Yaz bir türlü gelmiyordu ama üzerinde yazlık bir elbise vardı.
Tepemizde yağan yağmurlar konuşma balonlarımı ıslatıyordu,düşüncelerim dağılmıyordu.
Gerçekten öte yakışıklı bir adam gibi dimdik ayakta duruyordu.
Sen karşı kaldırımdan geçerken sanki yanımdan geçiyordun.
Kokuna karışan kimyasal parfüm kokusunun bizi doğalmış gibi etki altına almasında kandıran ana faktör güzelliğindi.
içime çekerken seni aklıma gelmiyordu sana ve dünyaya olacak zararlar.
Yüzündeki makyaj beni kendimden geçiriyordu.
Dudağının üzerindeki renk tenine dokunuyormuşum gibi en sevdiğim rengi andırıyordu.
Doğadan renkleri çalmak için hiçe sayılan canların ve harcanan zamanların neticesinde dünya bir kaç derece daha sıcaktı.
Sırf üzerindeki elbise sana aşık olmam için sebepti.
Can alan renklerin desenlerinde seni arzulayan gözlerimle bakıyordum.
Kumaşın tenine verdiği zarar aklıma geliyordu.Boyadan dolayı güzel gözüken zehir farkında olmadan zihnimizi oyalayıp bünyemize giriyordu.
Tenimin tenine değme ihtimalini düşünerek yaşarken sen her zaman ki gibi bulamayacağım sokağa girip uzaklaşmıştın.
Kokun hala geçtiğim sokaklardaydı.
Hayat kafasına göre takılıyordu.
Seni düşünürken aklıma karışanlar yüzünden zaman kaybetmiştim.
Yazda gelmiyordu sende çoktan geçip gitmiştin.
Bir filmin son sahnesinde üzerinde en güzel kıyafetleriyle yürüyen adam olmak isterdim.
Fit görüntümün ardında çöken psikolojik duvarlarımın dışarıdan görünmeyen travmalarını yaşıyordum.
Bir anda sesler yükseliyor yaşam en korkunç seslerini kulaklarımda ve beynimde deniyordu.
Beyin hücrelerim birbirine dolaşıyordu.
Akıl dengemi yitirecek kadar düşünce deformasyonuna uğruyordum.
O kadar çok içip o kadar çok beyin hücresi katili oluyorduk.
Ama biz hala mutluluk hormonları peşindeydik.
Bir avuç mutluluk için sonsuza denk akıl hastahanesinin bahçesinde düşünen adam rolünü kabul etmiştik.
Son sahnede ardına bakmadan yürüyen adamı oynamak istiyorduk.
Kimsenin görmediği gözyaşlarını rüzgarlarla kurutarak çaresizliğini içine gömerek gözlerden kaybolmak.
Hep kaybedip ama hiç bir zaman neden demeden haklarını savunmak için kendini kendi mahkemelerinde yargılayıp;
Hayatı hiç anlamamak.
Kitaplar kitaplıkta melodiler gitarın etrafında görünmeden hayata her şey yerinde süsü veriyorlardı.
Eşyaların yer değiştirilmeleri sevilmiyordu.
Anılar kafalarda yokmuş gibiydi.
Bütün deliller silinmişti suç mahalli günaha girilmemiş gibiydi.
Henüz ölmemiş beyin hücreleri kımıldarken aklımıza bir şeyleri geri getiriyordu.
Geri gelen düşünceler bizi diriltiyor yeniden düşünmemizi sağlıyordu.
Öldü sanılanlar ölmeden önce baş ucu yapacağınız hikayeleri yazmışlardı.
Gaipten konuşulsa eko yapardı en güzeli yazmaktı.
Son sıkımlık canımızda bir kaç dakikalığına geri geldiğimizde söyleyeceklerimiz hayat boyunca söylediklerimizden daha kısaydı.
Kitaplar okunmalı
Melodiler sert çalınmalı
Yüksek sesle konuşmalı
Anlattıkça hikaye genişlemeli.
Kendini roman zannederken en azından bir şey anlatmalı.
Tabiat ana ona en azından yapraktaki su damlası olma rolünü verme
Yazmak içini dökmektir. Kimse okumasa da kağıda sunmaktır aklındakini. Senden başka bir şeyin buna şahitlik etmesi rahatlatır. Çoğu insandan daha faydalıdır. Kimse okumasa da yazmak muazzamdır.
Kağıttan yapılmıştı evlerimiz.
Hayallerimiz kağıdın keskin yüzü kadar acımasız değildi.
Jilet gibi kesiyordu karton kutular ellerimizi.
Biz ne zaman canımız yansa yüzümüzde aynı gülümsemeyle objektife poz veriyoruz.
Ölmeden önce resmedilen son halinle kimliğin çıkarılıyor öbür tarafa geçiş yapabilesin diye.
Son bir kuvvet işini yapmaya çalışırken yüzünde o gayretli gülümseme.
Bedeninden boşalıp akan terler vücudunu gezerken tepende yakmaya çalışan güneş işini iyi yapmıyor.
Önüne geçen bulutlara dur demeyip bizi kaoslara sürüklüyor.
Ölmek üzere olanın son isteği kabul edilir ya.
Hiç bir şeyi kabul etmiyor hayat ve yaşam kaslarımızın güçlenmesine sebep oluyor.
Her şey bittiğinde tek bir çakmak taşı aydınlatır gökyüzünü.
Yaşam kaynağı deşarj olduğunda açar gözlerini.
Sabah olmuştur.
Çapaklı gözleri bulanık görür öğleden sonraları.
Etraf tozludur.
Yüzüne yapışan gülümsemeyle kendi çapında kendi gördüklerini iyi yapmaya çalışıyo
Kefenim olan bedenimin son kullanma tarihine kadar sarf ettiğim eforlar menfaat sahibi olmak için değildi.
içimden geldiği içindi.
içimden gelenler sonsuzlukta yankılandıkça iyi yaşadığımı düşünüyordum.
kimse okumasa da, bilmese de yıprandım. benim de duygularım var. her ne kadar siz öyle değilmiş gibi davransanız da evet ben de bir insanım ve benim de duygularım var. yaptığım her şeyi eleştirmekten vazgeçin artık!
Beyin ölümünü gerçekleştirecek kadar içiyordu.
Sebepleri vardı.
Kendini daha iyi hissediyordu.
Tercih sebebiydi.
Mutsuzluk değildi sorunu tam aksine mutsuzluğun getirilerinden dibine kadar faydalanıyordu.
içmeyi seviyordu zaman kavramını yitirmek onun gecelerinin vazgeçilmezlerindendi.
Kafa hafif çakır buğulanmaya başladığında müziğin sesini açıyor yazmak için biriktirdiklerini cebinden çıkarıyordu.
Anlamlı anlamsız hatıralar gözlerinin önünden geçiyordu.
Yaşamın buz gibi gerçekleri taş gibi yerinde duruyordu.
O kadar çok alkol ve o kadar çok yalnızlık.
Hayat sahneleri karıştırıyor her şey birbirine giriyordu.
Kafası güzel olan bizdik ama hayat bizden daha çok sarhoştu.
Uzun metrajlı bir filme konu olacak ilgi çekecek bir hikayemiz yoktu.
Uzun uzun yazdıklarımız vardı ama kendimizi yapımcı hissettirecek paramız yoktu.
Bütün yaşamlar kadar özeldi yaşadıklarımız.
Değeri tam olarak anlaşılamayan toplumsal olaylar gibi değersizleştirilmeye devam ediliyordu.
Doğru olan bir kaç cümlenin evren boşluğunda yankılanmasında;
Emin olduklarımızı haykırmak zorunda kalıyorduk.
Anlatmak istediklerimizi sessiz sıralı cümlelerle ifade etmeye çalışırken yüzümüze tokatı yiyorduk.
Tuhaf bakan gözlerin bakışlarında hayatın neden bu kadar karmaşık olduğunu anlamaya çalışıyorduk.
Dışarıda alışık bir rüzgar esiyordu.
Yaz mevsiminin geldiğinin belgeli ispatı sözü geçmeyen ilkbaharın zoruna gidiyordu.
Mevsimler kendi aralarında kavgaya tutuşmuş gösteriliyordu ve ihale ilkbaharın üzerine kalıyordu.
Uzun sayılacak kadar orta yaşlı bir ömrün son isteği gibiydi hayatın senaryo gereği hareketliliği.
Kendini hediye sunulacak kadar özel hissediyordu.
Yaşam aralığında bir kaç milyoncuk hava boşluğunu nimet zannediyordu.
Gördüğü bütün kahkahalar aslında arkasından ağlayan bir kaç kişinin feryatlarıydı.
Yazarak kendini bile kandırıyordu.
Senaryosu kendine aitti ama cebinde olmayan bir kaç kuruş izin vermiyordu hayallerin gerçek olmasına.
