derine indikçe kolları onu istemsiz bir şekilde su yüzeyine çıkardı. patlayacak hale gelen ciğerlerini boş yere, hava almamaya zorladı. kendinden iğrendi,yaşama hırsı bu diye düşündü.o da yeni bir yol denemek zorunda kalıyordu. ciğerlerini adam akıllı doldurdu. bu nefesle iyice derine inebilirdi.baş aşağı dönüp bütün gücü bütün hırsıyla suyu çekerek daha derine indi. kolları bacakları kımıldamayacak hale gelene kadar derine, daha derine indi. aldatmıştı ellerini ve ayaklarını artık çok derindeydi.
bulanan bilincinde bu acı ölüm değil düşüncesi dalgalandı. ölüm acıtmazdı. hayattı bu acıyan;bu boğulma duygusu hayatın verdiği acıydı;hayatın ona indirebileceği son darbeydi bu...
iki gece önce 4.30 sıralarında bitirdiğim kitabın kapağını kapattığım andan itibaren hayata farklı bir gözle bakıyorum martin edenın karamsarlığı çöktü sanki. 6.00 ya kadar uyku tutmadı sadece düşündüm. evet hayat martinin başına gelenler kadar iğrençti evet aslında aşk diye birşey yoktu.
beni asıl düşündüren ruthun kim olduğu? hepimiz hayatta hep ruth arayışında değil miyiz? yoksa ruth yaşamak için sadece bir bahane mi? gözlerinizi kapattığınızda hayatınızda düşünülmeye değer biri yoksa siz yaşayan bir ölüsünüzdür.
işte martin bunu anlamış bir insandır.
jack london'ın ne kadar büyük bir yazar olduğunun somut kanıtıdır. roman okumayı sevmeyen kişilerin bile "tutkunu" olabileceği bir yazardır (ben, şahsen, kendim). sözlükte görünce yıllar yıllar öncesine götürmüştür de insanı. demek ki romanlar şarkı gibiymiş aslında. aklınıza geldiğinde; onu okuduğunuz zamana geri dönüyorsunuz...
martin eden, ayak takımından denilebilecek bir denizcinin yükselişidir. yükseldiği yerde, gözünde büyüttüğü burjuva sınıfının artık gittikçe küçülen birer böcek olarak görünmesidir... Ruth'a olan aşkı, onu daha çok okumaya, öğrenmeye itmişti. Kendinden o kadar çok
fedakarlık yapmıştı ki yazar olmak için...
Martin Eden, karşılaştığı götüntü karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. Toplumdan giderek uzaklaşan, bildikleriyle yalnızlığına gömülen insan olmuştu. insanlığın içler acısı halini görmüştü. Efendilerinin kölesi olmuş insanlar, eskinden onu görünce başını eğip, yollarını değiştiren insanlar; şimdi yakasından düşmüyor, akşam yemeklerine davet ediyorlardı. Ama o hep aynıydı; fikirleri, düşünceleri. Ne değişmişti..? O da, artık, burjuvaların yarattığı yeni moda olmuştu, istemeye istemeye... Bu görüntüler, onun midesini bulandırıyordu ve biricik sevgilisi Ruth'un da terk edişi onu yaşamdan iyice soyutlamıştı. Mutlak huzuru ölümde, Swinburne'ün sözlerinde bulmuştu, "ölüler, asla dirilmez"...
martin eden karakteri üzerinden jack london'un kendi hayatını anlattığı roman.
edebi bir eser olması sebebiyle mutlaka farklı anlamlar çıkaranlar olmuştur. fakat, ben bu romanın, hayatın amacının 'aşk' olduğunu göstermek için yazıldığını düşünüyorum. aşksız bir hayat, ölümden bile değersiz görülmüştür.
romandaki martin eden karakteri ise aşksız, heyecansız, hiçbir şeyden zevk alamaz halde yaşamak yerine intihar etmeyi seçmiştir.
okurken sürekli kendimle karşılaştırdığım bir karakterdi. kitabın sonuna yaklaşırken, acaba nasıl bu 'hayattan bıkmış' halinden kurtulacak diye merakla okudum. ve kurtulamadı. demek ki bu durumun ölümden başka çaresi yok. çok kişiyi intihara sürükler bu kitap. *
" -Tanıştırayım bu bay Eden" dedi
Heyecanla ürperdi Martin şüphesiz onu bu derece heyecanlandıran bay Eden sözüydü. Birisi tarafından saygı görmek onun için pek rastlanılmayan bir durumdu.
Bu cümle bir anlamda tüm kitabı anlatan bir cümledir. Hayatı boyunca yalnız kalan , kimsenin tanımadığı , hâyâlperest gemi güvertecisi Martin Eden'in yazar olma hikâyesini konu edinen Jack London'un eseri. Kimi yazarlara göre Jack London romandaki Martin Eden'dir. London'un hayatı göz önüne alındığında bazı benzerlikler göze çarpar.
hayata yönelen aşırı sevgiden,
ümit ve korkudan kurtulan bizler,
kısa teşekkürlerle şükranlarimızı sunarız
tanrı diye ne varsa,
ki, hiçbir hayat ebediyyen yaşamaz,
ki, ölüler dirilemez;
ki, en yorgun nehirler bile
bir yerde denizle birlesirler.
martin eden- jack london
son sayfasından geçen bu dizeler ve yaşanan son olayları okuru kendinden alır, başka diyara denizin ortasına götürür.
insana şu soruyu yöneltir. amacına ulaştıktan sonra ne olacak ?
