orhan pamuk'un kendisini pek sevdiğimi söyleyemesem de bu öyle bir kitaptır ki insanda ne bir tabu bırakıyor ne de önyargı. bir daha gelsem dünyaya yine defalarca okurum diyebileceğim tek kitaptır kendileri. yaklaşık 4 yıldır her yaz elimden düşürmedim hala aynı heyecanla soluksuz gözyaşlarımla okuduğum bu kitabın benim hayatımda bambaşka bir yeri vardır. öyle bir aşk anlatılır ki en romantiğinden en duygusuzuna herkes kendince bir şeyler bulur bu kitapta. herkese, her şeye küfür edersin kitapta neden böyle oldu dercesine depresyona bile girersin kendini fazla kaptırırsan. vesselam, ölmeden önce kesinlikle okunulması gereken bir kitaptır, iyi ki vardır.
Bu kitabi cok seviyorum ikinci kez okumaya basladim ve ilkinde yasadigim heyecanin aynisini yasiyorum. Cok az olur bende, bir kitabi bir defadan Fazla okuyamam genelde.
Kemal'in fusun'a olan aski ya da takintisi denebilir, o kadar güzel anlatilmis ki hissediliyor okuyucu tarafindan.
O müzeye gitmeyi cok istiyorum nasil olacak bilmiyorum ama bir sekilde gitmeliyim.
Edit: müzeye gittim gördüm. Kemal'in yazlikta kaldigi bir bölüm vardi yagmur yagiyordu ve firtina vardi yanlis hatirlamiyorsam. O ani simule etmisler cok begendim. Yagmurun sesi, gök gürüldemesi, cakan simseklerin isigi, gelen rüzgarla acilip kapanan panjur. Sirf onu görmek icin bile gidilir.
bu kitap hakkında yazılan birkaç entryi okudum da, bazı yazar arkadaşlarımız "bir türlü sonuna kadar okunamayan kitap" yazmışlar. şaşırdım. bu kitabı bile sonuna kadar okuyamıyorsak cidden sıkıntı var demektir.
tek kelimeyle "mükemmel" bir kitap. insanı aşka inandırdığı gibi, bir de çok fena ağlatıyor.
kitapta, sübyancılığa soyunan bir adamın kendine 18 yaşında bir kız bulabilmesiyle içinin rahatlamasını okuyoruz.
o değilde diğer türk edebiyatçılarının aksine ilk defa öss'den bahsedilmiş, evrensel bir kitapta.
bu bir türkiye gerçeğidir ve op'nin bunu işlemesi hoşuma gitti.
edit: daha önce hiçbir romanda öss'den bahsedildiğini hatırlamıyorum
basit denilebilecek bir konuyu uzun uzun anlatan üstelik bunu yaparken okuyucuyu hiç sıkmayan bir şekilde anlatma becerisine sahip usta yazarın eseridir.
--spoiler--
gerçek aşk acısı, varlığımızın en temel noktasına yerleşir, bizi en zayıf noktamızdan sımsıkı yakalar ve diğer bütün acılara derinden bağlanarak bütün gövdemize ve hayatımıza hiç durdurulamayacak bir şekilde yayılır. eğer umutsuzca aşıksak, baba kaybından en sıradan talihsizliğe, mesela anahtarımızı kaybetmeye kadar her şey, diğer bütün acılar, dertler ve huzursuzluklar, her an yeniden kabarmaya hazır olan bu asıl ıstırabımızın tetikleyicisi olur. benim gibi aşk yüzünden hayatı altüst olmuş biri, diğer bütün dertlerinin çözümünün de aşk acısının sona ermesiyle mümkün olacağını sandığı için, içindeki yarayı istemeden daha da derinleştirir.
--spoiler--
bazı eleştirilecek yönleri olsa da güzel bir romandır. özellikle mekan ve eşya betimleri çok kalitelidir. kemal her yerde rastlayabileceğiniz biri değildir. özellikle füsun'dan ayrıldıktan sonra bambaşka bir kimliğe bürünür ve eşya saplantısı oluşmaya başlar. zamanla yüzlerce eşyası olur. füsun'nun ölmesi ise tam bir talihsizliktir. kemal yıllardır beklediği amacına ulaşamaz. ama yine de 'herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.' der.
Zindanlar masum insanla dolu ama ekranlar Masumiyet Müzesinin raflarındaki nostaljik objelere endeksli!
Pamuk, 1950lerin, 1960, 1970 lerin masumiyet objelerini toplarken verdiği emek ve çektiği zahmeti anlata anlata bitiremiyor.
Sanırsınız ki, 1950 de ABDnin Kore Savaşı için Natoya kurban olarak yollanan masum Anadolu çocuklarının mektupları;
6-7 Eylül zulüm ve yağmasının hedefi olmuş masum insanlara ilişkin malzemeler; sanırsınız ki, 1970 lerin 12 Mart zindanlarında çekilmiş acılara ilişkin belgeler;
Şişlide, Beşiktaşta, Ortaköyde, Erenköyde katledilen gençlerin, Ulaşın, Vedatın, Cevahirin anıları.
Sanırsınız ki bunları toplamış!
Masumiyet Müzesine o yıllardan binbir emek ve zahmetle topladıkları: diş fırçası, macun tüpü, kap kacak, çanak çömlek, saat, düdük, tencere, tepsi, sigara paketi, çamaşır, vapur resmi.
ne kadarda anlamlı şeyler bunlar döyle.
Bu benim fantazimdir! desin saygı duyalım.
Ben sanatçıyım, politik bir misyonum yok, çocukluk ve gençliğimi geçirdiğim istanbul ve o yıllarda orda yaşanan hayatın masumiyet simgeleri benim için bu! desin arkasında duralım. Ama bu adam, politikacıdan politikacı!
en ala dinci, faşist, emperyalizmin savaş taşeronu, halk, aydın ve sanatçı düşmanı bir iktidarın Türkiyeye sağladığı zenginlik ve başarıları anlatıyor.
Cahillik değil, sinsilik; saflık değil, içten pazarlıkçılık; dürüstlük değil kalleşlik, yani düpedüz hainlik!
Batılı için muhalif aydın simgesi o! Sanırsınız ki muhalifliği ülkede yaşanan zulme muhaliflik! Halbuki tam tersi, zulüm örtüsü! Geçen yıllarda Batı basınında, AB yolunda daha çalışmamız gereken derslerimiz, yapmamız gereken ödevlerimiz var! diye ötüyordu. Şimdi, bu muhalif aydın a göre, Batı tarafından kalbi çok kırılmışda olsa, Mevcut iktidarla Türkiye çok daha zengin ve başarılı oldu! Ruh yapısının % 10u pamuk, % 90nı viskoz, yani yamuk ve fos olunca muhalif aydınlık da bu kadardır!
Ne olursa olsun, sanatçılığı düzeyliymiş, Ne olursa olsun, bir yazarımızın Nobel alması ülke için sevinilesi mutlu bir durum muş! Yemezler! Kim yerse yesin de, sanat ve ülke mutluluğunu hayat kabında tartan kimse bu mavalı yemez!
hayatının en mutlu anını koca bir kitabın 3-5 sayfasına sığdırıp aşkın saplantılı ızdıraplı halini anlatan kitap. o değil de fisun ne düşünürdü, kimi severdi merak etmişimdir.
bazı arkadaşların okurken sıkıldığı,bayıldığı (kötü anlamda) kitaptır. bu sebeple de yazarı eleştirmişler. bana kalırsa bu, yazarın ne kadar başarılı bir iş çıkardığını ortaya koyuyor. her ne kadar kişilik olarak kendilerini sevmesem de.
--spoiler--
aşk o kadar yoğun o kadar depresiftir ki okurken resmen bunalıma giriyorsunuz. ben şahsen geceleyin uyuyamadığımı biliyorum. adamı mahveder. ayrıca kitabın önemli yerlerinden birinin babaeskimde geçmesi ayrıca hoşuma gitmiştir.
--spoiler--
Klasik romanı eleştiren Oğuz Atay'ın mükemmel akıl oyunlarıyla kitabının bir bölümünü klasik tarzda yazıp "bakın istersem bu kadar basit ve sıradan da yazabilirim ey beni anlamayan ve bu yüzden eleştiren okur..." mesajını verdiği gibi Orhan Pamuk'un da istersem bu kadar yüzeysel yazabilirim diyerek yazdığını umduğum eserdir. Nerede kaldı postmodernizm...
abartılı cinsel tasvirleriyle insanı kitap okumaktan soğutan çok sıradan bir olay örgüsüne sahip sadece o güzel arabalı pembe kapağına bakılması gereken roman.
gereksiz gördüğüm bir çok sayfayı atlayarak okuduğum sonrasında kitabın başındaki 'hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum' sözünü takıntı haline getirip beni düşüncelere gark eden kitaptır.