Hayaldi sonuçta gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Yoğun bakım ünitesine giden sedyeli yolculuğunda hayatı gerçek zannediyordu.
Kulaklarımda uğuldayan tellere vuran penanın sesi yol gösteren oluyordu.
Karnım acıkıyordu sevdiğim yemeklerin buğusuna doğru yürüyordum.
Hayallerimin senaryosu sürekli değişiyordu.
Bir gün güneşliydi gökyüzü sonra ki gün bulutların ardına gizleniyordu arzularım.
Olamamış,meyve taklidi yapan yenemeyecek kadar ekşi ve acı arasında gidip gelen kısa hayat hikayesiydi.
Karamsar olduğunu iddia etmek onun gerçekçiliğini hafife almaktı.
Bir şey olsun diye onun olacağına inanmış gibi yaparak dilemek çok saçmaydı.
Dua ve psikolojik yaklaşımlar arasına karışan menfaat amaçlı davranışlar üzerinde o kadar bol duruyordu.
Bol ve uzun paçalı kıyafetler giymektense düşünmeye devam etmek daha cazipti.
Kısa dedikleri yaşamın uzun kulvarlarında kendi gibi olmaya devam ederken kafası karışıyordu.
Herkes trene ve otobüse binmekten vazgeçmiş uçaklarla yolculuk yapıyorlardı.
Fezaya atılan füzelerden habersiz uçmayı kendi icat etti zannediyordu.
Kendi yaptığı şarapların etkisinde evreni tam anlamıyla gezip not defterine bir şeyler yazıyordu.
Sabah olup ayıldığında yanında olmayan not defterine yazdıklarını hatırlamak için ömrünü adıyordu.
Eski bir şarkı dolanıyor etrafta.
Beni kandırıp her şeyin hala güzel olduğuna inandırmak istiyor.
Takılıyorum ruhuma dolanan melodiye.
Kafam dank diye eski kasetleri teybe takıp henüz çekilmeyen sanatsal bir şeyleri kendi teknoloji ortamında oynatmaya başlıyor.
Siyah beyaz çeken fotoğraf makinelerinden başlayan hikayemiz bugüne kadar devam ediyor.
Sıradan insanların gittiği sıradan bir hastanenin acil servis ünitesinde devam eden hayatın alışagelmiş seslerini ezberliyorduk.
Kolumuza kalbimize taktıkları aygıtlar ekranların hoparlöründe yankılanıyordu.
Gözümüz kapalı yaşayıp yaşamadığımızı melodiden anlayabiliyorduk.
Melodi kesilip kulak acıtan keskin bir sese ulaştığında ilk bilen biz olacaktık.
Fark ettiğimiz o kadar çok ayrıntı vardı ki;
Vücudumuz ve ruhsal dünyamızın beraber organize ettiği muhteşem çok sesli koromuz vardı.
Kulaklarımızın hiç duymadığı
Gözlerimizin görmediği
Unutma hastalığına yakalanıp gelecek kaygılı ölümcül hastalığa yakalanmak.
Dışarıda konser var.
Gitarın seslerini duyuyorum.
Bağlı olduğumuz ekran yaşam faaliyetleri gösteriyor.
Yatan beden olduğu yerden kalkacak gibi sarsılıyor.
Bırakın beni der gibi direniyor hastane personelinin müdahalelerine.
Kimse anlamadan çekip giderken gitarın seslerine ruhu huzura kavuşuyor.
Artık hep konser salonunun en önünde sonsuza dek gülümseyecek.
Hep istediği kendi gibi olanlarla yaşayıp sanatsal çabalarını yaşatacak.
Yeryüzünde onu anımsayıp seven son kişi kalana kadar eski şarkı çalınmaya devam edecek.
Son kişi onu sevmekten vazgeçtiğinde tüm unutulanlar gibi toprağın altına gömülecek.
Hayat konulu yanılsamaları anlamaya çalışmak bugünün konusu.
Yanılsamalar aslında çok eskiden beri kafamızı kurcalayan.
Beynimiz geliştikçe boşa çıkan bir çok düşüncenin arkasından el sallayıp üzülmek biraz canımızı acıtıyor.
Duygusal bağlanmaların kalesini kendi kalbinde hissederken matematiğin sadeleştirme hareketlerinde dışarıda kalanlara üzülmek.
Camın gerisine yanağını dayayıp gökyüzünden yağanlara gözyaşlarını karıştırırsın.
Topraktan yapılma camın iki tarafından süzülenler birbirine karışmazken mucize beklersin yaşamında.
Şansın ayağına taş değecek ve ibre sana dönecek.
Hayallerine kavuşman çok yakın.
Şans bile yere kapaklanacağı yeri seçerken sen sadece dileyebilirsin.
Duaların tam ulaşacaktı yerine ama gökyüzü yine kapalıydı.
iyi niyetli ışıklarının önünü kara bulutlar kapatmıştı.
işe yaramıyordu hiç bir yöntem.
Kimseye işlemeyen kader senin için ağlarını çoktan örmüştü.
Hayat dantel ören şımarık bir kız gibi tığını iplerin aralarına sokarken seni umursamıyordu.
Uğraş dur dolaşık iplerin kendini bir şey zanneden aralarından çıkmaya.
Bak ben kurtuldum sende kurtul diyorum.
Sonra yine kafamın üzerine televizyon örtüsü örüyorlar.
Sorun yok denemezdi.
Bir şeylerin yolunda gitmediği apaçık ortadaydı.
Hislerimizi teraziye koyduğumuzda bedenimizden daha ağır geliyordu.
Mutlu olmak kolay diyorlardı ama mutsuzluk daha çok emek istiyordu.
Mutlu hafifti.
Mutsuzun yükü dünya kadardı.
Kendi kendini kuşatan beyin dalgalarımızın aralarında radyo kanallarını gezip sert melodiler arayıp tam olduğunda sıcak gökyüzüne bakıp kendimizi yerin dibine sokup etrafa savuruyorduk iyi niyetlerimizi.
Gitar gece gündüz çalmaya devam ediyordu.
Geceleri şarap içebiliyorduk.
Öğleye doğru uyanıp hala eve ekmek götüren adamı oynamamıza izin veriyorlardı.
Nefes alıp yaşamaya devam ederken her şeyin çok güzel olduğu söylenebilir.
Ama bana göre ne kadar mutluluk varsa o kadar mutsuzluk vardır.
Mutluluk yerinde duruyor.
Mutsuzluklara alışıp geriye kalandan mutluluk paydasına sahip olmak.
Hayat işte.
Küçük bir çocukken hayatı anlamak ne kadar zor ise hayata katlanmak aynı şey.
Hayal kurmak ve olacağın şeye karar vermek kolay gibi gözükür.
Yolunu kendin seçtiğine inanırsın.
Acılar dolu yolculuklar ve hiçe açılan kapılar.
Kendini güçlü zannettiğin anlarda bile karar verici sen değilsin.
Daha iyisini yapmak için savaşırken filmin sonunda kimse adını beyaz ekrandan aşağıya doğru kaydırmıyor.
Çizgi film karakteri olarak olduğun yerde duruyorsun.
Tutulmamış,ilgi görmemiş çizgi kahraman olarak sahneye çıkmak için sıranın sana gelmesini bekliyorsun.
Yüzünde çizdikleri saçma gülümseme ve gülümsemenin ardında bağımsızlığını ilan etmiş gülmeyen bir yalnızlık.
Hep ben haklı çıkıyorum diyen hayatın ispatlanmış gri yüzü.
Hayata şeffaf bakış açısından bakarken bir gün her şeyin güzel olacağına inanmak film aralarına sıkıştırılan reklamları sevmek gibi bir şey.
Artık küçük bir çocuk değiliz ve hayat bizim anlayamayacağımız kadar bebek yüzlü değil.
Gel git zamanıydı.
Gel gitler yaşanıyordu.
Suları yeryüzünün,çekiliyordu.
Kanımız terk ediyordu sanki damarlarımızı.
Maviye döndüğüne şahit olduğumuz kırmızı renk bizi evden atacak gibiydi.
Bedene mezar bulmak kolaydı ama ruh ele avuca sığmadığı gibi misafirdi sanki bütün alemlerde.
Kulağımıza bir şeyler fısıldıyorlardı.
Sonra şaka yaptık diye bizimle dalga geçiyorlardı.
Hayatın ıslığı zannediyorduk rüzgarların çaldığı yaprak seslerini.
Sonuna geldik zannetmiştik her şeyin.
Göz yaşı dökmeye hazırlanırken iklim yağmur bulutlarını dağıtıyordu.
Açık havayı çok seviyorduk ama karanlıktan çıkan gözlerimiz gündüzü yadırgıyordu.
Rest çekiyorduk hayata.
Bitiyorsa bitsin bitmiyorsa bizi rahat bırak.
Öyle ortalarda bizi dolaştırma.
Keskin uçlu yaşamın içerisinde en azından sonumuzu düşünmeden kalan bir kaç zamanı kafamıza göre harcayalım.
Gel gitler bizi de alıp götürecekse başka alemlere ona bir sözüm yok.
Ama her seferinde etrafımızda gezinip kalemimizi kırmayıp bizi süründürecek ise;
Yapma hayat en azından son isteğimiz olan bir kaç milyoncuk nefes alma özgürlüğümüzü bize bağışla.
Umut bir damlaydı ve kafasına göre bir yere düşüyordu.
Onu ararken tutunmak için bir sürü kötü rüya görüyordun.
Her seferinde kendini öldürdüğün karabasanları saymıyorum.
Psikoloji uçmaya meyilli bir balondu ve her seferinde seni kan ter içerisinde bırakıyordu.
Bittiğini düşünüyordun ama sonra bir şekilde yaşamda kalmaya devam ediyordun.
En iyisini en mutlusunu en güzelini istiyordun ama en kötüsünü kurgulamak iyimser faaliyetlerine zincirler vuruyordu.
Yarı uyanık yarı uyur vaziyette;
Tek ayağının üzerinde yaşıyordun.
Kalbinin ve beyninin yarısı kendini ölü zannediyordu.
Yüksek bir yere çıkıp kendini boşluğa bıraktığında seni aşağıya çakılmadan tutacak hayal kahramanların vardı.
Beynin düşünce salgıladıkça güvende olacaktın.
Sen kendinden vazgeçtiğinde yer çekimi kuvvetinin tüm gerçekliği sana yere çakılana kadar eşlik etmeye devam edecekti
Bir motorsiklete çocuk bindiğinde babasının garantisiyle yol boyunca seyir ederken;
Sağı solu gösteren aynaların plastikle kaplı demir çubuklarını tutup kendini kaptan zanneder.
Ona göre aracı o kullanıyordur.
Özgürlük rüzgarları yüzüne doğru esip saçlarını savurur.
Aslında çocuk hakimiyet sahibidir.
inanmıştır bir kere.
Bir el gaz veren kolu kendine doğru çeker.
Teknik aksam kendi aralarında uyum içerisinde işleyişine devam ederken görünmez kahramanlar karınca asaletinde çalışıyordu.
Sağlıklı bir kol gerekiyordu gaz veren kolu geriye çekmek için.
Sağlıkta yetmez.
Depoda benzin olmalı.
Benzin almak için cebinde para olmalı.
Paran olması için her türlü şartta çalışman lazım.
Bir çocuk babasıyla beraber motosiklete bindiğinde gerçekleri bilmeden kendini özgür zanneder.
Hayat kendini özgür zannedecek kadar gerçek değil.
Çocuk rüzgara karşı giderken doğduğu gibidir ya sonra değişir her şey.
Yaşamış sayılabilmek için mecburi soluk alışverişleri oyununa katılıyorduk.
Her nefes soluk aldırıyordu bedava çalışan kaslı kemikli organ sistemimize.
Makine çalışmaya devam ediyordu.
Kan pompalanıyor damarlar yol olmaya devam ediyorlardı.
isyankar ruh kafatasının içerisinde dolanıyor,sürekli söyleniyordu.
Yaşıyor olmak için yaşıyor sayılmak yetmez diyordu.
Böyle yaşayacaksan hiç yaşama diyecekti ama yaşıyor olmak bile iyi bir şeyler sayılabilirdi.
Nefes alıp verdikçe düşünceler birikiyordu arka bahçede
Düşüncelerin ağırlığı düşündürüyordu yaşamak istememe kaygılarını.
Yaşıyor olmak mı daha zordu yoksa yaşamdan elini ayağını çekmek mi?
Emekli etseler çoktan salacaktı yelkenlerini ama boğazına kadar okzijene maruz kalmıştı.
Yitik bir gülümsemenin ardında yıkılan ruhsal binaların altında kalmadan gülümsemeye çalışıyordum hayata.
Fotoğrafta iyi gözükmüyordum,kafamın içi kaynayan kazandı.
Ne varsa içine atmışlardı.
Eskiyen hiç bir şeyi çöpe atmamışlardı.
Anımsadıklarım dünyanın ilk bilgisayarının cüssesinden daha büyüktü.
Bazen iyi bazen kötü hissediyordum.
Yaşadıkları zamanda yaşadığımı zannediyorlardı ama ben artık tarihleri saatleri ve mevsimleri karıştırır olmuştum.
Dünyanın döndüğü bir gerçekti.
Zamandı akıyordu.
Yaşlanıyorduk.