Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak...
Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak...
15 gün önce;
sıcak,sımsıcak bir gün. yanınızda sizin gibi okumayı seven bir arkadaşınız var ve ikinizin cebindeki toplam para miktarı on lira. biraz gezinmek için bkm(bursa kitap merkezi)'ye giriyorsunuz. ve 2. katın hemen sol tarafında yky kitaplığında rafta değil de yerden yüksekte duran sabahattin ali kitaplarına bakıyorsunuz, gözünüze mavili siyahlı bir kitap ilişiyor. bakıyorsunuz ki adını daha önce duyduğunuz ve merak ettiğiniz 'kürk mantolu madonna' kitabı. bu sıcakta yürümeyi tercih ederek son paranızı o kitaba veriyorsunuz.
15 gün sonra;
kitap bitmiş bulunuyor. ne o kadar saat yürümenin, ne de paranın sizin için bir önemi yok.
çünkü siz hala kitabın etkisindesiniz.
çünkü siz 2 tane muhteşem insan tanıdınız; raif efendi ve maria puder...
"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar."
fransızcaya çevirisi de mevcuttur. sadece kürk mantolu madonna değil, yazarın kuyucaklı yusuf adlı eserinin de çevirileri mevcuttur. türk edebiyatında okunması gereken kitaplardan biridir. bir aşk hikayesini anlatır gibi görünse de gölgesinde insan güçsüzlüklerini, keşkeli bir hayatın zavallılığını da anlatır. okuyunuz efendim.
çok hoş bir şarkı... tesadüfen gördüm diyor şarkıda... ben de şarkıyı tesadüfen buldum... dinlenesi hoş... ek olarak kimin söylediğine dair en ufak bir fikrim yok... buyrunuz şarkı budur: http://fizy.com/s/1gyke2
elime ilk aldığımda 1943'te madonna mı vardı la? dedim. ama kitabı okuyunca şarkıcı madonna ile alakası olmadığını ve harikulade bir kitap olduğunu anladım.
"maria puder bana bir ruhum bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum. muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu. biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk."
kurgusu, kimi yerlerde çok hafif de olsa "yeşilçam sineması aksaması" yaratsa da, kürk mantolu madonna yazın sıcağında bile üşütebilme kudretine sahip. her iyi kitapta olduğu gibi, bitince bıraktığı burukluğu toparlamak biraz zor. neyse ki ormanlar var, kağıt olmayı bekleyen bir sürü ağaç var.
elleri öpülesi sabahattin ali nin bize aşkı ve insanı anlatan muhteşem romanı. roman diyorum ama bir kaç saatte okunabilecek bir hacimdedir. hacmi küçük kendisi ise bir o kadar derin ve yoğun.
raif ve maria'nın aşkı beni ilk defa bir roman okurken ağlama noktasına getirmiştir.
diğer iki romanını da okumuş olarak sabahattin ali gibi bir yazarın kısa ömrüne sadece 3 roman sığdırmış olması beni çok üzüyor.
sıradanlığı öve öve çocukların beynine 'gitmek' temasını kazıyan kitap. tercihler sonucu ortaya çıkan durumları, çevresel faktöre bağlamak üzerine kurulu tamamen. raif efendinin kitap boyu övülmesi sinirlerimi hoplattı. "hayatına bir kadın girdi ve o artık herkesin içini görebiliyor".
ah be maria! sıradan olma bu kadar: "erkek gibiyim aslında ben, bu yüzden belki. ama işte bir şey eksik. inanmak konusunda sıkıntılarım mevcut". kadın işte.
sonuç olarak, çocukların bu kitaptan yola çıkarak ilişki kavramına yaklaşımlarını gördükçe, üzülüyorum.
kitap biticek diye okumaya çekindiğim ama diğer yandan da okumaktan kendimi alamadığım olağanüstü bir eserdir. en çok etkelendiğim cümlelerinden birkaç tanesi: bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? fakat bu hep böyle değil midir? birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra farketmez miyiz...
Okunmamışsa hemen gidip alınıp pazar günü sakin kafayla elinizde limonatanız balkonunuzda okuyun. Ama hemen.
"Nereye çağırırsan gelirim!" Maria Puder
"Bana bir kere gül ve ondan sonra git!" O insandan isteyebileceğim teş şey olurdu sanırsam.
"Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? sırf böyle en tabi haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için... Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil... Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki... Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek... Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz... Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güven yok... Fakat bilmem... Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm..." Maria Puter
"Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar..."
Sevistikten sonra sabah yatakta yapilan bir diyalog vardir bi de..
