louis massignon

entry2 galeri1
    1.
  1. fransız oryantalist ve katolik papaz.

    ahmet yüksel özemre'nin yazısındandır:

    Azîz dost Memduh Cumhur'a
    muhabbetle ithâf olunmuştur

    louis massignon

    Hayatı
    Papa XII. Pius'un (1876-1958), hakkında: "Katolik bir müslümandır" hükmünü vermiş olduğu Ferdinand Jules Louis Massignon 25 Temmuz 1883'de Fransa'da Nogent-sur-Marne'da doğmuş, Paris'de Louis-le-Grand Lisesi'ni bitirdikten sonra üniversiteden 1904'de târih diploması ve 1906'da da edebî ve konuşulan Arapça diplomasını almıştır. 1906 yılında Gaston Maspéro'nun[1] yönetimindeki Kahire Şarkî Arkeoloji Fransız Enstitüsü'ne atanmıştır.

    Massignon, 1906-1907'de Mısır'da kendisinden 6 yaş büyük, lûtî, fakat daha sonra islâmiyet'i kabûl edip ihtidâ eden, ama intihâr ederek hayatına son veren ispanyol Luis de Cuadra'ya karşı duyduğu şiddetli ihtiras ve bunun neticesinde yaşadığı sefih hayatı, 1908'deki köklü tövbesinden sonra, "Cehennem mevsimim" diye nitelendirecektir.

    Mezopotomya'da bir araştırma heyeti ile bulunuyorken Osmanlı makamları tarafından casusluk töhmetiyle tevkif edilen Massignon'un, 1908'de 2 Mayıs'ı 3 Mayıs'a bağlayan gece Dicle nehri üzerinden kendisini Bağdat'a götüren vapurda bıçakla giriştiği intihâr teşebbüsünün başarısız kalmasının hemen akabinde yaşadığı mânevî bir hâl onu, birdenbire, hem bu sefih hayatından koparmış ve hem de o zamana kadar şüphe ile bakıp ilgilenmediği dine yöneltmiştir[2]. Bu olayın mâhiyetini hiçbir zaman açıklamamış olmasına rağmen bundan sonra gelişen mânevî tekâmülünün tümünü hep bu olaya bağlamıştır.

    Ertesi günü ağır bir sıtma nöbeti geçiren Massignon, kefil ve bedel olarak kendisini casusluk töhmetinden kurtaran Alûsî ailesinin yanında Bağdat'ta bir müddet kalmıştır. Hayat ile ölüm arasında iken Alûsîler'in, başucunda, Yâ Sîn sûresini okuduklarını işitmiş; hayatından ümid kesilmiş olmasına rağmen hızla iyileşerek 8 Mayıs günü de hayata geri dönmüştür. Bu târihten sonra Massignon müslümanlara karşı sonsuz bir borç ve muhabbet duymaya ve kendisini de yalnızca müslümanların değil bütün mazlumların kefili ve bedeli olarak idrâk etmeye başlamıştır.

    Bu olağanüstü olaylardan sonra Fransisken Tarîkatı'nın[3] sivil (ya da lâik) papazlar zümresine iltihâk eden Massignon'da bir taraftan Hallâc-ı Mansûr'a, diğer taraftan da Hz Muhammed'in kızı Fâtımatü-z Zehrâ'ya ve Selmân-ı Fârisî'ye karşı dayanılmaz bir ilgi ve muhabbet uyanmıştır. Bu zâtlar hakkında bilgi toplamak üzere istanbul ve Kahire kütüphânelerinde araştırmalar yaptıktan sonra 1909 yılında Kahire'de El Ezher'e felsefe öğrencisi olarak kaydolan Massignon 1912-1913 de Kahire'de yeni Fuad Üniversitesi'nde misâfir profesör sıfatıyla, arapça olarak, "islâm'da Felsefî Doktrinler" hakkında 40 ders vermiştir.

    1914'de yeğenlerinden biriyle, Marcelle Dansaert ile evlendikten sonra Fransa'nın Şark Ordusu'nda önce Gelibolu savaşında ve daha sonra da 1917-1919 arasında fransızlar ile ingilizlerin ortak Sykes-Picot misyonunda meşhur ingiliz casusu Lawrence'ın faaliyetlerini yakından izlemekle de görevli istihbârat subayı olarak çalışmış; ve 9 Aralık 1919'da düşen Kudüs'e Lawrence ile birlikte girmiştir. 1928 yılına kadar Fransız istihbârat Servisi için kaleme aldığı raporlar arap milîyetçiliği, arap dili ve Sûriye'deki Fransız Mandası'nın sorumlularının hatâları hakkındaki isâbetli tesbitlerini dile getirmektedir.

