"...'şimdi aramızda neyin noksan olduğunu biliyorum', dedi. Bu eksik sana değil, bana ait. Bende inanmak noksanmış... Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. Seni seviyorum... Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum. Seni istiyorum... içimde müthiş bir arzu var... Bir iyi olsam!.. Ne zaman iyi olacağım acaba?.."
Demek beni anlamaya çalışacaksın? Fena fikir değil...Fakat bana öyle geliyor ki, boşuna emek! Yalnız bazen iyi bir arkadaş olabileceğimi zannediyorum...Zaman gösterecek...Ufak tefek kavgalar edersem ehemmiyeti yok. Aldırmazsınız.
Şuna dikkat edin ki, benden herhangi bir şey istediğiniz gün her şey bitmiş demektir. Hiçbir şey anlıyor musunuz, hiçbir şey istemeyeceksiniz...Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için...Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil...Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki...Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek...Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz...Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle, bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok...Fakat bilmem...Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm...
Bana sakın darılmayın Boş ümitlere kapılmamanız için sizinle apaçık konuşmak daha iyi olacak Ama bana darılmayın Dün yanınıza geldim.Beni evime götürmenizi istedim Bugün beraber gezmeyi teklif ettim Akşam yemeğini beraber yiyelim dedim Adeta size musallat oldum Fakat sizi sevmiyorum. Deminden beri hep bunu düşündüm Hayır,sizi de sevmiyorum Ne yapayım? Sizi belki hoş,hatta cazip buluyorum,belki de şimdiye kadar tanıştığım erkeklerin hepsinden ayrı taraflarınız olduğunu görüyorum,ama bu kadar Sizinle konuşmak, birçok şeylerden bahsetmek,münakaşa,kava etmek Darılmak,tekrar barışmak, bunlar beni muhakkak ki memnun edecek
Fakat sevmek? Bunu yapamıyorum Şimdi ne diyip durup dururken bunları söylediğimi merak edersiniz Dediğim gibi,başka şeyler bekleyerek ilerde bana darılmayanız diye Size ne verebileceğimi şimdiden bildireyim ki,sonra sizinle oynadığımı iddia etmeyiniz: Ne kadar başka olursanız olun,gene erkeksiniz Ve bütün tanıştığım erkekler bunu,yani kendilerini sevmediğimi, sevemediğimi anlayınca,büyük bir teessür,hatta hiddetle beni terk ettiler Güle Güle Ama niçin beni kabahatli zannettiler? Kendilerine asla vaat etmediğim, sadece kafalarında yaşattıkları bir şeyi vermedim diye mi? Bu haksızlık değil mi? Sizin de hakkımda aynı şekilde düşünmenizi istemem Bunu da lehinizde bir nokta olarak kaydedebilirsiniz
Bakın, gördünüz mü? Siz de bütün diğer erkekler gibi, her şeyi kabul eder görünerek her şeyi kabul ettirmek yolunu tutuyorsunuz. Yok dostum! Böyle yatıştırıcı laflarla meseleler halledilmiş olmaz. Düşününüz ki, bu mevzu üzerinde kendime karşı olsun, başkalarına karşı olsun, daima açık ve riyasız hükümler vermeye çalıştığım halde bir neticeye varamadım. insan, bilhassa kadın ve erkek münasabetleri o kadar karmaşık ve arzularımız, hislerimiz o kadar anlaşılmaz ve bulanık ki, hiç kimse ne yaptığını bilmiyor ve akıntıya kapılıp gidiyor. Ben bunu istemiyorum. Beni yüzde yüz doyurmayan, bana tam manasıyla lüzumlu görünmeyen şeyleri yapmak, beni kendi gözlerimde küçültüyor...Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul edemedim. Niçin böyleyim, niçin diğer kadınların farkına bile varmadıkları bir nokta bana bu kadar ehemmiyetli görünüyor? Bunun üzerinde çok düşündüm. acaba bende anormal bir taraf mı var? dedim. Hayır, bilakis belki diğer kadınlardan daha normal olduğum için böyle düşünüyorum.
Hiçbir şeyi, kendimi erkeklere beğendirmek için öğrenmedim. Hiçbir zaman erkeklerin önünde kızarmadım ve onlardan bir iltifat beklemedim. Bu hal beni müthiş bir yalnızlığa mahkum etti. Kız arkadaşlarım benimle ahbaplık etmeyi ve fikirlerimi kabul etmeyi zevklerine ve rahatlarına aykırı buldular. Hoş tutulan bir oyuncak olmak, onlara insan olmaktan daha kolay ve cazip geliyordu. Erkeklerle de arkadaş olamadım. Aradıkları yumuşak lokmayı bende bulamayınca müsavi kuvvetlerle karşı karşıya gelmektense kaçmayı tercih ettiler. O zaman erkek azminin ve kuvvetinin ne olduğunu gayet iyi anladım; dünyada hiçbir mahluk bu kadar kolay muvaffakiyetler peşinde koşmaz ve hiçbir mahluk bir erkek kadar hodbin, kendini beğenmiş ve kibirli, fakat aynı zamanda korkak ve rahatına düşkün değildir. Bir kere bunları farkettikten sonra erkekleri sahiden sevebilmem imkansızdı. En hoşuma giden ve birçok hususlarda bana yakın olan adamların bile, küçük vesilelerle, bu kurt dişlerini göserdiklerini; her ikimize aynı derecede zevk veren beraberliklerden sonra, özür dilemeye, himaye etmeye çalışan, fakat aynı zamanda herhangi bir şekilde muzaffer olduğunu zanneden ahmakça bakışlarla yanıma sokulduklarını gördüm. Halbuki acınacak halde olan, zavallılıkları meydana çıkan onlardı. Hiçbir kadın, ihtiras halindeki bir erkek kadar aciz ve gülünç olamaz. Buna rağmen bu hallerini bir kuvvet tezahürü zannedecek kadar yersiz bir gururları vardır...
kürk mantolu madonna kitabında kadına bir nesne olarak bakılmasını, kadının iletişim kurulamayacak bir cansız varlık muamelesi görmesini eleştiren rastladığım en mühim roman karakteridir. sanki, john fowles'un koleksiyoncu adlı kitabındaki miranda'nın yaş almış halidir. ya da tam tersi, miranda maria puder'in gençliğidir.
kürk mantolu maddona romanının merkezindeki kadın. Raif beyin aşkı öyle dile gelir, anlatılır bir şey değildir. Anımsayanlar bilirler, romanın başlarında raif bey bir kâğıda kendilerine fırça atan müdürün bir resmini çizer ve ona bakan anlatıcı o gözlerdeki öfkeyi görür. işte raif bey, hisleri böylesine derinden yaşar ve hisseder. Peki neden maria puder? Yani neden ayşe, fatma değil... Elbette tutarlı bir yorum olmayacak ama Maria Puder karakterinin yabancılığı, Raif bey'e sirayet eder. Yabancı, ecnebi olan bir kadın değil dünyanın kendisidir artık. Ve maria puder o yabancılığı izah eden bir karakterdir. Maria puder'in bir önemi de şuradan gelir: bir yanıyla sapioseksual'dir. Buyurun romandaki ispatı:
"Kız arkadaşlarım benimle ahbaplık etmeyi ve fikirlerimi kabul etmeyi, zevklerine ve rahatlarına aykırı buldular. Hoş tutulan bir "oyuncak" olmak, onlara "insan" olmaktan daha cazip geliyordu".
Ve sabahattin ali katledildiği zaman cebinden çıkan küçük not defterinde şu not varmış:
o mağrur edasıyla çıksın biyerlerden istediğim olağanüstü roman kahramanı.Hepimizin hayatının bir döneminde karşılaştığı bir karakter kenarından kıyısından.
sanırım bugüne kadar okuduğum kitaplar arasında beni en çok etkileyen kadın karakterdir. herkes maria puder'ini arıyor aslında ama bulamıyor kimse. böyle biri çıksa karşıma diyorsunuz kitabı bitirdiğinizde şu an çıksa gelse her şey mükemmel olurdu, yaşardık belki.
bir erkeğin zihninden çıkmış kadın. o yüzden böyle bir kadın yoktur. ama olsaydı kendisinin de dediği gibi olsa da yesek diyen erkekler tıpış tıpış ondan kaçacak ; kadınlar ise hoş tutulan bir oyuncak olmayı insan olmaktan daha önemli gördükleri için ilgilenmeyeceklerdi.
kürk mantolu madonnayı okuduğumda kafamda canlanan maria puder tipi, dolunay soysert gibiydi neden öyle düşündüm bilmiyorum. ayrıca maalesef günümüz ergenlerinin çılgınlar gibi kendilerine benzettiği kadındır.
raif bey'in hayalinde yarattığı bir karakter de olabilir. nitekim o sünepe, silik, ezik karakterli tipin aşk yaşama gibi bir ihtimali yoktur. en nihayetinde biz hikayeyi raif'in defterinden okumuyor muyuz?
Eğer bu kitabın filmi çekilirse, ki belki çekilmiştir hiç bakmadım, Maria Puder rolünü Melike ipek Yalovalı'dan başka kimseyi oynayamaz (bkz. Muhteşem Yüzyıldaki Prenses isabella). Kitapta Maria tasvir edilir edilmez aklımda hemen o canlandı.
Başlarda çok kızdığım karakter. Gerçekten Raif in düşündüğü gibi başkalarıyla mutlu mu oluyordu. Ben böyle birini tanıyordum ve maria yi gördükçe kadınlara olan nefretim artıyordu. Sonra... Raif e " geldiğimde öğreneceksin " derken yaşadığı heyecan, annesinden Raif ı saklarken dediği "sürpriz ama çok şaşıracaksın" sahnelerinde gerçek bir melek gibi canlandı gözümde. Sonra Raif gerçeği öğrenince ben de bi kötü hissettim. Çünkü acaba benim maria puder im de mi öyleydi. Bilemedim... belki de Raif gibi yanıldım. 10 yıl boyunca bir ölüye nefret duymuş bir ölüye kin beslemiş bir masuma hatta benden bir parça taşıdığı için mutluluktan bunu bana söyleyemeyecek kadar bana bağlı birine kin mı duymuştum. Bilmiyorum.