oturduğun mahallede her zaman seninle oyun oynamaya hazır arkadaşlar.
ben 90 larda büyüdüm, yokluk vardı tabi genel anlamda.. ne biliyim bir magnum bir pringles alamazdık yani. bakın hiç unutmam star gazetesi pringles dağıtacak dediler, amk marketi yıkacaktık. hep yoktan var edilen oyunlar oynanırdı.. gazoz kapağı, 9 taş, çelik çomak, 3 taş. öyle bir yoklukmuş ki taşla, sopa ile oynuyormuşuz! ha bir de bilye, taso falan vardı, onları da cüzi rakamlara tedarik edebiliyorduk. mahallenin marangozundan çıta isterdik uçurtma için, para almazdı bizden. dönüp arkama baktığımda hiç şikayet etmiyorduk, maddiyata değil maneviyata değer verdiğimiz için mutluyduk.
en değerlisi de birbirinin kuyusunu kazma niyetinde olmayan arkadaşlar vardı.
Arkadaşlıktı galiba. Ama ben çok severdim arkadaşlarımı onlar ise benim kadar sıcak kanlı değildi nedense. Anlayamadım nedenini hiçbir zaman. Bu daha sonraları da hep böyle oldu.
Yılbaşı ağacı.
Süslü, 1 metrelik bir şey. O zaman boyum kadar tabi. Çok istemiştim babamın o sırada parası yoktu ama yılbaşı olmadan alıp getirmişti bana.
ailenin akşam yemeğinde hep beraber olabilmesidir. bu ülkedeki ailelerin yarısından fazlası sorunlu dolayısı ile huzur içerisinde yenilebilen akşam yemekleri bir insanın her dönemindeki en değerli şeyler sanki.
Tasolarım, misketlerim, annemin pazardan aldığı eski parçalı(metin oktay tip) 10 numara galatasaray formam, teyzemin aldığı ferrari f50 model kumandalı araba, molten marka futbol topum, 23 nisanda küçük asker oyununda giydiğim asker kıyafetim.
oyun oynamaktı. aklın ermiyor, ne doğru ne yanlış bilemiyorsun ve sadece avare gibi oyun oynuyorsun. özgürce yaptığım tek şey oyun oynamaktı diyebilirim. hey gidi günler...