    Birinci Dünyâ Harbi bittikten sonra Revue du Monde Musulman (Müslüman Dünyâsı Dergisi) direktörlüğünü yapan Massignon, bu harb sırasında Louvain'de alman ordusunun 26 Ağustos 1914'de çıkardığı bir yangın sonucu müsveddeleri yanmış olan "La passion d'Al-Hosayn ibn-Mansour al-Hallaj, martyr mystique de l'Islam exécuté à Bagdad le 26 mars 922" (26 Mart 922'de Bağdat'ta infâz Edilen islâm'ın Mistik Şehidi Hüseyin ibn Mansûr Hallac'ın Azabı) başlıklı âbidevî doktora tezini[4] yeni baştan yazarak 1922 yılında Sorbonne Üniversitesi'nde doktora imtihanını başarmıştır. Bu tezinde islâm Mistisizmi'nin özgünlüğünü savunmuş; fakat bunun Hıristiyan Mistisizmi ile olması mümkün temas noktalarına da değinmiştir.

    1919-1924 arasında Collège de France'da[5] Le Châtelier'nin profesör vekili olarak olarak çalıştıktan sonra 1926 yılında, aynı yerde, kürsü profesörü olarak atandığı islâm Sosyolojisi Kürsü'nde 1954 yılında emekli oluncaya kadar ders vermiştir. islâmî Araştırmalar Dergisi'ni kuran Massignon 1933 yılında Sorbonne Üniversitesi'ne bağlı École Pratique des Hautes Études'e (Yüksek Araştırmalar Amelî Okulu'na) bölüm başkanı atanmış ve aynı yıl Kāhire Arap Akademisi'ne üye seçilmiştir.

    islâm dinine, kültürüne ve ahlâkına büyük bir hayranlık duyan Massignon 1934 yılında mısırlı bir hıristiyan olan Mary Kahîl[6] ile birlikte Dimyat/Mısır'da Bedeliyye[7] adını verdiği, duaya ve müslümanlara ferâgat-i nefs ve bir kardeşlik bağı ile yaklaşmaya dayanan, hıristiyanlara mahsus bir hayır cemiyeti kurmuştur. Bedeliyye'de hıristiyanlar, özellikle, Cuma Namazı'na denk düşen bir eş-zamanlıkla islâm-Hıristiyan kardeşliği için dua etmekteydiler.

    Bu hayır cemiyetinin kurucusu hâline gelebilmesi için, Massignon'un, "Müslümanlardan nefret ediyor" diye 1913'de evlenmekten vaz geçmiş olduğu Mary Kahîl'in üzerinde 1934 yılına kadar fevkalâde hayrlı bir tesir icrâ etmiş olduğu âşikârdır. Gene Mary Kahîl ile birlikte 1940 yılında Kāhire'de, ömrünün sonuna kadar sıkısıkıya sarılacağı yönlendirici bir fikir olarak "ibrâhimî misâfirperverlik" adına, Hıristiyanlık ile islâm arasında bir karşılaşma ve diyalog zemini oluşturmak üzere Darü-s Selm Kültür Enstitüsü'nü kurmuştur.

    Türkiye'de Tarsus'da ve Efes'de, kezâ Fransa'nın Brötanya vilâyetinde Côtes d'Armor'daki Vieux Marché'de halk tarafından "Yedi Uyuyanlar"a izâfe edilen mağaralar bulunmaktadır. Massignon Kur'ân'da XVIII. sûre olan Kehf Sûresi'nde sözü edilen "Mağara Arkadaşları"nın (Ashâb-ı Kehf'in) başından geçmiş olanlarla bu mağaralar arasında kurulan ilişkinin islâm-Hıristiyan yakınlaşmasına sebeb olabileceğine inanmış; ve, Efes'in aynı zamanda Meryem Ana, Mecdelli Meryem ve Havârî Yahyâ dolayısıyla gerek hıristiyanlar gerekse müslümanlar için bir ziyâretgâh olmasının avantajını kullanarak, Efes'deki ve Brötanya'daki mağaralara her yıl toplu ziyâretler yapılmasını organize etmiştir. Özellikle de Brötanya'daki "Yedi Uyuyanlar" mağarasına her yıl Temmuz'da yapılan toplu ziyârete mutlaka katılmıştır.

    II. Vatikan Konsili'nde Musevîlik ile ilgili bir karar metninin hıristiyanlık-dışı diğer dinlere ve özellikle islâm'a da açık olması husûsunda, Konsil üyesi olmamasına rağmen, Papa VI. Paulus ile Konsil'in üyesi papazları tahrik ve iknâ eden Massignon olmuştur. "Nostra Aetate Deklârasyonu" denilen bu metin, Katolik Kilisesi'nin müslümanlar hakkında olumlu beyânda bulunan ilk resmî belgesidir.

    Massignon'un Mısır'da sıkı dostluk kurduğu şahıslar arasında: 1945-1947 döneminde El Ezher'in rektörü olan Şeyh Mustafa Abdürrâzîk; ve bu zâtla taban tabana zıd bir tutum içinde bulunan, müfrit modernizm yanlısı, 1950-1952 arasında Mısır Millî Eğitim Bakanı görevinde bulunmuş olan Tâhâ Hüseyin (1889-1973); ve kendi sâdık öğrencisi olan, II. Vatikan Konsili'nin müslümanlara bakışını değiştiren metnin Konsil içindeki gayretleriyle zeminini pekiştiren Peder Georges Chehata Anawati (1904-1994) önemli yer tutmaktadırlar.

