sayın valim, sayın garnizon komutanım, sayın belediye başkanım ve siz geleceğimizin teminatı olan fakat götünü yerinden kaldıramayan, elini yüzünü yıkamaktan aciz gençler.
şimdi ben hakkari de bulunmam münasebetiyle görme fırsatı bulduğum devletin bazı taraflı uygulamalarını buraya yazdıkça yazarım. hatta dur birkaçını yazayım;
- hakkari nin yolu hergün sabah 08:00 ve 17:00 saatleri arasında kapalı. kar değil, çığ değil, deprem değil lakin kapalı. sadece 2 iş makinası olan kıçıboklu bir müteaahite yolu genişletmesi için ihale vermişler. ihale şartnamesinde işin bitirilmesi gereken süre 1 yıl. arkadaşlar 4 yıldır yol kapalı. hiç bu çile çekilmeden, onca para bu kadar heba edilmeden sözkonusu yere bir viyadükcük yapılarak sorun halledilebilir. ama olmaz viyadük dediğin istanbul da yapılır, adı da molla gürani, molla hasan konur. hastanesi yetersiz olan şehirde doğum yapan kadın van a sevkedilir fakat yol kapalıdır ve tek çıkışı olan şehirde kadın ölür. yıl 2008 türkiye de bir şehir. köy değil, mezra değil ama yolu kapalı olan bir şehir. valla sizi bilmem ama benim hakikaten zoruma gidiyor ayıp.
- etrafındaki su kaynakları ile belki de tüm türkiye nin içme suyu ihtiyacını karşılayabilecek potansiyele sahip olan ve piyasada satılan birçok sudan muhteviyat açısından daha iyi sulara sahip olan bir şehrin suyu gündüz yani sabah 08:00 - 17:00 arası akmaz. bildiğin akmaz. yüzünü yıkayamazssın.
- asfalt denilen yol malzemesinin bu şehirde bugüne kadar esamesi okunmamış. şehir içindeki yerleşim alanların değişik yükseltilerde oluşu herhangi yağışta şehrin neredeyse tüm yollarını kullanamaz hale getirir. öğrenci okula gidemez, hasta hastaneye.
- özel bir rehabilitasyon merkezinde psikolojik danışman olarak çalışıyorum. öğrencilerim zihinsel engelli öğrenciler. normal insanların bile survive olayını gerçekleştirmekte zorlandıkları bu yerde onların yaşayışlarına değinmesem daha iyi. ama şunu söyleyeyim; siktiğimin yerinde bi tane psikiyatrist olsa belki birçoğu rehabilite olabilir. bi öğrencime renkleri trafik ışıkları üzerinden öğretmeye çalıştım. ilk başta kırmızı, sarı ve yeşil renklerini öğrendi çocuk sonrasında bunların trafik ışıklarında ne anlama geldiğini. çocuğun engelli olmasından ötürü bunu çocuğa benimsetmem 2 ayımı aldı. bahsettiğim çalışma bittikten sonra yani ikinci aydan sonra çocuk aynen şunu söyledi; "öğretmenim hakkari de trafik ışığı nerde var". düşündüm; yoktu. "sen en azından renkleri ve bunlaraın ne anlama geldiğini bil yeter dedim ve geçiştirdim. ama unutamadım. belki çocuk hayatı boyunca hiç trafik lambası görmeyecek. belki...
şimdi hayatı boyunca götleri atakule veya uludağ dan fazla rakım görmemiş arkadaşlar aynen şunu söyeleyecek; "devlet fabrika yapıyor onlar yakıyor, devlet öğretmen-doktor yolluyor onlar öğretmeni doktoru kurşunluyor". işte yurdumun anadoludan görünüm gençleri böyle diyecek. ama bilmeyecek öğretmenevinde kalan öğretmeninin su sıkıntısından dolayı banyo yapamadığını, adet gördüğünü, koktuğunu ama su kesik olduğundan yıkanamadığını. kürt değil ha1 bahsettiğim manisa dan, ısparta dan, ankara dan gelen öğretmen. okuluna gidene kadar artistik patinaj becerisinden yoksun olması ile ilgili olacak ki 3-5 defa yere düşen. 30 yataklı virane öğretmenevinde yer bulamayan, lojmanı olmayan öğretmen. kürt olsa önemli değil ya hani işte safkan türk öğretmen.
normalde bu paragrafa başlarken "haddime değil ama" diye başlamayı yeğlerdim. ama bu sefer gerek duymuyorum; götünüzü kaldırın, biraz memleketinizi dolaşın, work and traveli umursadığınız kadar bayburtu görmemiş olmanın eksikliğini de umursayın. [bayburt u görmemiş olmak bir eksiklik midir? evet bence büyük noksan]. bu sayede biraz edinin. ki bi kızın size götcüğünü vermemesi, arkadaşınızın sizi satması yahut çok pikselli telefonunuzun tuvalet deliğine düşmesi[bu durum tam anlamıyla "bir bok yoluna gidiş" tir] gibi mühim olamayan olaylar sizi sarsmasın gelip bura abuk sabuk şeyler yazmanıza neden olmasın. olun artık lan olun!
tek suçu(!) istiklal marşı okutmak olan bir öğretmeni bayrak direğine asarak şehit eden nonoş tiplilerin ve onları her alanda savunma çabasında olan dallamaların "devlet eğitim vermedi" gibi abuk söylemlerle üzerinde durdukları hülya.
eğitimsizlik ve çaresizlikle ortaya çıkan bir durumdur. kendilerini buranın vatandaşı olarak görüyorlarsa ne mutlu bize. kaç kişi ataması çıkınca koşa koşa gidiyor doğuya?
eğer içinde yaşadığın köyü devlet yakmışsa,balıkkesir'in ve güney-doğu anadolu dışındaki illerin tüm köylerine su elektirik vermişse devlet bu köylerede vermesi gerekir ve vermek zorundadır.
tayinlerini tayin ettiriyorsa kürtlere eğitim sağlık hizmeti vermek için gelen görevliler,kürt halkınında her tc vatandışının sıkıntığı çekmeden ulaştıkları uygulamalarını istemekde haklılardırlar.
bir düşünelim
antalya' dan şırnak'ın bir köyünde çıkan atamasını neden tayin ettirmek ister bir öğretmen?
mersin'in hemen hemen her köy okulunun kütüphanesi varken neden diyarbakır' ın silvan ilçesinin yoktur?
ve herşeyi devletten bekleyen kürtler değildir.çünkü sizler evinizde sıcak odanızda tv izlerken oradaki insanlar karanlıkta oturuyorlardır.sizin beklemeden gördüklerinizi kürt bölgesinde göremedikleri için bekler bazı şeyleri kürtler.yapılması gerekenleri beklemeleri herkesin olduğu kadar kürtlerinde hakkıdır.
oturduğunuz yerden yorumlaması kolay.!
özellikle eğitim fakültelerini mesken edinmiş anlayış. her ne hikmetse mezuniyet akabinde gerçekleştirilmeyen hayallere gebe tartışmaların çıkış noktası.
bilenlir bilir. eğitim fakülteleri enteresan bir şekilde çapulcularla doludur. türkçe'yi konuşamamasına rağmen türkçe öğretmenliği bölümünde yer işgal eder bazıları. ** eğitim fakültelerinde okuyan bu güzide(!) kardeş(!)lerimiz o koca kıçlarını devletin tahsis ettiği sıralara yayarak ileri geri konuşmayı meziyet sanarlar. "devlet bize bahmiyir" ve türevi cümlelerle, birbirinden dayanaksız argümanlarla devletin kürtlere karşı sistemli bir biçimde yazık ettiği hususunda tonlarca kof önerme atarLar ortaya. öğrenim süreleri boyunca çeşitli yasa dışı örgütlerle işbirliği içerisine girip ortama negatif enerji ve nifak tohumları ekmekten geri durmazlar. doğu illerine eğitim götürülmeyerek insanların kasten cahil bırakıldığını öne sürerler.
4 yıl boyunca aynı muhabbeti duymanız mümkün. ancak kpss ismi verilen mereti atlatan idealist kürt arkadaş(!)lar büyük şehirlere kapağı atmak için birbiriyle yarışır. devlet oraya öğretmen yollamıyor deyip en batı vilayetlere kapak atma uğraşı ne tip bir mantıkla bağdaşmaktadır anlayabilen beri gelsin. biraz sola kırıp tam yol ileri giderek bu kimselere bir korna yapmak suretiyle altlarına etmelerini sağlasın.
bir takım insanlarca konuyla alakalı halen devletin suçlandığını gösteren acı durumdur.
yakın geçmişe bir göz atalım.
savaştan beraber çıkıldı. batı canla başla yıkılmışlarını geri getirip yepyeni bir medeniyetin temelini atarken, tuncelide ağanın adamları dökülen asfalt yolu kazıyor, diyarbakırda ağaların adamları rayları söküp kullanılmaz hale getiriyordu. (1934)
genç cumhuriyetin ilk öğretmenleri doğuya bilgi götürmek için son derece istekliydi. ama giden gelmedi. gencecik kadınlar, insanlar ağaların adamları tarafından öldürüldü. hatta öyle ki idealist imamlar dahi ağaların adamlarının hışmından kurtulamadı. (1936)
aynı ağalar 3 üniversite kurulacak parayla düğünler yaparken, devlete isyan eden kürt kardeşlerimizin gıkı çıkmadı.
batının zenginleri okul yaparken, batının çiftçisi, hayvancısı kendini toparlarken, batı verdiği kredilerle iş adamları yaratırken; doğunun halkı ağasına çalıştı, topraklarını onun için kullandı, hayvanını ağasına verdi, onun için baktı.
devletin her müdahalesinde ise hep ağasının yanında oldu.
devlet; halk için vardır, ve halka rağmen hareket edemez.
bu gün doğunun yoksulluğu, kürt halkının içerisinde halen daha bulunduğu hareketlerin doğal sonucudur beyler bayanlar. kürt halkının kollektif çalışma yoksunluğundandır.
iki tepe üzerinde ki iki köy lehçe farklılığından birbiriyle anlaşamaz; dünya üzerinde ki toplam nüfusu 25 milyon olan bir halkın 192 tane lehçe üretmesinin sebebi kollektif çalışma yoksunluğu, toplumsal yardımlaşma kısırlığındandır.
600 milyonluk türk milletinin taş çatlasa 20 tane lehçesi vardır. buda; tam tersine sürekli kollektif çalışmaktan, imeceden, yardımlaşmadan geçer.
batının bugün içerisinde bulunduğu durum devlet elinden değil, zenginlerinin düğün yapmak yerine okul yaptırmasından, halkının öğretmen kesmemesinden, asfalt kazımamasından, rayları sökmemesinden ileri gelir.
takkeyi önüne koyup düşünmesi gerekenler kürtlerdir; bu devlet değil.
Devletin kendi ayıbını bir ulusun ayıbı gibi sunma ayıbı olan düşünce.
--spoiler--
ben bu adama cocugumun eskilerini veriyordum
--spoiler--
Yani, ben ona acıyıp elbise veriyorum ( devletim ya ben) o şerefsiz de kalkıp benden durduk yere özgürlük istiyor. Elbise bağışladım ya sana daha ne istiyorsun dürzü, denilmesi gerekir bu durumda.
Peki sen hiç eski elbise istemenin utancını yaşadın mı, diye de akla bir soru geliyor.
Yok ama onlar yüzsüzdür, utanç nedir bilmezler, kuyrukları dahi vardır onların.
ağa-şeyh-devlet üçgeninde ezilen insanlarin dertlerini anlayamayan insanlarin savunabilecekleri başlık. bir taraftan ağa ezer bir taraftan şeyhler sömürü diğer taraftan devlet yok sayar... bir taraftanda son zamanlarda artarak toplumsal linç kültürüyle karşı karşıya kalmaları sonun başlangıncı olsa gerek. hadi kötüleyin, aşağılayın, küfredin... çözümün varsa konuş yoksa oturt o poponu koltuğuna basur olsun!. ağalar dört dörtlük yaşarlar, şeyhlerin hiçbirşeyi eksik olmaz, ''devletin adamları'nın da hiçbir tasası yok. olan yine fakire fukaraya oluyor bunu bir türlü kuş kadar olan beyninize sokamadınız gitti bunu oraya sokamadığınız sürecede insanlari kötülersiniz sonra düşman edersiniz düşman ettikten sonra da neyin eksik dersin öyle değil mi?...
kardeşim insanlar aç, perişan bu kış gününde donarak haya mücadelesi ediyorlar ne diyorsunuz siz?? insanların karnı açken neyi düşünecekler? açlığın mertliği bozduğunu bilmez misiniz?. insanlar açken sizler veya bizler neyin dalaşını yapıyoruz? sen hergün et yerken hergün ekmek bulamayınları kaç kez düşündün?. senin modan değişince kıyafet değişirsin, birileri de 10 kez yama yapıp kıyafetini giyerken kaç kez düşündün bunları? poponuzu soğuk havaya çıkarmayın aman üşürsünüz sonra...
bir türkü var bilir misiniz? ''bulgurunun tarhana fakirlik bizden yana gurban olam oy ana insanın yozu kaldı...''
"Kurtulmak ve yaşamak için çalışan, çalışmak zorunda olan bir halkız. Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır, yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve ömrünü çalışmadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuzda yeri yoktur, hakkı yoktur."
"ya kimden bekleyeceklerdi?" sorusuyla yanıtlanabilir. doğunun en büyük üç ilinden biri olan diyarbakır ın arka sokaklarının yollarının toprak olduğu, işsizlik oranının yüzde 60 * olarak açıklandığı, insanların açlık,cahillik ve terör üçgeninde yönlerini kaybetmeden hayatlarını idame etmelerinin zorluğu düşünülürse, yöre insanından duyulması hiç de şaşırtıcı gelmeyen istektir.
devlet her evladının saçlarını okşar, ilgi ve sevgi gösterir. fakat sen, devlet senin saçlarını okşayıp, senden sonraki çocuğuna geçtiğinde, sen ona parmak atmaya kalkarsan, bu ancak ve ancak senin canının yanacağının işaretidir.
tüm doğu karadeniz'i ve güneydoğu anadolu'yu gezmiş biri olarak söylebilirm ki doğu karadeniz güneydoğu anadolu'dan daha fakirdir.
fakat doğu karadeniz'in yolları, su tesisatları, lağım tesisatları, elektirik tesisatları filan vardır.
işte iki diyalog;
artvin'de bir köy;
-dede, ne yapıyosun öyle?
+ne yapalım dağdan eve su alıyoruz oğul.
veya;
-millet ne yapıyorsunuz öyle?
+bizim lağım tesisatı bozulmuş onu yapıyoruz. gelsene yardım edersin.
veya;
-millet ne yapıyorsunuz öyle?
+internet hattı çekiyoruz. (oha. köyde internet vardı fakat hattı gerçekten kendileri mi çekti bilmiyorum.*)
ve işte tunceli'de bir köy;
-dede, ne yapıyorsun öyle?
+oturuyorum oğlum.
-dede buralarda bi' çeşme yok mu su içelim?
+bi' kilometre ötede var.
-neden evlerinizde yok?
+devlet getirmedi oğul.
ve daha yaşanmış birçok örnek. ee insan bu örnekleri birebir yaşayınca haklılık payı buluyor birazda olsa.
devletin eksikliklerinin yanında, bir fıkrayla da kısmen desteklenen alışkanlıktır.
evet devletin doğu'ya yapması gerekenleri yapmaması eksikliktir ama be kardeşim, her şey de devlettwen beklenmez ki? senin zengin ağalarının hepsi çıkıp batıya yatırım yaparsa, teşvik yaslarından iç ettikleri parayı sana kullanmazsa ne yapacaksın? seni "fabrika kuracam" diye dolandıran adamı sen çıkıp milletvekili seçersen nasıl olacak?
neyse fıkramızı yazıp bağlayalım.
zamanın birinde 3 ortak varmış, bunlardan biri trabzonlu, biri kayserili diğeri de diyarbakırlı imiş. bunlar bir ihaleye katılmak için 3'ü yola çıkmışlar ve yolda geçirdikleri feci bir kaza sonucunda öteki dünyaya göç etmişler. ahali bunları defnettikten 1 ay sonra trabzonlu çıkmış gelmiş, demişler "ne iş?" başlamış anlatmaya, "öteki tarafta yer kalmamış, 1 trilyon vereni gönderiyolardı ben de bastım geldim" deyince, ötekiler "e diğerleri nerde?" sorusunu sormuşlar. bizimki de, "valla ben en son geliyoken, kayserili "700 milyara olmaz mı" diyodu, diyarbakırlı da, "ben niye verecem, devlet versin" diyodu" demiş.
1983 senesinde muş'un merkezindeki hal şöyle idi; küçük çay ocakları vardı, bu çay ocaklarının önünde küçük oturaklarda koca götlü adamlar bir gün beni devlet işe alır mı acaba diye mal mal düşünür kıtlama çay içerlerdi. birkaç tane devlet dairesinde çalışan insanı görüp özenirlerdi. okumak veya çalışmak ile bir şeyler kazanmak anlayışı yoktu. elbette bu adamlardan bazıları batıya göç edip zamanla çalışmaya başladılar. ama senelerce mal gibi oturdular, bir şey üretmediler, devlet de onlara bir türlü baktı, çocuklarını yatılı bölge okullarında okutanlar bile devletten ekstra paralar istediler. bir türlü devlet onlardan birşey talep etse devlete yaslanmaya ve para koparmaya çalıştılar. halk eğitim merkezlerinde okuma yazma seferberliği için gönderilen kitapları fareler yedi. para kazanmayı yakınlardaki ülkelerden kaçak eşya getirip satmakta aradılar. katırcılık diye bir meslek vardı yahu! adamlar katırla kaçak mal getirmekle yaşıyorlardı. yavşak devlet de göz yumdu bu mallıklara. senelerce kuralsızlıkla ve devlet sübvansiyonuyla asalaklaştı bunlar. dört senemi verdim, biliyorum.
geçenlerde ermeni asıllı bir arkadaşın bu konuyla ilgili çok hoş bir tespiti oldu. 'onlar herşeyi ermeniler, rumlar gibi gibi azınlık statüsü kazanabilmek için yapıyor'. ama öyleyse gerçekten hangi birine ayrıcalık vericeksin milyonlarca kürt var...
10çocuk yapıp ben bunlara bakamıyorum devlet baksın anlayışıdır. bölgenin şartları nedeniyle gelmediği iddia edilir ama ankaranın 60 km kuzey batısında ayaş'ın yagmurdede köyüne bağlı iki mahalle ** de hala evlerde su yoktur. köyün çeşmesinden 60-70 yaşındaki neneler evlere taşırlar.
yani farklı bir durum yoktur ama onlar özerliklik isterler. aslında özerkliği de onlar değil amerika-israil çıkarları doğrultusunda istiyor.
Sadece Türkiye'ye has değildir.
ABD'de herşeyi devletten beklerler.
New Jersey gibi bir yerde bile kürtlerin çoğu sosyal güvenlik kurumlarından "geçiniyorsa" ortada bir yanlışlık vardır. Zira hadi Hakkariyi anladım. Ama New Jersey bu. Kişi başına geliri tek başına 40 000 dolar ama sen git yine sosyal güvenlikten geçin.
Sırf bu neden bile, Hakkari'nin neden fakir olduğunu gösterir. Hakkari veya bir şehir, devlet onlara hizmet etmediği için değil, kendileri herşeyi devletten beklediği için fakirdir. Yoksa gerisi palavra. Protestan etiği diye bir şey var kardeşim.
Kaldı ki, güneydoğudaki şehirler gerektiğinden fazla katkı almaktadırlar. Nüfusa göre bütçeden pay aldıkları için, devlete tek kuruş vergi ödemedikleri halde, devlet bu bölgeye sağa sola saçsınlar ihalede vursunlar sonra gelip Türklere kafa atsınlar diye para vermektedir.