- Birbirimize her zamandan ziyade yakin olmamiz lazim gelen bu anda neler soyluyorsun?
- Hayir dostum, hayir. Birbirimize her zamandan ziyade uzagiz! Çunku artik bir umidim yok. Bu sondu.. Bir defa da bunu tecrube edeyim dedim. Belki bu noksandi, diye dusundum. Ama degil.. icimde hep o bosluk var... Daha da buyumus olarak... Ne yapalim? Kabahat sende degil... Sana asik degilim. Halbuki dunyada sana asik olmam icap ettigini, sana da asik olmadiktan sonra hic kimseyi sevemeyecegimi, butun umitlerimi terk etmek lazim gelecegini gayet iyi biliyorum.. Fakat elimde degil.. demek ki, ben boyleyim.. Bunu oldugu gibi kabul etmekten baska care yok... Ne kadar isterdim... Baska turlu olmayi ne kadar isterdim... Raif... Benim iyi kalpli dostum... Baska turlu olmayi senin kadar, hatta senden cok istedigime emin ol... Ne yapayim? Agzimda dun aksamki ickilerin buruklugundan, sirtimda gittikce artan agrilardan baska hicbir sey hissetmiyorum."
Aşka ve aşığa bakış açısını bana bugünlerde yeniden sorgulatan kitap.
''Hiçbir şey beni, hakkımdaki bir kanaati düzeltmek mecburiyeti kadar korkutmazdı.''
''Bir kadın herhangi bir şekilde hoşuma gidince ilk yaptığım ondan kaçmak olurdu.''
''Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim.''
''Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu.''
''Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannetiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey.''
''Demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştıyor.''
bittikten sonra insanın burun kökünde karıncalanmaya yol açan kitap. ilk defa bir kitabı okurken gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum. içimizdeki şeytan adlı romanından sonra bu romanını da okuduktan sonra benim gibi uzun süredir roman okumayan bir insanı roman okumaya tekrar başlatan sabahattin alinin ne kadar müthiş bir yazar olduğuna kanaat getirdim. romanın sonu çok acıklı bitiyor aslında en azından benim için. raifin, babasının ölümü üzerine mariayı bırakıp türkiyeye dönmesi raife için için kızmama neden oldu. o kadının yanından hiç ayrılmaması gerekirdi raifin. ve ayrıldığında büyü bozuldu ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. bu durumu sabahattin ali müthiş anlatmış gerçekten:
asıl ´ben´, 35 seneye yaklaşan ömrümde ancak 3-4 ay kadar yaşamış, sonra benimle alakası olmayan manasız bir hüviyetin derinliklerine gömülüp kalmıştım.
dün akşam, yatakta maria ile karşı karşıyayaken anladım ki, benimle münasebeti olmayan bu vücudu, bu kafayı taşımak, bundan sonra bana daha güç gelecektir. bunları bir yabancıyı besler gibi doyuracağım, ordan oraya sürükleyeceğim ve daima merhamet ve istihfafla seyredeceğim. gene dün akşam anladım ki, hayatımdan o kadın çıktıktan sonra, her şey hakikiliğini kaybetiş; ben onunla beraber belki de daha evvel, ölmüşüm.
"hangi roman bu kadar kısa ve bu kadar dolu dolu olabilir ki?" sorusunu sorduran sabahattin ali eseridir. atlantis barda çalışan kadın ve öğrenim görmeye gelip, öğrenimini görmeyen delikanlı. güzel adamsın be raif bey...
ismini duyduğumda içimi ürperten eserdir. sabahattin ali'nin ne kadar önemli ve farklı bir yazar olduğunu bu kitabıyla çok iyi anlarsınız. bu eser sizi sayfalarının içine çeker, orada yaşarsınız. aşka inanmayan sizi öyle büyüler ki, aşk hakkında bütün fikirlerinizi değiştirirsiniz.
aksine kimseye söylenmeyip tüketim toplumuna feda edilmemesi gerektiğine inandığım kitaptır. olmaz ola dizisi falan çekilir, tikilerin, emoların eline düşer, nasıl korkuyorum.
erkekleri ve erkekliği tam yerinde anlatan kitap.gerçekten bir başyapıt.psikoloji ,dram, aşk birbiri içinde.sayfaların her birini en az 2 kere okuyorsunuz ve her okuyuşunuzda farklı bir anlam çıkarıyorsunuz.
bunu çok sık demem fakat;bu kitabı okumamak fazlasıyla kayıp olacaktır.
p.s:acaba halen böyle aşklar var mı demeden geçemeyeceğim..