    1947 yılında iran Araştırmaları Enstitüsü'ne ve Millî Müzeler Komisyonu'na seçilen Massignon 1952 yılında da dâvetli Profesör olarak A.B.D. ve Canada'da dersler vermiş, 1954'de de yaş haddinden dolayı Collège de France'dan emekliye ayrılmıştır. 75 yaşında siyâsî faaliyetleri yüzünden bir de tutuklanmış olan Louis Massignon, 79 yaşında iken 31 Ekim 1962 de Paris'de vefât etmiştir.

    Massignon, bütün ömrü boyunca, bir düşünce ekolü kurmasına ya da görüşlerinin herkes tarafından kabûl edilmesine engel olan pekçok eksantrik fikir ileri sürmüştür. Ama onun islâm için duyduğu köklü ilgi ve muhabbet dolayısıyla açtığı cihâd ilmî eserleri sâyesinde konunun uzmanları ve bütün ömrü boyunca sürdürdüğü siyâsî faaliyet sâyesinde de fransız aydınları nezdinde muazzam bir tesir icrâ etmiştir. II. Vatikan Konsili'nde Kilise'nin islâm'a bakış açısını değiştirmesi hâriç olmak üzere, Massignon'un yazıları olsun diğer siyâsî faaliyetleri olsun ona pratikte zaferler kazandırmış değildir; ama Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında muhabbet ve karşılıklı saygıya dayanan ortak bir yakınlaşma zemini bulmak için 50 sene süresince sergilemiş olduğu o muhteşem kararlılığın ve fîsebîlillah cihâdın Batı'da da Doğu'da da pekçok aydının din ile olan ilişkilerinin yeniden şekillenmesine yol açmış olduğu da reddedilmesi mümkün olmayan bir vâkıadır.

    Massignon'un iç Âlemi ve
    Bunun Davranışına Yansıması

    25 yaşına kadar dinle hiç ilgisi olmamış, hattâ uzun süre sefih ve agnostik bir hayat sürmüş olan Massignon'un, 2-3 Mayıs 1908 gecesi, hiç beklemediği bir anda vuku bulan: 1) hayatını bir anda alt-üst etmiş, 2) kendisinin Fransisken Tarîkatı'nın bir mensûbu olarak dine dönmesine sebeb olmuş; ama 3) mânevî susuzluktan yanan gönlünü bir türlü tatmîn etmeyen Hıristiyanlığın yansımalarını, büyük bir cezbe ile, Hz isâ'nın kader bakımından bir benzeri ve tecellîsi olarak telâkkıy ettiği Hallâc-ı Mansûr'da, Hz Meryem'in bir başka tecellîsi olarak telâkkıy ettiği Hz Fâtımatü-z Zehrâ'da[8] ve hıristiyan iken müslüman olup da Hz Muhammed'in "Benim Ehl-i Beytim'dendir" diye ta'zîz ettiği Selmân-ı Fârisî'de aramaya sevkeden, kendisine yaşatılmış olan o muazzam mânevî tecrübe acabâ neydi?

    Massignon bütün mânevî tekâmülünü, yaşadığı bu rahmânî tecrübeye bağlamış ve bunu her fırsatta açıkça ifâde etmiştir. Dostlarından Paul Claudel'in[9] bu tecrübenin ayrıntılı hikâyesini yayınlaması için kendisine yaptığı baskılara rağmen Massignon, bu "lafza sığmaz" tecrübenin mâhiyetinden bahsetmeye asla yanaşmamış, yalnızca kendisini bir "Yabancı"nın ziyâret ettiğini beyân etmiştir. Bunu hâtıralarında, başarısız intihâr teşebbüsünü imâ ederek: "bıçak darbesi beni es geçip de Sana dokunduğu an" diye dile getirmektedir. Jean Moncelon'a göre[10] Massignon'un o muazzam mânevî tecrübedeki sırrı, gene kendi ifâdesine göre: "Sonunda her şeyi yakıp yok eden o semâvî ateşti" (Massignon acabâ "Her şeyi kendine gark ederek tevhîd eden Nûr" mu demek istemişti?)

