el yazısı bir hayli çirkin olduğundan, eşi tarafından temize çekilirdi. o kalın kalın, boy boy kitapların yazılışında, eşi hanımefendinin de payı vardır.
insan ne ile yaşarı okuduğumda ortadoks hristiyanlığının islama ne kadar da benzediğini düşünmüştüm sonra hristianlığın değil tolstoyun islama yakın olduğunu öğrendim.
Leo Nikolayeviç Tolstoy 28 Ağustos 1828 tarihinde, Moskova'nın güneyinde asil ve zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Babası Kont Nikolay ilyiç Tolstoy 1812 yılı Napolyon Savaşlarına iştirak etmiş emekli bir yarbaydı.
Tolstoy çocukluk yıllarında ağabeyi Nikolay'dan etkilenmiş, ergenliğinde rousseau okumuş, gençliğinde önce doğu dilleriyle ilgilenmiş, daha sonra hukuku tercih etmiştir. ancak yalın ve parlak dehası onu özgür olmaya itince, hukuk fakültesini de terketmiştir.
tolstoy uzun bir süre seyehat etmiş, tabiatı ve insanları incelemiştir. batıyı ve kendi ülkesini, insanları tanımış,yeni bir pedagoji sistemi geliştirmiştir.
tolstoy çağını çok iyi gözlemlemiştir.aristokrat sınıfın amaçsız, depdebeli yaşantısına ateş püskürmüştür.
onun ''inancımın niteliği'', ''dogmatik din biliminin eleştirisi'' ve ''sanat nedir'' adlı eserleri tolstoyizm'in tesfirleri niteliğindedir.
tolstoy romanlarında insanoğlunun ne kadar değişik karakterli olduğunu vurgular. ''savaş ve barış'', ''anna karenina'' insan tahlilleri ve canlı tavfirler bakımından birer başesedir.
tolstoy shakespeare'den sonra dünya dillerine en çok tercümesi yapılan yazardır. sadece 1888-1908 yılları arasında, çeşitli dünya dillerine çevrilen eserlerinin sayısı 20 milyonu bulmaktaydı.
tolstoyun kendini arayış seriveni ölünceye kadar sürdü. karısı bile onu anlamadı.tolstoy, bir çocuk gibi küstü ve kaçtı. 82 yaşındaki ihtiyar adam, karanlık ve yağışlı bir ekim gecesinde köyünden ayrıldı. yolda hastalandı. 7 kasım 1910'da küçük bir tren istasyonunda hayata veda etti.
insan ne ile yaşar? adlı kitabında hiç bilmediğim yönlerini görerek farklı bir açıdan bakmaya başladım kendisine.
zengin bir ailenin çocuğu olan tolstoy'un hayatı hakikati aramakla geçmiş ve bu yolda çok şahane eserler kaleme almıştır.
karakter ustası yazar. acayip bir gözlem gücü var. kitaplarında insanları öyle bir betimler ki, etiyle kemiğiyle ruhuyla bir insan canlanır gözünüzün önünde. bir dünya karakter bir hikayeyi oluşturur okurken takip etmekte zorlanırsınız.
kendisi hristiyan bir anarşisttir. dosto nun bununla ilgili benzer bir sözünü aklımda kaldığınca paylaşayım sanırım karamazov kardeşlerde geçiyordu; ''sosyalizm kötüdür ama en kötüsü hristiyan sosyalistlerdir.''
--spoiler--
"Pekâlâ, tanrı yok!" dedim kendi kendime. Benim hayal gücümün ürünü olmayıp da gerçek olan, yani hayatım gibi gerçek biri yok. Yok böyle biri ve hiçbir şey, hiçbir mucize böyle bir şeyi ispatlayamaz. Çünkü, mucizeler benim hayal gücümün ürünleri ve üstelik de mantığa aykırı. "Ya benim aradığım yaratıcı kavramı? Peki bu kavram nereden geliyor?" diye sordum kendi kendime. Bu düşünceyle birlikte içimde yaşama sevinci dalgalanmaya başladı. Çevremdeki her şey yaşam gücü ve anlam kazandı. Fakat sevincim yine uzun sürmedi. Akıl işlemeye devam ediyordu: Bir yandan " tanrı tasavvuru tanrı değildir!" diyordum kendi kendime. Sonra da "tasavvur, benim içimde cereyan eden bir şeydir. Yaratıcı tasavvuru benim içimde uyandırıp uyandıramadığım bir şey. Ben onsuz hayatın olmayacağı bir şeyi arıyorum." diyordum. Şimdi içimdeki ve çevremdeki her şey yine ölüyordu ve ben yine kendimi öldürmek istiyordum. Sonunda kendimi inceledim ve içimde neler oluyor diye kendime baktım. Ölmeye ve dirilmeye dair yüzlerce olay hatırladım. Gördüm ki, ben yalnızca tanrıya inandığımda yaşıyordum. Tanrıyı düşünmem yetiyordu, o zaman hemen diriliyordum. O'nu unuttuğum, o'na inanmadığım zamanlarda ise, yaşam da yok oluyordu. Yaşamın bu diriliş ve ölümleri neydi? Tanrının varlığına inancı kaybettiğimde, sanki yaşamla ilgili bağlarım da kopuyordu. Tanrıyı bulmak konusunda az da olsa umudum olmasa, yaşamıma çoktan son verirdim. Fakat yaşıyordum. O'nu hissettiğim ve o'nu aradığım zaman yaşıyordum. Öyleyse, o vardır. O, o'nsuz yaşanmayan şeydir. Tanrıyı bilmek ve yaşamak, bir ve aynı şeydir. Tanrı yaşamdır. Tanrıyı arayarak yaşadığın takdirde, yaşam tanrısız olmaz."
Eskisinden çok daha güçlü bir şekilde içimdeki ve çevremdeki her şey ışıldadı ve bu ışık yaşantımda beni bir daha hiç terk etmedi. Böylece intihardan kurtuldum, içimdeki bu değişimin ne zaman ve nasıl gerçekleştiğini dile getiremezdim...
--spoiler--
bir hikayesinde dahi bir arayış içinde olan insandır hayatı boyunca insanlığı ne için yaratıldığını ne amaç uğrunda yaratıldığını merak etmiş bu doğrultusunda hareket etmiştir asla dünya lezzetlerinde kanmamıştır eserlerinde dahi karakterlerini paylaşma kardeşlik sevgi duyguları üzerin yoğurmuştur asla zenginliğin insana huzur getiremeyeceğini belirtmiştir sosyalist yanı olsa dahi sosyalizmi savunmamıştır hep bir susamışlık vardır içinde bunu eserlerinde anlaya bilirsiniz bu susuzluğunu EFENDiMiZLE giderebilmiştir hayatın son baharında.
koyu hıristiyan, dayatmacı.şirinler çizgi filminin melodisini la ilahe illallah la ilahe illallah diye veren kanal 7 den farkı yok. kitaplarındaki temel fikir de "eğer iyi bir hıristiyan olursanız, siz de şirinleri görebilirsiniz." şeklinde.
okuyun, ne yaptığını daha iyi anlayın derim.özellikle ateşi kıvılcımken söndürmeli diye bir kitabı var, akıllara zarar.
yönetmenliğini Michael Hoffman'ın yaptığı ve başrollerini Helen Mirren, James McAvoy ve Christopher Plummer'ın paylaştığı "the last station" filminde hayatınının son döneminin kısmen anlatıldığı filozof, yazar. *
genel ve en sık rastlanan aldanışlardan biri, her insanın belli bir şekilde nitelenebileceği. insanlar nehirler gibidir. hepsindeki su bir ve aynıdır ama her nehir bazı yerde dardır, bazı yerde daha hızlı akar. burada geniş, şurada durgun yada berrak, veya soğuk, yada bulanık veya ılıktır. her insanın içinde tüm insana özgü niteliklerin tohumu vardır ve şimdi birini, biraz sonra ötekini ortaya koyar. çoğunluk kendine benzemez ama yine de aynı kimsedir.**