kürk mantolu madonna kalbinizde bir takım yaralar açmaktan çekinmeyen bir romandır. o kadar ki bazen kendi hayal kırıklıklarınızı, burukluklarınızı hatırlamak bile raif efendininkiler kadar canınızı acıtmaz. çok güzeldir, okumak gerek.
kürk mantolu madonna kalbinizdeki o küçük yaralara dokunmaktan çekinmeyen bir şarkıdır. o kadar ki bazen dinlerken hissettirdikleri ağır gelir, saatlerce etkisinden çıkamazsınız. çok güzeldir, dinlemek lazım.
Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim. ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. Sonra, aradan seneler geçtiği halde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum.
-insanlar, birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için, bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rast gele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.
-insanlar birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı.
Bir de ben bu halimle kalkıp başka bir insanın kafasının içini tahlil etmek, onun düz veya karmaşık ruhunu görmek istiyordum. Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!
Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında
son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz?
-Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Ne zaman kendimle baş başa kalsam, Raif efendinin saf yüzü, biraz dünyadan uzak, buna rağmen bir insana tesadüf ettikleri zaman tebessüm etmek isteyen bakışları gözlerimin önünde canlanıyor. Halbuki o hiç de fevkalade bir adam değildi. Hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan,
her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi. Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız : Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor? Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç alemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. Bu alemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul alemi merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.
Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim. ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. Sonra, aradan seneler geçtiği halde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum.
türk değil dünya edebiyatının en güzel en etkili eserlerinden biridir. sadece muhteşem, iç burkan, yürek dağlayan bir aşk romanı değildir. en başta insanı, sürünün, sıradanın dışındaki insanı, onun ruhunun derinliğini, tüm dehlizlerini, özlemlerini, acılarını ve tabiki aşklarını anlatan bir eserdir. önce anlatıcının, bankadaki işinden çıkarılmış, sınıf arkadaşı hamdi'nin çalıştığı fabrikada işe başlamış, anlatıcının ruhunun pencereleri açılır sonra oda arkadaşı raif efendi'nin, siyah kaplı defterin okunmasıyla mehmet raif havran'ın ve maria puder'in ruhlarının pencereleri yavaş yavaş açılır. bu insanlar o kadar uzun yıllar ruhlarını çevrelerindeki insanlardan saklamışlardır ki, yavaş yavaş açılan pencereler en nihayetinde ruhlarının cereyana maruz kalıp zatülcenap yani zatürre olmalarına neden olmuş ve arkalarında tek hatıra küçük bir kız ve siyah kaplı ruh günlüğü bırakmışlardır ve de anlatıcının hayatı boyunca hep hatırlayacağı, yanında olacağı bir ruh...
çok derin ve özeldir 'kürk mantolu madonna' romanı. sabahattin ali'nin böylesi etkileyici kişilik tahlilleri, özlemle yıllarca farkında olmadan beklenen, naif ve bazen hırçın bir aşkı bize yaşatışı, ne kadar büyük bir yazar olduğunu anlamamızı sağlarken, onu öldüren zihniyetleri tekrar tekrar lanetlememize, isyan etmemize neden olur. sen ne güzel bir insansın sabahattin ali. yky'DAN çıkan basımda kapakta sabahattin ali'nin bir ağaç önünde oturmuş, beyza gömlekli, puanlı kravatlı, dalgalı saçlarını arkaya taradığı, sol tarafından gelen güneşe yuvarlak gözlüklerinin arkasından hafif gözlerini kısarak baktığı fotoğrafı vardır. o aydınlık, duyarlı ve güzel sima da yüreğine işler insanın.
nasıl dostoyeski okuyunca petersburg yaşanırsa, kürk mantolu madonna da berlin'i gezme isteği uyandırır, sokaklarında maria ile raif'in aşkından izler aramak için.
bir kere değil bir çok kere okunmalıdır bu kitap, ta ki kitabın sonunu kendiniz hayatınızda mutlu olarak yazana kadar...
'insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduklarını bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.'
'zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?'
'turgenyev-klara miliç... bu kızı nedense kendime çok yakın bulmuştum. içinden geçenleri söyleyememek, en kuvvetli, en derin, en güzel taraflarını müthiş bir kıskançlık ve itimatsızlıkla saklamak cihetinden onu kendime benzetiyordum.'
'zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim.'
çocukluğumdan beri belki ilk defa olarak, hayatımın sebepsizliğini ve boşluğunu düşünerek içim ezilmeden, ''bugün de geçti işte... ve bütün günlerim hep böyle geçecek, sonra ne olacak sanki!'' demeden uykuya daldım.'
'o zamana kadar bütün insanlardan esirgediğim alaka, hiç kimseye karşı tam manasıyla duymadığım sevgi sanki hep birikmiş ve muazzzam bir kütle halinde şimdi bu kadına karşı meydana çıkmıştı.
henüz ona dair hiçbir şey bilmediğimi, bütün hükümlerimin, tasvir ve hayallerime dayandığını biliyordum. bununla beraber, asla aldanmadığıma dair sarsılmaz bir kanaatim vardı.
hayatım müddetince hep onu aramış, onu beklemiştim...'
bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.'
'bu akşam analdım ki, bir insan diğer bir insana bazan hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.'
'kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. bunun sebebi herhalde, ''bu böyle olmayabilirdi!'' düşüncesi yoksa mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.''
mehmet raif havran
içimde boş kalan bir taraf bulunduğunu ve bu boşluğun bana adeta maddi bir eziklik verdiğini hissediyordum. birşey noksandı, fakat bu neydi? evden çıktıktan sonra birşey unuttuğunu farkederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet ümidi kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm.
şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!" dedi. "bu eksik sana değil, bana ait... bende inanmak noksanmış... beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum... bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar... ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın... seni seviyorum... deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... seni istiyorum... i̇çimde müthiş bir arzu var... bir iyi olsam!.. ne zaman iyi olacağım acaba?..
kısa, münakaşasız ve hesapsız! bundan dah güzel bir ayrılık olamazdı. ona niçin söyleyemediğime yanarak kafamda sakladığım bir sürü güzel laflar bunun yanında pek aciz ve renksizdir.
raif kadar güzel bir aşık mı yoksa maria puder kadar güzel bir maşuk mu olsa bilemiyor insan bu kitabı bitirince.
sadece o kadar güzel olmak istiyor. o kadar.
okurlar tarafından kendisine gelen her harikulade övgünün dahi mat ve yersiz kaldığı bir kitaptır...
evet kitap okumayı severim sonuçta türk halkının hobisidir kitap okumak değil mi? ama ben yoğun günlerimden dolayı yeterince zaman ayıramadığımdan, uykulu gözlerle yatmadan önce 5 10 sayfa çevirmekten başka birşey yapamaz oldum şu son aylarda lakin vaktimin boş ya da daha kalabalık işlerle dolu olduğu hiç bir anında dahi ben saati uyanacağım vakitten daha erken bir vakte kitap okumak için kurmamıştım(vizeler hariç)... kürk mantolu madonna herhangi bir okurunun kendinden çaldığı herhangi bir uyku randevusundan çok çoklarını hakeden müthiş bir kitap.
karakterin iş yerindeki oda arkadaşının hayatına saldığı merak gibi, kitabın büyüleyici etkisi altında ben de sabahattin ali'nin hayatına merak salmış bir şekilde buldum kendimi. kitap garip bir tengram bir sarmal gibi kendinden varlıklar yaratıyor her okunuşunda.
büyüleyici...
türk edebiyatı böyle bir esere sahip olduğu için milletimizin edebiyat severlerini ve vaktinden çok geç tanışmış olsam da kitabı okuyabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.
nasil da severim raif efendiyi..
okurken, kelimelerin müzigi duyuluyor fonda, kendiliginden, caba sarf etmeksizin..
ayni anda hem okur, hem de müzik dinler gibi olursunuz. öyle kendine has, bir baska roman..
hayatımda okuduğum en güzel, bitmesini hiç istemediğim bu yüzden çoğu kitabın aksine sindirerek okuduğum, kendisine hayran bırakan, bir insanın iç dünyasının harikulade bir şekilde tasvir edildiği öyle ki oha lan diyebildiğim, okumak için özellikle zaman ayırdığım, bazı yerlerini bir kaç kere okuduğum ve muhtemelen tek okuyuşla kalmayacağım muhteşem bir sabahattin ali romanı. alır götürür.
"bütün teessürlerimiz, hayal kırıklıklarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?"
bir insanın niçin sessizliği tercih edebildiğini, etrafına duyarsızmış gibi görünüp aslında her şeyin farkında olabildiğini anlatan en güzel kitap.
sabahattin ali, büyük yazar.rivayete göre kendisine yardımcı olan ali erkekin tarafından öldürülmüş.mezarının nerede olduğu bilinmemektedir.
başın öne eğilmesin,
aldırma gönül aldırma.
ağladığın duyulmasın,
aldırma gönül aldırma.
Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ından sonra okunmamalıdır. Birbirlerini etkileyen iki kimyasal ilaç gibi etkiler bu iki roman birbirini. Karakterleri kendi benliğinizde yaşatır depresyona girersiniz. Lustral, Stilizan, Serex kullanmaya mecbur kalırsınız.
raif efendi'nin içsel dünyası o kadar etkileyici bir biçimde yansıtılmış ki, okuyanın kendinden bir şey bulmamasının mümkün olmadığı, kitabın hacmiyle ters orantılı bir ruhsal yoğunluğu içinde barındıran sebahattin ali romanı.
bir arkadaşımın doğum günümde hediye ettiği fakat 4 aydır okuyamadığım kitaptı. bu gün artık okuyayım dedim ve bu güne kadar okumadığım için kendime lanet ettiğim kitap.
bir solukta okudum diyeceğim kitaplardan, aşkın en yalın hali bu kadar anlatılabilirdi.