haftasonları sobanın üzerinde kızaran ekmeğin kokusuyla uyanmak,erik,kiraz ağaçlarının tepesinde karnın ağrıyana kadar yemek,karşı cinse duyduğun ilk özlem,apartmanda merdivenlerde ki doğal reverb den faydalanıp bağıra bağıra şarkı söylemek,tüm hayallerine gerçekmişçesine inanmak.
ballı ekmek. yani şimdi yapamaz mısın demeyin lan, eski tadını vermiyor bu lanet. maç yaparken annenin çağırması, camdan vermesi ballı ekmeği, oraya buraya bulaştıra bulaştıra yemek.**
- bakkaldaki kavanozdan maşa ile sayarak aldığımız solucan şeklindeki jelibonlar. şimdi kiloyla ye hiç onun gibi tadı yok.
- nefesin kesilip boğazın kuruyana kadar koşup oynayıp kapıda kan ter içinde anneye su diye yalvarırken bi de üstüne hasta olacaksın diye dayak yemek. sonra annenin acıyıp sarılması. dayağı atan annenin kucağında naza vurup daha çok bağırmak.
aslında çocukken yaşadığımız her şey paradan değerliydi zaten. biz büyüdük parayı tanıdık ve kirlendi dünya.
gazoz kapakları vardı. bütün mahaller gezilir, yerlerden toplanırdı. Sonra onlar taşla ezilir, oyunlar oynanırdı-en azından bizim mahallede-. Bir torba dolusu gazoz kapağının vereceği haz, evden alacağın üç kuruşla kıyaslanamazdı. Çünkü parayla alınamazlardı. Ey gidi günler ey.
yaramazlık yapıp anneden dayak yememek için sokakta babanın gelmesini beklemek ve hava kararınca babanın yoldan görünmesi koşup elini tutmak, sıcacık ekmek ve cips almak ekmeği ısıra ısıra eve doğru yürümek. ve babanın elini tuttuğunda hissettiğin güven. benim babam hepinizi döver...