babamla bir gün büyük bir yemek masasına oturacağız ve bana hayata dair tüm prosedürleri anlatacak, ben de bol bol not alacağım sanardım.
"notere şu nedenle gidersin, şu işlemin bedeli şu kadardır."
"evlenirken nikah memuru ayağına gelsin istiyorsan 5 ay önceden randevu alman lazım. ki buna rağmen, istanbul trafiği sağ olsun, yine de geç gelebilecektir."
"aile hekiminin sağlık raporuna askerliğe elverişlidir yazması lazım, uygundur yazarsa askerlik şubesi kabul etmez."
"akciğer filmi verem savaş dispanserinden alınır, ama sabah gidersen öğleden sonra, öğleden sonra gidersen ertesi gün alırsın."
"vize başvurusu yaparken dikkat et, arkası beyaz fonlu vesikalığının 3 aydan önce çekilmemiş olması lazım."
gibi...
gel gör ki böyle bir şey olmadı ve her şeyi yaşayarak, götümüze hesapsız kitapsız şeyler girdikçe öğrendik.
(bkz: bizim bakkal)
babamın aldığım her şey için el altından parayı uzattığı ama benim hiç görmediğim o bakkal. adı da buydu.*
(bkz: bizim saha)
evimizin yanında kocaman bi futbol sahası vardı ve bi tek abilerimi ve arkadaşlarını oynarken görürdüm. o da bizimdi. küçükken her şey benimdi.*
gece yolculuklarında arabanın farlarından dolayı yanan yol kenarındaki fosforlu direkleri hep babam yakar sanardım. "bi de şu uzaktakileri de yaksana" derdim yakardı. inanılmaz.*
çocuk hali ile inanılan şeylerdir. büyüdükçe her şeyin daha güzel olacağını sanardım. şimdi ise küçük yaşlara dönmenin hayali ile yanıp tutuşuyorsun. o saf halini ve o zamanların güzelliğini özlüyorsun her daim..