film 50 li yaşlarında muhtelemen orta yaş krizine girmiş evli ve çocuklu ama böyle olmaktan bir hayli mutsuz bir aktör ile filmden anladığımız kadarıyla yale university* felsefe mezunu 20 li yaşlarındaki fotoğrafçı eşi nedeniyle tokyo'ya gelen bir bayanın yollarının kesişmesini anlatıyor.
adamın evli ve çocuklu olup bundan memnun olmaması çok ilgimi çekti ve evlilikten daha da uzaklaşmamı sağladı zira o çocuk olduktan sonra* hiçbir şekilde geri dönüşü yok ben sıkıldım çekip gideceğim gibi şeyler yok.
35 milyon nüfusuyla tokyo dünyanın en kalabalık şehri kalabalık içindeki yalnızlığı yaşamak için en uygun yer.
zaman zaman japonların eski rahiplerinin törenlerini, kültürlerini ve o japon tapınaklarını, havuzlarını gösterirken sanki japonlara da eski kültürlerinin yeni, sanal, überteknolojik kültürlerinden çok daha iyi olduğu anlatılmak istenmiş.
izledikten sonra scarlett johansson'a olan ilgi aşka, tutkuya dönüşüyor içimden bu nasıl insan? evrimin bir sonraki basamağı mı? diye geçirmedim desem yalan olur. scarlett kalabalık arasında sarı saçlarıyla parlıyor.
ikinci defa izleyişimden sonra göruyorum ki sadece scarlett'in oynaması bile izlememe yetecekken inanılmaz başarılı bir erkek oyuncu bill murray ile karşılaştığımı fark ediyorum.
filmde bob ile charlotte arasındaki ayrılış sahnesinde hep bob'un charlotte'un kulağına "come with me" dediğini düşünürüm.
bob ayrılırken tokyo'da charlotte'ın yine yalnız kalacağını biliyorsunuz...
yalnızları oynar film. yalnızlığın en dip noktasına kadar iner biri genç biri yaşlı olsada hayatta ne kadar yalnız olduğumuzu gösterir bize. çevrenizde ne kadar insan olduğunun öenemsiz olduğunu anlatır. bi bakıma da kendinizi yaşamda içimizde o yalnız adam buradadır işte tam olarak.
--spoiler--
insanların kişisel yalnızlıklarının betimlenmesinin yanı sıra, modern japon kültürüne alaycı eleştiriler getiren filmdir. sanki film boyunca japonlara "siz bu değilsiniz" mesajı yollanmaya çalışılıyordu.
lost in translation bir diğer açıdan dev metropollerde de yaşasalar, büyük kalabalıkların bir parçasıda olsalar, zengin veya ünlüde olsalar, pek çok insanı kuşatan "yalnızlık" hissini çok iyi anlatıyor. pek çok kişinin kendinden bir parça bulması oldukça olası bu filmde.
--spoiler--
film bir kültürün içinde yalnız kalan iki kader ortağının yollarının kesişmesini ve kısa zamanda kurdukları değişik ilişkiyi anlatıyor. oldukça duygu yüklü bir filmdir yalnızlığı çok güzel işliyor sessizlikle
kitleler içinde yalnızlık ve kültürler arasındaki uçurumu. scarlett johansson öyle bir şey ki anlatmaya sözler yetmiyor tek filmle bile kendisini izleyiciye aşık edebilir bu kız. japonya'yı kötülüyor gibi
durmamalı birbirine uzak iki kültürün arasında fark olarakta görülebilir. filmin adı bana göre fazla özel olmuş benim isim önerim: lost in culture olurdu. soundtrack için: just like honey.
(bkz: bill murray)
(bkz: aşmış oyunculuk)
film izlenmelidir ben de hayli sevmiş olsam da filmin biraz fazla abartıldığı kanısındayım. ilk sahnede göze çarpan scarlet ablamızın nadide poposunun sinema estetiğini layıkıyla vermesi akla gelmekte. kapı çalındığında murray abimizin yanındaki hatun hissedildiğinde yaşanılan kırılganlık ve yüz ifadesi akıldan çıkmamakta. anlık monotonluklar- yalnızlıklar ve beklentilerin içselleştirilmesi filmi leziz yapıveriyor.
bir de bill murray abimiz var ki sormayın, es geçmeyin.
fazlasıyla donuk bir scarlett. güzel de değil. çekmiyor da... scarlett'i bu hale getirebiliyorsa bir yönetmen ya olağanüstü başarılıdır ya da olağanüstü başarısız. filmin diğer elementleri bas bas bağırıyor: 2. şık. baba coppola üzgün.
evet muhterem izleyiciler, bir overrated filmimizin daha sonuna geldik. gözler şimdi dünya kupası finalinde. ispanya - hollanda finalinde bakalım sırıtan taraf kim olacak?
konusu japonya'da geçen bir romantik amerikan filmidir. bill murray ve scarlet johansson başrollerdedir. izlenesi bir filmdir.
--spoiler--
iş vesilesiyle japonya'da olan ve yabancı ortamda, "sevdiklerinden" ayrı olan orta yaşın sonlarında bir evli adam ve evli bir genç kadın, otelde birbirleriyle tanıştıktan sonraki diyaloglarıyla yalnızlıklarını aşmaya çalışırlar. arkadaşlıkla romantik aşk arasında ince bir çizgide gidip gelirler.
--spoiler--
--spoiler--
ister istemez Scarlett johansson hayranlığını tavan yaptıran, yaratıcı ve bir o kadar bağımsız bir film. birşey bulmak için girmeyin filmin içine. ya da filmin içine giremediyseniz eğer, sadece o karakter olun. önün geri dönmek için birkaç günü olan, hayalden uyanmak için gün sayan 2 kişiden bahsediyoruz. her ikisi de isteği herşeye sahipler. kariyer, para, iyi birer eş. belki de bu kadar uyumdan mutlu değiller.
filmde güzel bir gönderme var, asıl adamımız, evlidir, aynı zamanda tek gecelik bir ilişki de yaşar ama yine de mutluluğu yasak bir aşkda bulur. olması en uçsuz bucaksız bir olguda.
ve o en son sahne. hepimizin bir an için yaşadığımız o sahne. çevremizde fiziksel olarak binlerce vücudun hareket halinde bulunduğu ama bizim donup kaldığımız sahne. yönetmeni hiç kuşkusuz kutluyorum
--spoiler--
çok abartılan filmlerdendir. aynı dili konuşan iki insanın yabancı bir ülkede yalnızlıklarını paylaşmaları üzerinedir.
charlotte, kocasıyla gelmiştir kore'ye. çok yoğun işleri olan kocası onu yalnız bırakmaktadır. küloduyla odada gezip durmaktadır. sonra, eskisi gibi ünlü olmayan amerikalı aktör bob'la karşılaşır ve aralarında aşktan da öte güzel bir dostluk başlar. tamam konu güzel filan ama beni çok etkilemedi. sanki bir şeyler eksik gibiydi. o yalnız hissetme duygusunu -sondaki sarılma sahnesi hariç- yeteri kadar alamadım ben.
eger yurt disinda yasanmamissa sikici bir filmdir ama japonya'yi ve ya da herhangi bir memlekette yabanci olmayi mukemmel anlatiyor..ayrica 2 sahne var ki deginmeden gecemeyecegim; birincisi murray'in japonya'daki ilk gununde uyuyamayip yataga oturup oylece mal mal bakmasi ki tarafimdan tecrube edilmistir; ikincisi ise yine bill murray'in yasli japonla hastanedeki muhabbeti sirasinda uzak dogulularin acaba ayni seyi 25 kere soylersem anlar mi sorunsali..netekim ben cok eglendim bir nevi kendimi buldum diyebilirim guzel film..
o nasıl bir film başlangıç sahnesidir... scarlett muhtemelen bu tarz görüntüler vererek en seksi kadın konumunda adımlar attı.
bill murray'nin döktürdüğü filmdir. oldukça başarılı ve sıradan ilerlemeyen bir film. tavsiye edelir.
lost dizisi yapımcılarının, hafızam beni yamultmuyorsa, sun ve jin temelli bir bölüme in translation adını vererek çakalca bir gönderme yaptığı filmdir.
cok gercekci buldugum -gercekci bulmayı istemememe ragmen- film.
gercekci bulmak birilerine, bir şeye benzetmek gibi.
sürekli bir şeyleri bir şeylere benzetiyorum da, gerçekten ya.
hiç bir şeye benzetemedigim seyler de yoklar o halde!!
seks sahneleri çok hoşuma gittiginde, scarlett'in bacaklarını görmeden de oluyor demek ki.
bob'u sürekli birine benzettim de kime?
japonlar, özellikle erkekleri bizim erkeklerin daha medenisi gibi,ellemelerini istedikleri kadınlara ellemeleri gerektigini ögrenmişler.
büyük şehirlerde büyük aşklar sanki olamıyor bir türlü, ya da tersi.
filmin mesajı: mesaj diye beklemek, öldürür.
çok eşliliğe karşı olanlara çok eşlilik öneriyorum, eşsizlik gibi.
ya işin kötüsü, son sahnede hayat ölçümün hüzün, mutsuzluk gibi seylere daha yakın oldugunu farkettim mutluluktan ziyade.