Adını duyduğumda bile tebessümüme neden olan kitaptır. sevgili yurtdışına gittiğinde önsözün olduğu sayfaya ufak bir not iliştirmişti şöyle ki,
Öyle yıkma kendini
öyle mahsun, öyle garip
Nerede olursan ol
içeride, dışarıda, derste, sırada
yürü üstüne üstüne
tükür yüzüne celladın
fırsatçının, fesatçının, hayinin
dayan kitap ile dayan is ile
tırnak ile dis ile umut ile sevda ile düs ile
Dayan
rüsva etme beni
Tikivikivaz'a
ama fesleğen masumluğuyla beni seven bilemedi ki ben önsözleri hep atlarım...
Kitaplığımın en üst kısmında yer alan ve okurken içinde kaybolduğum şahane bir başyapıt romanın başlarında şöyle bir kısım var "-Tanıştırayım bu Bay Eden dedi - Kendi kendine düşündü Martin kuşkusuz onu bu derece heyecanlandıran bay sözüydü birisi tarafından saygı görmek onun için pek alışık olmadığı bir durumdu."
-2 yıl önce sorsanız okuduğunuz en iyi 5 kitap hangisi diye. Kesinlikle "martin eden" olurdu. yanına da parantez açar "bana zirveyi ile dibi nasıl benzer olduğunu, ikisinin de bizim kattığımız anlamla güzelleştiğini ve hayatın aslında birer kovalamaca olduğunu öğretti" derdim.
martin edeni bayağı şekilde över , olumsuz şekilde eleştirenleri de kayda değer görmezdim. Ta ki bireycilik mi toplumculuk mu arafında durana kadar. Eleştirmeye bazen de yerin dibine soktuğumu gördüm. Ve listeme almamaya karar verdim. Arkadaş ne listeymiş ya sanki devlet meselesi.
Bunu şimdi yazarken düşündüm: beni böyle çelişkelere süren hatta sorgulama ve araştırmaya iten görmediğim ayan beyan şeyleri görmemi sağlayan bu kitap. Evet listeme alıyorum
Velhasıl kelam yazarın bir yazıda nasıl kararını değiştirdiğini de gördük " yazarken düşünmek bu oluyor sanırım "... Öyle birşey yok biliyorum. Alın okuyun okuttun.
beni bu hallere sokan jack london eseri hayatımda ciddi değişikliğe sebep olmuştur. martin eden jack london'un kendi hayatını yazdığı eserdir. ve şöyle der son için ben sosyaist olduğum için intihar etmedim ama martin etti. bu arada ben türk mülliyetçisiyim. okuyunuz efendim.
hayatta olan ve ünlü olan yazarların büyük çoğunluğunun orospu kıvamında olduğunu bu kitaptan da anlayabilirsiniz . gerçekten yazar olanlar öldükten en az 100 yıl sonra bile saygıyla ve hayranlıkla anılırlar .
hani bazı kitaplar vardır bitti mi kapagını kapatıp şöyle bir düşünürsünüz işte öyle bir kitaptır.
kısaca Okuyun,Okutturun. insana okuma hevesi veriyor.
Albert camusun yabancısından çok etkilenmiş ve yabancıyı okuduktan sonra asla eskisi gibi olmamış birisi olarak söylüyorum: bu kitap yabancıyı okumuş bir bünyeyi sarsmıyor ama üzerine çok şey katıyor yani aslında belkide yabancıyı destekleyen bir numaralı kitap...
"Ne zaman dünyanın derin anlamını sezecek gibi olsam onun basitliği beni şaşırtır"
Albert camus
Aslında martin edenin ana düşüncesini yukarıdaki sözüyle özetliyor camus
Her iki başyapıtıda okumuş bir bünye tatlı bir boşvermişlik halinde yaşıyor, "lanet olsun seni tanıdığım güne camus" dediğim günler artık geride kaldı en güzeli bu kayıtsızlık hali bu duruma gelmemde martin edenin rolü yadsınamaz.
Başyapıt. Okumayan insan çok şey kaçırmış demektir.
bu kitabın bireycilige bir saldırı olduğu fikrinede kesinlikle katılmıyorum; jack London hayatı boyunca bireycilik-sosyalizm ikilemi yaşamıştır. her ne kadar eserleri ( martin edenden önceki) sosyalizm içerikli olsada kendi yaşamında bu ikilem hep olmuştur, zira büyük umutlarla kurduğu çiftliğin zarar etmesi, "kendisi" için Amerika'nın en görkemli evini inşaa ettirmeye kalkıp evin yanması jack London'un sosyalistligininde kendisininde sonunu hazırlamıştır.
martin eden jack London'un içindeki bireyciyi haykırmasıdır esasen, dogru ama acı fikir olarak, üstüne basa basa.
zira martin "hayatı tüm yönleriyle anlamış bir adam için evin maddi degeri önemsizdi" derken jack London kendi görkemli evinin yanmasıyla sosyalistligini neredeyse tamamen kaybeden bir adamdır.
Bir başka deyişle boşluğa tırmanışın muhteşem hikayesidir martin eden tam anlamıyla bir boşluğa tırmanış... cehaletin mutluluğuna özenen bir bilgelik...
burjuvazinin iç yüzünü daha önce kendisi için aydınlığı ve üstünlüğü simgeleyen insanların içinin koflugunu anlatması ise benim için pek manidardır, sanki o burjuvaziyi anlatıyorken Türk solunu anlatmiştir sağcı olmayan ama solcuda olamayan birisi olarak bana... o görkemli yaşam tarzının o Aydın görüntünün altında yatan cehalet Türkiye'deki sol burjuvazinin portresinden başka bir şey değildir sanki, memleketin gelişmemesinden yana pek bi dertli olupta marmarayın bozulmasına göbek atarak sevinen iki yüzlü Türk burjuvazisidir sanki ruth ve sınıfı.