    Massignon bu rahmânî tecrübeden sonra:

    1. Sefih hayatına tövbe ederek mânevîyata yönelmiş;
    2. Evlenmiş;
    3. ibrâhim Birâder adını seçerek Fransisken Tarîkatı'na girmiş[11];
    4. Hıristiyanlığı red ve terk etmiş olmasa bile islâm'ı vahiy dini, Hz Muhammed'i de Allah'ın elçisi olarak tanımış;
    5. Hallac-ı Mansûr, Hz Fâtımatü-z Zehrâ ve Selmân-ı Fârisî'ye insanı hayrete düşüren bir hayranlık beslemiş ve haklarında pekçok bilgi bulunan bu zevât aracılığıyla haklarında pek az bilgi bulunan Hz isâ'yı, Hazret-i Meryem'i ve Havârîleri daha iyi anlamaya çalışmış;
    6. Yakaladığı ipuçlarıyla Hıristiyanlık ile islâm'ın söylemlerinde farklı ama temelde bir olduğuna inanmış;
    7. Batılı müsteşriklerin müslüman topluluklarına vermiş oldukları zararları tesbit ve teslim etmiş; bunları açık açık ifâde ve ilân ederek cihâd etmekden çekinmemiş;
    8. Hz ibrâhim'in koruması altında her iki dinin mensûblarının biribirlerini birâderâne bir muhabbetle anlamaları gerektiğine inanmış;
    9. Daha da ileri giderek böyle bir diyaloğun tesisi için kendisini kefil ve bedel olarak idrâk etmiş;
    10. Duaya ve müslümanlara ferâgat-i nefs ve bir kardeşlik bağı ile yaklaşmaya dayanan bir hayır cemiyeti olan Bedeliyye'yi kurmuş;
    11. Müslümanlar ile hıristiyanların biribirlerini muhabbet ve tahammülle anlamaları için dergiler çıkartmış, kitaplar yazmış, konferanslar vermiş, merkezler ve enstitüler kurmuş, öğrenciler yetiştirmiş;
    12. islâm mistisizminin batılı müsteşriklerin göstermek istedikleri gibi şuradan buradan toplama senkretist bir mistisizm değil özgün bir mistisizm olduğunu savunmuş;
    13. Müslümanlarla hıristiyanların biribirlerini anlamalarının yolunun fıkhî tartışmalarla değil her iki dinin mistik yanlarındaki ortak noktalar aracılığıyla olabileceğini savunmuş; bunun için: 1) müslümanları ve hıristiyanları ortak oruç tutmaya, 2) her iki din mensûblarının yakınlaşmalarını sağlamak üzere kutsal sayılan yerlere ortak ziyâretler yapmaya teşvik etmiş, ve 3) bu hareketlerde daima başı çekmiş;
    14. Kilise'nin müslümanlara karşı nefrete dayanan geleneksel tavrını II. Vatikan Konsili'nde terketmesini sağlayan zemini hazırlamış; Konsil üyesi olan talebesi Peder Georges Chehata Anawati de bu zeminin Konsil kararı olarak kayda geçirilmesinde etkili olmuştur.

    1908'den 1962'deki vefâtına kadar Massignon hayâtının gâyesi olarak addettiği bu tavırlarını: 1) bir cihâd idrâkiyle 2) cezbeyle, 3) ısrarla ve 4) muhabbetle sürdürmüştür.

    Massignon gençliğinde işlemiş olduğu günâhların ağırlığını hayatı boyunca keskin bir idrâk ile yaşamış ve bundan dolayı da mânevî ızdırab ve çile dolu bir ömür sürmüştür. Onun vicdânı, ancak, bütün günâhkârlara bedel olan bir "adak" olarak kendisini Allah'a sunması ve bu adağın gerektirdiği ahlâkî vecîbeleri gerçekleştirmesiyle nısbî bir huzura kavuşmuştur. Massignon'un her gün yapmakta olduğu bir duayı kendisine defalarca hatırlatmış olduğunu Vincent-Mansour Monteil'den[12] öğreniyoruz: " Allah'ım! Benim gaddarca öldürülmemi ve hem de bunun bugün vuku bulmasını lûtfet!"

    Massignon, hıristiyan dünyâsında K. Huysmans (1848-1907) gibi büyüye ve cinlere düşkün bir romancı, papazlıktan tard edilmiş Boullan gibi bir satanist, Anne-Catherine Emmerich (1774-1824) gibi ellerinde ve ayaklarında, (Hz isâ'nın haca gerilmesi sonucu haca çivilenen el ve ayaklarındakiler gibi fakat kendiliğinden oluşan) yaralar (stigmat'lar) açılan bir râhibe, kezâ aynı stigmatlara dûçar olmuş olan Marie des Vallées (1590-1656), Şeyh Mustafa Abdürrâzîk gibi ortodoks bir müslüman, Tâhâ Hüseyin gibi islâma bakış açısı iyice çarpık müfrit bir modernist gibi daha çok marjinal şahıslara büyük merak duymuştur. Boullan'ın Huysmans üzerindeki kötü etkisinin eninde sonunda Huysmans'ı dine döndürmüş olduğu gibi arkadaşı Luis de Cuadra'nın kendisi üzerindeki kötü etkisinin de kendisinin dine yönelmesine vesile teşkil etmesi arasında paralellik kurmuştur. Râhibe Anne-Catherine Emmerich ile Râhibe Mary des Vallée'de de onu cezbeden, bu kadıların da günâhkârlara bedel ve adak olarak kendilerini Allah'a adamış olmalarıdır.

    2-3 Mayıs 1908 gecesi vâkı' olan mânevî hâlin, Massignon'da, ömrü boyu sürecek olan bir cezbe hâli tesis etmiş, ve kendisinin de bu cezbeyi tek başına hazmetmekten âciz kalmış olduğu görülmektedir. Massignon bu târihten sonra hep arayış içinde olmuş fakat Kader onun bu cezbesini kendisine hazmettirip de onu temkin ve sükûna sevkedecek bir Kâmil Mürşid'i karşısına çıkarmamıştır. ilim adamı olarak verdiği eserlerindeki isâbetlilik ve ağırbaşlılık ile şahsî ve kamuya açık davranışlarındaki coşkunluk ve "uçlar"da dolaşması arasındaki tezad: 1) duyduğu suçluluğun telâfisi için kendisini günâhkârlara kefil ve bedel olarak idrâk etmesi ile 2) cezbesinin biribirlerini kovalamasının eseri olarak yorumlanabilir.

    Yukarıda da işâret edilmiş olduğu vechile Massignon Hallâc'da Hz isâ'nın ve Hz Fâtımatü-z Zehrâ'da da Hz Meryem'in alter-ego'larını[13] müşâhede ettiği için, farklı bir dinin insanları olmalarına rağmen, onlara âşık olmuştur. Pekiyi ama Massignon, Hallâc-Fâtıma-Selmân üçlüsünde, Selmân-ı Fârısî'yi acabâ kimin alter-ego'su olarak teşhis etmişti de ona bu kadar engin bir muhabbet beslemekteydi?

    Massignon bu konuda sessiz kalmakta ise de Selmân'ın hıristiyan iken ihtidâ etmiş, Hz Muhammed'in vefâtından sonra Hz Ali'ye beyât etmiş sâdık bir dost olması olgularıyla Massignon'un, hıristiyan olmasına ve açıkça müslüman olduğunu hiçbir yazısında belirtmemiş olmasına rağmen islâm'ı vahiy dini Hz Muhammed'i de peygamber olarak kabûl etmesi karşısında pekalâ ihtidâ etmiş sayılacağı; ayrıca buna rağmen hıristiyan vasfını da aslâ reddetmeyip ona da sâdık kalması olguları arasındaki paralellikten hareketle kendisini Selmân ile özleştirmekte olduğunu, yâni Selmân'ı, kendisinin alter-ego'su olarak teşhis etmekte olduğunu söyleyebiliriz.

    Massignon'un Hıristiyanlık ile islâm'ı mukayese ederken çok isâbetli bir değerlendirmesine de işâret etmeden geçmek istemiyoruz: "Eğer Hıristiyanlık, temelde, Kitâb-ı Mukaddes'i kabûl etmeden önce Mesih'in kabûlü ve örnek alınıp taklîd edilmesi ise, buna karşılık islâm, Peygamber'in örnek alınıp taklîd edilmesinden önce Kur'ân'ın kabûlüdür".

    Massignon'un istanbul'a geldiğinde mutlaka; ziyâret ettiği şahıslardan biri Üsküdar Mevlevîhânesi'nin son postnişîni olan Ahmed Remzi Akyürek Dede (1872-1944) idi. Dede'nin irfânına âşık olan Mas­signon, Dede'ye müslümanlığını ilân etmek istediğini ifâde ettiğinde Dede'nin, kendisine: "Bâtınen, sen zâten müslümansın. Zâhiren, bu papaz cüppesini taşırsan islâm'a daha çok hizmet edersin" demiş olduğu rivâyet edilirdi. Neyzen Niyâzi Sayın da Memduh Cumhur da, Massignon'un "müslüman olduğunu" lisânen beyân etmiş olduğunu Abdülbâkıy Gölpınarlı'nın şahâdetine dayanarak rivâyet etmektedirler.

    Eserleri ve Uslûbu

    Massignon'un eserlerinin bibliyografyası Youakîm Moubârac tarafından yapılmıştır[14]. Bu bibliyografya 200 kitap ve makale ile yaklaşık 100 kadar lâyiha, 100 kadar tebliğ ve ders notu, 150 kadar konferans metni ve Kahire Arap Akademisi'nde arapça olarak verilmiş 50 kadar da nutukdan oluşmaktadır. En meşhur kitapları şunlardır:

    La Passion de Hallâj, Martyr Mystique de l'Islam (islâm'ın Sûfî Şehidi Hallac'ın Izdırâbı), yeni basım, 4 cild, Gallimard, Paris 1990.
    Essai sur les Origines du Lexique Technique de la Mystique Musulmane (islâm Tasavvufunun Teknik Sözlüğünün Kökenleri Hakkında Deneme), yeni basım, CERF, Paris 1999.
    Les Trois Prières d'Abraham (Hz ibrâhim'in Üç Duası), yeni basım, CERF, Paris 1997.
    Akhbar al-Halladj (Hallac'dan Haberler), 4. baskı, Vrin, Paris 1975.
    H. Mansûr Hallâj: Diwan (Hüseyin Mansûr Hallac: Dîvan), Cahier du Sud, Paris 1955; yeni basım, Seuil, Paris 1992.
    Parole Donnée, précédée d'Entretiens avec Vincent-Mansour Monteil (Vincent-Mansour Monteil ile Sohbetler'in Takaddüm Ettiği, Verilmiş Söz), yeni basım, Seuil, Paris 1983.
    Opera Minora (Küçük Eserler), 3 cild, 2193 sayfa, Dar Al-Maaref, Beyrut 1963.

