kısa bir hikaye

    18.
  1. Fatih Sultan Mehmet Han çocukken çok yaramaz bir öğrenciydi. Ders esnasında yaptığı şımarıklıklarla Hocası Akşemseddin’i çileden çıkarırdı. Hocası kendisine kızdığı zaman hemen “Ben Padişahın oğluyum bana bir şey yapamazsın” deyip tehdit ediyordu. Padişaha şikâyet etmeyi edepsizlik sayan Akşemseddin, durumu II. Murat’a anlatamıyordu. Ancak gün geldi artık küçük Mehmet’in yaptığı yaramazlıklar çekilmez hale geldi.

    Bunun üzerine destur dileyip II. Murat’ın huzuruna çıktı. “Padişahım size bir hususu arz edeceğim ancak hayâ ediyorum” deyince II. Murat “Buyur çekinmeden anlatabilirsin” dedi. Bu söz Akşemseddin’i rahatlattı ve başladı olayı anlatmaya. Padişahım oğlunuz, ciğerpareniz Mehmet çok yaramaz, onun yaramazlıkları yüzünden ders işleyemiyorum, kendisine kızdığım zamanda hemen sizinle beni tehdit ediyor deyince II. Murat Akşemseddin’in yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldar.

    II. Murad’ın kulağına söylediği sözleri duyan Akşemseddin çok şaşırdı. Bu ne plandı, mümkün değildi bu planı uygulamak. Akşemseddin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de Padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi.

    Ertesi gün yine derste Mehmet yaramazlık yapıyordu. Akşemseddin’in uyarısına aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemseddin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi. Padişah mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.

    Olaylar karşısında Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Fatih Sultan Mehmet allak bullak olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi. Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı.

    Eğitimin ne olduğunu II.Murat kadar olmasa da; en azından kendi çocuğunu yanlış yollara sürüklemeyecek kadar idrak etmiş anne ve babalara ihtiyaç var. Unutmayalım, Çocuklar şımarık doğmaz; diplomalı,maaşlı ama eğitimsiz ebeveynler tarafından şımartılır bunu unutmayalım...
    5 ...
  2. 2.
  3. Bir ülkede dört kişi yaşıyormuş…

    Bunların adları da,
    Herkes,
    Birisi,
    Herhangi Biri ve Hiç Kimse imiş…

    Bir gün yapılması gereken çok önemli bir iş ortaya çıkmış…
    Herkes,
    Birisi’nin bu işi yapacağından eminmiş.

    Gerçi işi,
    Herhangi Biri de yapabilirmiş ama,
    Hiç Kimse yapmamış.

    Birisi bu durumda çok kızmış.

    Çünkü iş,
    Herkes’in işiymiş.

    Herkes, Herhangi Biri’nin bu işi yapabilecegini düşünüyormuş.

    Ama,
    Hiç Kimse, Herkes’in yapamayacağının farkında değilmiş.

    Sonunda,Herhangi Biri’nin yapabileceği bir işi,
    Hiç Kimse yapmadığı
    için,

    Herkes, Birisini suçlamış. .
    4 ...
  4. 8.
  5. Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
    Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
    En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
    verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne
    olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
    Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
    Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

    işte hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
    Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.

    Engeller bizi daha da güçlendirecek, hedeflerimize ulaşmamızı daha da kolaylaştıracak.

    tabi ki eşek değiliz ama sevdiklerimizin yardımıyla derinliklerden aydınlığa çıkmak mümkün.
    3 ...
  6. 6.
  7. Dağda özgürce yaşayan bir inek, bir beygir, bir eşek, dağılıp insanların arasına...... karışarak ne yaptıklarını öğrenmeye ve beş yıl sonra buluşmaya karar verdiler. Her biri başka yöne yola çıktılar.
    Beş yıl sonra buluşma yerine önce inek ile beygir geldi.
    Ikisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüşlerdi.
    Beygir sordu: “Nedir bu halin inek?..”
    Inek iç çekerek anlattı:
    “Bu insanlar merhametsiz. Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha varmış, onu yanıma koyup çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş…”
    Sonra beygir anlattı:
    “Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler. O indi öbürü bindi, o indi öbürü bindi… Binmedikleri zamanlar zincire vurdular… Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğimde arkama kocaman bir araba bağladılar, bu sefer birçoğunu birden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım yav inek kardeş…”

    Ve uzaktan eşek gözüktü.
    Eşek; ıslık çala çala, taşlara tekme ata ata geldi. Mutluydu.
    Şişmanlamıştı, tüyleri parlıyordu, gözlerinin içi gülüyordu, üzerinde lacivert takımlar vardı.
    Inek ile beygir, “Nedir bu halin, neler oldu” diye merakla sordular, eşek anlattı:
    “Bir memlekete vardım, birisi bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, duyan benim yanıma koştu, duyan koştu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım…”
    “Sonra?..”
    “Sonra beni başkan seçtiler…”
    “Yani sen başkan mı oldun?..”
    “Evet… Bir şey yapmama gerek kalmıyordu, ben bağırdıkça onlar ‘Memleket seninle gurur duyuyor’ diye alkışladılar. Yiyecek birçok şey vardı. Ben ise yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım…”
    “Pekiii… Senin eşek olduğunu anlamadılar mı?…”
    Eşek yanıtladı: “Valla yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadılar.
    5 ...
  8. 16.
  9. Filozofun Keskin Zekası

    Eski çağlarda yaşayan bir filozof, daima gerçekleri söylediği için kralı kızdırmıştı.

    Kral filozofa ölüm cezası verdi ve ölmeden önce filozofun zekasıyla alay etmek için ona şöyle dedi:

    – Ölmeden önce son bir cümle söylemene izin vereceğim. Bu söylediğin cümle doğru çıkarsa başın kesilecek; yalan çıkarsa asılacaksın.

    Filozof, derhal bir cümle söyledi ve her iki ölümden de kurtuldu:

    – Beni asarak öldüreceksiniz.

    Şimdi, onu asmaya götürseler, filozof doğruyu söylemiş oluyordu ki o zaman asılması değil, başının kesilmesi lazımdı. Yok eğer başını kesmeye götürseler, o zaman yalan söylemiş oluyordu ki asılması gerekti. Böylece, onu ne asabildiler, ne de başını kesebildiler!
    2 ...
  10. 3.
  11. Japonya'da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir:

    Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.

    Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.

    Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle... Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir...

    ''Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine,
    sevmek ve sevilmek için çareler arayın.''
    3 ...
  12. 9.
  13. Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar.

    - Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş
    Kadın kocasına
    - Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor. ‘ demiş.
    Kocası ona bakmış, hiçbir sey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş.
    Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş.
    Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmıs, bak demiş kocasına
    - Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?’
    Kocası uzun uzun karisina bakmış; Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim’ diye cevap vermiş.

    Hayatta böyle değil midir ?
    Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır.
    Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya davranmadan önce Kalp(pencere) durumumuza bakmak ve ‘iyi’ olanı görmeye hazır olup olmadığımızı farketmek güzel bir fikir olabilir !…
    3 ...
  14. 20.
  15. Sonra Kemal kılıçdaroğlu gelir sana söz halledeceğiz der.
    1 ...
  16. 19.
  17. Kısa Hikaye: Adamın biri emekli olduktan sonra bir okulun yanında küçük bir ev aldı. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirdi ama okullar açılınca huzuru kaçtı.

    Okulların açıldığı ilk günden itibaren öğrenciler, dersten çıkar çıkmaz yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmeliyorlar, anlamsız sesler çıkararak bağırıp çağrıyorlar, dayanılmaz gürültüler yapıyorlardı. Çocukların gürültülerinin dinmek tükenmek bilmeyeceğini anlayan yaşlı adam, bu işe kurnazca bir çözüm buldu. Ertesi gün çocuklar okuldan çıkıp, yine dayanılmaz gürültüler yaparak evinin önünden geçerken yaşlı adam dışarı çıktı ve onlara bir öneride bulundu.

    “Siz hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz” dedi.

    “Sizden bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Kabul ederseniz, eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün bir dolar veririm. ”

    Bu öneri çocukların çok hoşuna gitti. Her gün hem eğleniyorlar, hem bol bol gürültü yapıyorlar, hem de bir dolar para kazanıyorlardı.Bu durum bir hafta bu biçimde sürdükten sonra birgün yaşlı adam çocukları yine durdurdu ve onlara kısa bir açıklama yaptı:

    “Sevgili çocuklar, yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı” dedi. “Bugünden sonra size ancak elli sent verebileceğim. Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım.”

    Bu durumdan pek hoşlanmamalarına karşın çocuklar yaşlı adama anlayış gösterdiler ve günlük gürültülerini elli sent karşıladığında yapmayı kabul ettiler. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra yaşlı adam birgün çocukları yine durdurdu ve onlara bir durum açıklaması daha yapmak zorunda kaldığını bildirdi:

    “Bakın, bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar” dedi.

    “Durumum biraz sıkışık… Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka birşey yok… Bundan sonra size ancak yirmibeş sent verebileceğim… Tamam mı?.. Anlaştık mı?”

    Yaşlı adamın bu son önerisi, çocukların hiç de hoşuna gitmedi. “Olanaksız bayım” dedi içlerinden biri. “Günde yirmibeş sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kusura bakmayın ama, biz işi bırakıyoruz.”
    1 ...
  18. 10.
  19. kısaca .......
    Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
    Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
    O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…
    işte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi
    Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…
    Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.
    Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.
    Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.
    Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.
    Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;
    ‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.
    Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.
    Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.
    Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.
    Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.
    Çocuklarınızla oynayın.
    Sağlığınıza dikkat edin.
    Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.
    Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.
    Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.
    Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.
    Gerisi hep kumdur…’
    Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük