Mahallemize; başka mahalleden Akli dengesi yerinde olmayan bir abi gelirdi. Kollarını iki yana açmış, kafasını sağa sola sallayarak ve aynı anda koşarak. Çok korkardım ondan, koşarak eve kaçardım. Hatta ağlardım, bize zarar verecek sanırdım. Halbuki o; koşarak geçip giderdi.
Her sabah andımızı okurken Ey büyük Atatürk denildiği için Atatürkü 4 5 metre dev insan sanıyordum. Rüyalarıma bile girmişti. 1. Sınıfım Atatürkten korkarak geçmişti...
çocukken ne kadar tatlı birer gerizekalı olduğumuzu ispat eden şeylerdir. hepsi de güzeldir. ben mesela direksiyonu ne kadar sıkı tutarsan araba o kadar hızlı gidiyor sanıyordum.
Elektrik kesildiğinde mum yakılırdı, ben mumun elektrikler gelsin diye yakıldığını sanırdım.
Mumun ışığı lambaya giriyor falan gibi bir hayal dünyasında olduğumu hatırlıyorum. Hafif bir rüzgarda mumun alevi sallanır ve elektrik gelmek üzere diye düşünürdüm.
Şimdi düşününce ne kadar masumca diyorum kendime, ama elbette ne kadar aptalca diyenlerde olacaklar.
Güzel günlerdi o günler, ne güzel atlar kaldı binecek, ne de güzel insanlar, zaten gidecek güzel diyarlarda yok.
Annem herkes kendine göre birini bulur dediğinde çirkin olduğumu düşündüğüm için çirkin birini bulmak zorunda olduğumu zannedip üzülürdüm. Gerçi doğru galiba. Neyse.
Şu cami minberi varya merdivenli yer oranın en tepesinin çevresi hep bir örtüyle kaplıdır.kucukken korkardim. orada birinin, yüce bir varlığın oturduğunu düşünürdüm.
fotoğraf makinesinin içinde kalacağımı zannederek fotoğraf çektirmek istemezdim. sonrasında güç bela ağlak pozlarıma bakıp beni niye orada bıraktınız diye tekrar ağlardım. ağlamak bende ata sporu gibi bir şeymiş meğer.
hayatın hep aynı süreceğini, şuan içinden çıkılmaz hal almış durumda durumun hiç değişmeyeceğini düşündüğüm gibi küçükken sanki hep öyle kalacağımı falan düşünürdüm. Ama hiç bir şey hiç bir zaman aynı kalmıyor, hayat ne olursa olsun hep devam ediyor ve en içinden çıkılmaz an bile bir dakika sonra sona eriyor.