    Massignon'un ilmî yazılarındaki uslûbu oldukça ağırdır. Kurduğu cümleler genellikle satırlar boyu sürer. Cümlelerinin ortalama uzunluğu 7-8 satır olup 16-20 satırdan oluşan cümleleri de az değildir. Sözlüklerde bulunması mümkün olmayan kelimeler kullanır. Çoğu kere, okuyucu tarafından bilindiğini varsayarak, bunların tanımlarını da vermez. Bu uslûb, Masignon'un: hâtıraları, nutukları ve mektupları söz konusu olduğunda (cezbesinin de katkısıyla) barok, romantik, istiâre (metafor) yönü ağır basan ve özellikle de muğlâk bir havaya bürünür; o kadar ki çok iyi fransızca bilenler dahi bâzı pasajları, ancak, tekrar tekrar okuyup gramer yönünden tahlîlini yaptıktan sonra ne demek istediğini karîneyle istidlâl edebilirler. Bu uslûba sıradan bir örnek vermek üzere Massignon'un 8 Temmuz 1958'de Henry Corbin'e yazmış olduğu bir mektuptan iki paragrafı buraya aktarıyoruz:

    "Şu fânî dünyâdaki mânevî karşılaşmamızdan, azîz dostum, yalnızca iki husûsu hatırlamanızı arzu ederdim: [bunlardan ilki] akbabanın, Prometeus'un karaciğerindeki gagası[15] gibi tahammül etmek zorunda kaldığımız Kutsalların Kutsalı'nın Sübhâniyeti karşısında bizi kurtaracak olan tek şeyin ibâdetimizin fiilini takdîr etmekden vaz geçerek, kendimizden istihsâl etmemiz gereken olağanüstü bir zayıflıkla secdeye vararak izhâr edeceğimiz fart-ı tevâzu olduğudur.

    Ve kezâ, O'na kulluk etmesini bilmeyenlerin sefilliği karşısında, bunların sürûr içinde olmaları için gerçek Yaratıcı Muhayyele[16], sharh al-sadr[17] anlamında kalbimizi söküp atmamız gerektiğidir; çünkü Tanrı[18] onları sebep kılarak bizleri, O'nunla ve O'nun gibi, onlar için ölmemiz için yaratmıştır; çünkü ete-kemiğe bürünme işte budur ve bu olmasaydı Cenâb-ı Hakk'ın Tecellîsi onlara lûtfedilmiş olmayacaktı; kezâ gurbetin[19] ekmeğinin acı lezzeti de, mızrak darbesinin[20] Şarab'ının[21] dehşet veren lezzeti de; o Şarap ki Cehennem'in dibinden, yokluğun dibinden ama onun maddeye bürünmesinden yâni ortadan kaybolmasından, yalnızca cehâlet kavramından yâni "nakira"dan[22] değil ama bütün idrâkin yok olmasından, yâni cehâletin "ma'ri-fa"sından çekilip çıkarılmıştır"[23].

    Massignon ilmî yazılarında çok dikkatli bir kararlılık sergilemiş ise de dostlarıyla vakı' tartışmalarında onları şaşırtacak biçimde zıt uçlar arasında salınıp durabilmiştir.

    Massignon'un 1929 yılında Sühreverdî-i Maktûl'ün (1155-1191) işrâkî Hikmeti üzerine dikkatini çekip de daha sonra iran Tasavvuf anlayışı üzerinde pekçok eser vermesine sebeb olduğu, "şâkirtten de öte" bir dost olarak olarak kabûl ettiği, École Pratique des Hautes Études'deki halefi ve hattâ (aşağıda değineceğimiz gibi) mânevî vasiyetnâmesinin icrâsına memur etmiş olduğu Henry Corbin (1903-1978) bu konuda şunları söylemektedir:

    "Öyle günler oldu ki Massignon'un şahsında bir şiîden daha müfrit bir şiî yanlısı buldum, ve bundan dolayı da kendisine çok şey borçluyum (...). Ama başka günlerde, temel metinlerinin kendisine zâten yabancı olduğu Şiîliği ve şiîleri insafsızca takbîh ettiğine de şâhid oldum. imâmet şartının olmazsa olmaz şartının kan bağı olmadığını, imâm'ların aralarındaki dünyevî aile bağının onların Cenâb-ı Hakk'ın Zâtı'nda gizli olan ezelî bağlarının sûretinden başka bir şey olmadığını savunduğumda da o "benim" bu müfrit Şiîliğime hayret ederdi".

    Benzer şekilde, Massignon'un geç dönem tasavvufa karşı ilgisizliği ve özellikle de Muhyiddin ibn Arabî hakkında hiçbir incelemeye dayanmayan peşin hükümleri de Henry Corbin için bir başka hayret kaynağı olmuş[24]; ve, ona bu ve başka vesiyleler dolayısıyla: "Massignon'un ilmî eserlerinde insanı hayretlere gark eden beyânlar, tasvîb edilmesi mümkün olmayan tezler ve hattâ tarafgirlikleri insanı neredeyse infiale sürükleyen hükümler vardır" dedirtmiştir[25]. Henry Corbin, tevâtüren dahi olsa, Massignon'un bir konunun kaynakları üzerinde "tıpkı bir helikopter gibi" şöyle bir uçtuktan sonra elyazmalarının birinin üzerine "inerek" bunu kısa bir sürede inceleyip "başka yerlere gitmek üzere yeniden uçmaya başlaması"ndaki hercâiliği de tenkid etmiştir.

    Massignon'un Siyâsî Faaliyeti

    Massignon'un Fransa'nın araplara karşı politikasında çoğu kez gizli kalmış olan önemli bir rol oynamıştır. Yukarıda onun 1917-1919 döneminde Sykes-Picot misyonundaki rolünden bahsetmiştik. Massignon bundan sonra bakanlıklar arası pekçok komisyonun fikir ve tesbitlerine sık sık müracaat ettiği bir uzman, ve 1945 yılından îtibâren de Fransa'nın müslüman ülkeler nezdinde fahrî bir kültür elçisi olmuştur. Collège de France'dan emekli olduktan sonra Fransa-Fas ve Fransa-islâm Uyuşum komitelerinde olsun; Filistin'de Mısır'da, Madagaskar'da, Cezâyir'de ve Fas'da olsun Massignon daima "ezilmişler"in tarafını tutmuş ve fransız kolonilerinin hürriyetlerine ve millî hükümranlık haklarına kavuşmaları için olağanüstü gayret sarfetmiş, cihâd etmiştir. Hasımlarını etkilemek için kullandığı haftalık oruçlar, kutsal yer ziyâretleri, Gandhi'den esinlenerek başlattığı şiddet karşıtı hareketler onları şaşırttığı gibi kendisini destekleyenleri de şaşırtmıştır.

    Özellikle Filistin konusunda bu ülkenin bölünmesine, ve "Alman temerküz kampları kaçkınlarını araplar için ölüm makinesi hâline sokan" siyonizme cesâretle ve ısrarla karşı çıkmıştır.

    Massignon'un Dostları

    Massignon uzun bir ömür boyunca pekçok kalburüstü aydınla dost olmuş ve bunlarla dostluğunu sâdık ve hatırşinas bir biçimde sürdürmüştür. Yukarıda değindiklerimizden başka onun dostları arasında ömrünü Kuzey Afrika Tuaregleri arasında geçirmiş olan râhip Charles de Foucauld; 1931'de Paris'de karşılaşmış olduğu Mahatma Gandhi; K. Huysmans, Paul Claudel, François Mauriac, Jean Cocteau gibi yazarlar; Muhammed ikbâl, Râşid Rızâ, Jacques Maritain, Gabriel Marcel, Henry Corbin, talebesi iranlı Ali Şerîatî gibi filozoflar; Martin Buber, Kardinal J. Daniélou gibi ilâhiyatçılar; Théodore Monod, Vincent-Mansour Monteil, Maxime Rodinson, Serge de Beaureceuil gibi bilim adamları; Giorgio La Pira ve Edmond Michelet gibi siyâsîler vardır.

    Türkiye'den de pekçok dost edinmiş olan Massignon'un dostları arasında Üsküdar Mevlevîhânesi'nin son postnişîni Ahmed Remzi Akyürek Dede'yi, Yahyâ Kemal Beyatlı'yı[26] (1884-1958), Abdülbâkıy Gölpınarlı'yı (1900-1982), Fransa'da kendisine Dr Adnan Adıvar'dan sonra Türkçe dersleri vermiş olan Nurettin Topçu'yu (1909-1975) ve de Münevver Ayaşlı'yı[27] (1906-1999) zikredebiliriz.

    Massignon'un Vasiyeti

    Söz konusu vasîyet Massignon'un Henry Corbin'e yazmış olduğu 17 Eylûl 1959 târihli bir mektubun muhtevâsıdır. Bu mektupta Massignon "şâkirtten de öte" dostuna vefâtından sonra ifâ etmesini arzu ettiği bir misyon yüklemektedir. Bu mektubun ifâdesi hiçbir şüpheye yer olmayacak kadar açıktır: "Aslında, kaderin hükmü gereği[28], benim düşünceme en yakın olan, istidâdı da benimkine en yakın olan sizsiniz; ve ben bu âlemi terkettiğimde, Allah'ın Hallâc-ı Mansûr, Fâtımatü-z Zehrâ ve onların aracılığıyla Selmân ve Muhammed için bana ilhâm etmiş olduğu kutsal dostluğu savunmak üzere ilk önce size güveniyorum"[29].

    Massignon bu mektubunda Hallâc'ın Azabı hakkındaki eserinin 2. baskısını hazırlamak üzere vermiş olduğu sözün gerçekleşmesi için Henry Corbin'in kendisini dualarıyla desteklemesini de taleb etmişti. Ne yazık ki bu konuda Henry Corbin'in duaları değil Massignon'un sağlığı yetersiz kalacaktı. Massignon'un bu âbidevî eserinin 2. baskısı vefâtından 13 yıl sonra 1975'de Louis Gardet[30] (1904-1986) ve Henri Laoust'nun[31] (1905-1983) himmetleriyle 4 cild hâlinde yayınlanabilecekti. Henry Corbin ise üstâdının Hallâc hakkındaki gayretlerine katkıda bulunmak için, "içinde Hallâc'ın eserlerinin, yorumlarıyla birlikte, anahtarı bulunan", Rûzbehân-ı Baklî'nin (öl. 1209) Şerh-i Şathiyyât isimli eserinin edisyonunu gerçekleştirecekti (Tahran, 1966 ve 1981).

    Massignon gene aynı mektupta Henry Corbin'den, müsteşriklerin 14 yüzyıldır ihmâl ettikleri bir şahsiyet olarak Fâtımatü-z Zehrâ hakkında bir korpus yâni kendisi hakkında yazılmış olanları ve rivâyetleri bir araya toplayan bir eser hazırlanmasını taleb etmekte ve bunu şu sözlerle dile getirmekteydi: "Bunu beş yıldır düşünmekteyim; ve daha önce giriştiğiniz bütün projelerinize rağmen eğer bu Korpus meselesini ele alabilirseniz bunu hayr dualarımla karşılayacağım. Çünkü bunun Şiîlik ile Sünnîlik, islâm ile Hıristiyanlık arasında kudretli bir birleşme aracı olması mümkündür". Ne yazık ki Massignon'un bu arzusu gerçekleşememiştir.

    Ortak noktaları islâm'a duydukları büyük hayranlık olan bu iki büyük dostun inanç âlemlerindeki antisimetrik konumları da ilgi çekicidir. Massignon'un zâhiren katolik olmasına karşılık, Henry Corbin zâhiren protestandır. Massignon sünnî islâm ile Corbin ise şiî islâm ile meşgul olmuşlardır. Massignon Vahdet-i Şuhûd, Corbin ise Vahdet-i Vücûd taraftarıdır. Massignon çile içinde, nefsini hor-hakîr-zelîl-günâhkâr gören bir tevâzu ile fakat mücâdele ve celâliyet dolu bir cehennem hayatı geçirmiştir. Henry Corbin ise dengeli, sâkin ve huzurlu bir hayat sürmüştür. Bunun için Massignon'a Nâr Adamı[32], Henry Corbin'e ise Nûr Adamı[33] denmiştir[34].

    Sonuç

    Massignon A) eserleri, ve B) müslümanlara ve bütün mazlumlara daima destek olan cihâdı ile yalnızca XX. yüzyıl Fransa'sını değil, islâm ülkelerini de derinden etkilemiş müstesnâ bir zâttır. işlediği günâhların bilincinde, ferâgat-ı nefs ve tövbe sâhibi bir hıristiyan râhip olmasına rağmen, Massignon'un: 1) Hallâc-ı Mansûr'a, Fâtımatü-z Zehrâ'ya, Selmân-ı Fârisî'ye ve Hz Muhammed'e duyduğu, pekçok müslümanda bulunmayan o inanılmaz saygısı ve muhabbeti, 2) müslümanlar ile hıristiyanlar arasında karşılıklı anlayış, saygı ve muhabbete dayalı bir diyalog ve dostluğun tesisi için mücâhidâne teşebbüsleri, ve 3) Katolik Kilisesi'nin II. Vatikan Konsili'nde müslümanlara bakış açısını değiştirmesinin zeminini hazırlamaktaki etkin rolü, (bütün şahsî kusurlarına, çelişkilerine ve zâhirî görünüşüne rağmen) idrâk, temyiz ve adâlet sâhiplerinin bir Fâtiha'yı onun rûhundan esirgememeleri için yeter de artar bile!
    2 ...
  2. 2.
  3. --spoiler--
    ''Müslümanların her şeyini bozduk, yok ettik. Dinleri, inançları, dine bağlılıkları ve insani duyguları yok oldu. Onların milli ve manevi değerlerini, Batı medeniyeti (!) postasında eriterek kendimize benzettik. islamiyeti öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı, Kur’an öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye tam olarak inanmıyorlar. Ondört asırlık dinlerini, itikadlarının, ibadetlerini tartışılır hale getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha da kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkanı, hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hırisitiyan yapınız!...''
    Lois Massignon (Su Dergisi, Yıl:1, sayı: 3, Mayıs-Haziran 2005)
    --spoiler--

    şeklinde açıklaması bulunan şahıs.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük