'ta Mehmet Şeker, Neşet Ertaş'tan naklen bu anekdotu anlatırken, o heykelin Ertaş'ın babası Muharrem Ertaş'a ait olduğunu da hatırlatmıştı.

    Sonra 2003'te, baba-oğul Ertaşlar'ın heykeli yapılıp, dikilmiş o meydana. 6-7 Eylül 1955'te, istanbul'da Rumlar'a ait dükkanlar yağmalanırken, vitrinine Atatürk büstü koyan esnaf, yağmadan kurtuluyordu. O gece rahmetli sanatçı Necmi Rıza Ahıskan'ın Beyoğlu'ndaki kumaş mağazasının vitrinine telaşla, Atatürk yerine Beethoven büstü koymuş ağabeyi. Ve yağmacılar, mağazaya saldırmamışlar. Necmi Rıza, "Herkesi Atatürk, beni de Beethoven kurtardı" derdi.
    *
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük