öküzlük alemeti, boynuzlarından ve koca götünden ziyade, hayata bakış açısıydı, hayata karşı duruşuydu, onunki öyle bir duruştu ki, o duruşa bir vuruş kaç kuruştu?
işte bunu kimse bilmiyordu.
öküzdü nihayetinde, kimsenin bilmediği bir öküz...
dünden bugüne hep ümit ve hayal kırıklıkların gelgitleri arasında yaşadı, yer yer ümitle neşelenip coştu ve zaman zaman ümitsizlikle burkuntulara düşüp iki büklüm oldu. Kim bilir bugüne kadar kaç defa ufkunda parlayan yalancı herhangi bir ışığı şafak zannederek şahlanıp heyecanla yollara döküldü, kaç defa yanıldığını görerek sarsıldı ve kaç defa yeni arayış ve bekleyişlere dalarak daha başka kapıları zorlamaya başladı.
Bunca arayış ve bunca bekleyişle bari bir yere varılsaydı. Ne gezer, o durmadan arıyor; fakat aradığını bir türlü bulamıyordu. Hatta yer yer aradığıyla bulduğu şeyler arasındaki zıtlıklardan hezeyanlara giriyor; netice itibariyle de kendine rağmen, yaşama şartlarının ağırlaşmasına, bir kısım zararlı kabuk değişikliklerine sebebiyet veriyor ve her şeyi bütün bütün içinden çıkılmaz hâle getiriyordu.
Aslında o yıllarca evvel ruhunu yitirmişti ve aradığı da oydu. Aradığını bulup yeni bir dirilişe ulaşacağı güne kadar da, bu ümit, bu inkisar, bu hezeyan ve bu melankoli sürüp gidecekti.
en nihayetinde bir öküzdür. üzerine 79 entry girildiği bile umrunda değildir herhalde. egosu da yoksa dünyanın en mutlu öküzüdür öyleyse. tebrik ettim öküzü.
haşin olduğu kadar gaddar, gaddar olduğu kadar da patavatsızdı, vurdumduymazdı üstelik, vurursun duymazdı.
böyle tanırdı onu herkes, böyle bilirdi...
oysa onun içinde, içinin en ücra, en karanlık köşesinde, annesinin biciklerinden zorla çekilip alınmış, ağzı bir örmeyle sımsıkı bağlanmış, ağlamaklı bir buzağı vardı.
o buzağıyı görmedi kimse, bu koca öküzün kırık boynuzlarından ve çizgilerle dolu asık suratından öte hiçbir şeyi, hiç kimsenin umrunda olmadı.
ne de olsa o sadece bir öküzdü, her öküz gibi bir öküz...
bir şeyler yapmalıydı ! evet. düşüncelerinin ıssız koyu olan melankoliyi bırakmıştı epeydir. ama yeni bir tarzı da yoktu hani. bir şeyler yapmalıydı evet. '' bu uçsuz bucaksız bozkırın hakimi benim. '' mesajını vermeliydi kendi tür ve türevine...ama önce kendisini inandırması gerekecekti . çok yakınmış gibi hissetsede bu anın gelişi, meşakkatli olacaktı biliyordu. belkide bir mucizeyi bekliyordu öküz, kim bilir ? belki de birkaç ineği gebe bırakmalıydı. olanaksızdı belki bu haliyle ama, düşüncelerin eksenini kaydırabilmek de belki bu kadar olanaksızdı herkes için. o şeyi yürekten istedi, belki de yarım yamalak istedi. tam emin değildi. sonra epeydir bildiği bir uzun havayı mırıldanmaya başladı yarım ağızla, yürüdü bayıraşağı gecenin kekremsi kokusunu ciğerlerine çekerek, ışığın sızmaya başladığı ufka doğru baktı baktı.
öküzdü niheyetinde ! her yolu yordamı bildiğini sanan yalnız ve sıradan bir öküz.
Kendisiyle barışmalıydı önce. Anlayacaktı, anlatacaktı melekutiyete dönük kürsüsünde. duymak istemeyen kulağına mukabil hiç susmayacaktı dili. ikna edinceye dek veya ilzam.
Olmadı, boynuzlayacaktı; çifteleyecekti. indirecekti toprağa, geçirecekti mezarlığa. Silkecekti üzerinden sarhoşluğu, sarsacaktı ta ayılıncaya kadar, Münker-Nekir sayhasıyla. Yuyup paklayacaktı ahirzaman çehresini nasuhi gözyaşlarıyla, kendi olacaktı. Sütbeyaz benliğine kavuşmak için, buğu evinde tedaviye alacaktı. derisini kesip atacaktı bıçak gibi, mezbaha masasında. Bir yaka-paça olmadır gidecek... Zinhar! Pes etmeyecekti!
uyurgezerlerin arasında yarı uyanık olmaktan bile başlangıçta ürkmüştü ama zamanla kendini gizlemeyi de öğrenmişti, çünkü kendini gizlemezse daha çok acı çekeceğini biliyordu.. artık kendini tamamen soyutladığı bu meraların, bu sonsuz çimenliklerin üzerinde otlayan diğer uyurgezer öküzlere şöyle bir baktı, gülerken ağlar, unuturken hatırlar, yaşarken ölür gibi baktı.. "sonsuzluk.. aslında bir günden ibaret" dedi ve kara tren türküsünü mırarıldanmaya başladı usulca, gözlerini ufuk çizgisinin üzerinde dans eden kuşlara dikerek.. bu kavganın, anlamsızlığın, kargaşanın, otların ve uçsuz bucaksız çayırların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydü sadece bu öküz, hayat bu öküzden ne istiyordu ki!
"öküzce, pek öküzce, hmmm" diye söylendi sonra kendi kendine, tüm isyanını bir cümleye sığdırmış olmanın verdiği huzurla..
Sıradan bir gecenin alacasında sıradanlığıyla yaşamak varken hayatı, bu bambaşkalığı anlayamıyordu. Zamanın terkisinde bilerek ya da bilmeyerek dörtnala koşarken sonsuzluğa, yanılgılar girdabında bu uzun molanın manası neydi? ucsuz bucaksız meralar tüm güzelliğiyle beklerken onu. Mutluluklar "gel, beni al" diye yalvarırken gecede, ısrarın nedir ey geçmiş! Ah! yapay ışıklar semiriyor güzel duyguları. Bu duygu ne? Bütün duyguların dikleşip, isyan çıkarması; ya da koşuverecekmiş gibi olduğunda dizlerindeki dermansızlığın buna gülmesi...
bir serçe ürktü; durgun suya düşünce kopan kuru dal. bir ağaç filiz verdi bombok dünya' ya inat. bir çoban davarı unuttu, uykuya daldı, sırtını dayadığı taşın garantisinde. bir taşralı kız nedensiz üşüdü, yeni tanıştığı şehirde hevesle dersine girerken. bir züppe yeni arabsını övdü kendisi gibi düşünen dostlarına...
bir öküz herşeyin farkına vardı. ama aldırmadı. kuyruğunu kaldırdı. bir batman dışkı bıraktı kuru toprağa, gübre niyetine...
zaten aldırsa ne fark ederdi ?
öküzdü nihayetinde, iğdiş edilmiş, her şeyini ta başında yitirmiş. umarsız bir öküz.
hep o çekmişti köyün kağnılarını, çifte koşulan hep o olmuştu, öyle ki, çifte koşmak eylemiyle taban tabana zıt bir şekilde, hep yek, hep tekti tarlaların koyu balçıklarında.
ve hep onun koca götüydü çöp dürtülen, kaşağılanmak şöyle dursun, hep oydu sürekli aşağılanan...
sonra birgün, sıçrayarak uyandı uykusundan ve mahmur gözlerle etrafını süzüp, kimsenin olmadığını anlayınca, heybetli bir osuruk salladı bu kahpe dünyaya ve yeni bir sayfa açtı hayatında;
tüm çıkar ilişkilerinden tiksindiği için, bir çırpıda çıkarıverdi üstündekileri, artık yalnız olduğu kadar, çıplaktı da aynı zamanda.
beş masum kısrağa tecavüz eden aygır olayından sonra morali büsbütün bozulmuştu, artık kimse onu siklemiyordu.
kendinde eski gücünü ve heybetini göremez olmuştu, aha şu küçücük buzağı bile ondan daha kıymetliydi.
bir gecede 17 ineği dadmin ettiği o eski günleri anımsadı, gözleri köye hafif hafif çöken puslu karanlığa daldı, sonra farkına varmadan böğürerek ağladı.
öküzdü nihayetinde, sulu gözlü, koca götlü bir öküz...
köye gelen misk öküzü, bütün huzurunu kaçırmıştı, tam sarı kızı tavlayıp, az ilerdeki kavaklığa götürecekti ki, 'selam mööber?' diye olaya dahil olan bu misk öküzü, bütün planını alt üst etti.
artık hiçbir inek onunla ilgilenmiyordu, miskinliği bir kenara bırakıp, bu misk öküzünü alt edebilmek için bir şey yapması gerekiyordu, hem de marjinal bir şey.
uzun uzun düşündü fakat aklına parlak bir fikir gelmedi.
sonra köyü ve köydeki tüm inekleri, o misk öküzüne bırakıp, tren yolunun yolunu tuttu.
çiğ düşmüş bir ot tadında ki yalnızlığının sonuna gelmişti artık. çektiği yük arabası devrilmiş, arka iki ayağını diz hizasından kırmıştı anlı şanlı öküzümüz. can havliyle sağa kaykıldı, işkembesinin üzerine yatıverdi. doğduğu günden beri ona ait olan gökyüzüne gözlerini dikti, baktı baktı...
çiftçi yakası açılmamış bir küfür salladı kendi şansına. öküzüne yaklaştı. '' kerpecek zamanı buldun hayvanoğlu hayvan dedi .''. öküz ise alışık olduğu sözleri duyunca hiç yadırgamadı.hatta tatlı bir tanışıklık, kurumuş bok içerisinde ki derisini okşadı.
sahibine hayrandı. küfürüne hayrandı. ona yük vuruşuna hayrandı, tarlayı sürüşüne hayrandı. gözünü onla açmış, onla kapatacaktı. tarifsiz bir huzur börkeneğinden, kalbine doğru yayıdı.
çiftçi ise bozkırın ortasında bir an ne yapacağını düşündü.
arabanın arkasında bir yerlerden, baba yadigarı çiftesini çıkardı. mermiyi içine sürdü.
öyle ya; emektar öküzünün daha fazla acı çekmesine izin veremezdi.
öküz devasa gözbebeklerini aşağıya doğru kaydırınca, namluyu farketti. garipti ama: hayatında ilk defa mutluydu belkide.
gözlerini kapadı: daha yeni sütten kesilmiş dana olduğu günleri gördü açılan zaman tünelinde, acemi acemi koşuyordu otların içinden annesine doğru: mööö mö.
annesinin ıslak burnundan çıkan buhar: anaç bir merhametin nefesiydi onun için; koştu koştu...
öküzdü nihayetinde; ölümüyle yüzleşebilmiş, cesur bir öküz...
dokuz altı yollarında ahır ile mera arasında gidip gelen, boynundaki ilmek ilmek olmuş ip nedeniyle uçsuz bucaksız yeşillikte kendini biçare mahpus hisseden ahh şimdi alp dağlarında milka inekleriyle fingirdemek, vahh la vache qui rit inekleriyle narbonne köylerinde koşuşturmak vardı deyü iç geçiren öküzdür.
ıslak çimlerle bir güzel doyurdu karnını, aşağıki dereye inip tonlarca su içti ve akabinde hunharca geğirdi.
sonra usulca eğildi, boynuzlarını siyah taşlara sürüp parlattı ve uzun uzun seyretti gökyüzündeki beyaz bulutları.
artık yeni bir başlangıç yapmaya hazırdı, kahverengi iri gözleri birden parladı, sonra ağzını havaya dikip;
böhühühühüheey dedi ve ekledi; mööö...
uçsuz bucaksız meralarda gezindi buğulu gözleri. dört yapraklı yonca aradı yeşilin bin bir tonu içinde. Med-cezirler yalarken yalçın kayaları, zamanın bir başka diliminde gönül kıyılarında da gel-gitler yaşanıyordu. Bir buzağı hapsedildiği ahırından salıverilsin istedi uçsuz bucaksız otlaklara. Çünkü buz mavisi umutları üşüyordu bu soğuk coğrafyada, kan kırmızısı bir karanfil konsun diye beklerken toynaklarına. bu çorak bozkırlar da neyin nesiydi?
Bunca arayış ve bunca bekleyişle bari bir yere varılsaydı. Ne gezer, o durmadan arıyor; fakat aradığını bir türlü bulamıyordu. Hatta yer yer aradığıyla bulduğu şeyler arasındaki zıtlıklardan hezeyanlara giriyor; netice itibariyle de kendine rağmen, çalışma şartlarının ağırlaşmasına, öküzlerin dünyasında bir kısım zararlı kabuk değişikliklerine sebebiyet veriyor ve her şeyi bütün bütün içinden çıkılmaz hale getiriyordu.
bilincinden sarkıttığı düşünce parıltılarından fışkıran fantastik kurgularıyla betimleyip ıssızlığın son deminde yarattığı dünyasında bir nevi yaşamın kıyısından otlanırken kendini sahiplenişlik duygusuyla savrulmuştur bilinmeyenin ortalarında bir yerlerde...
otları yeşildir hep, yazları sıcak, kışları soğuktur....
sezadır matemim tutsa felekler
bana insan değil, ağlar inekler
diye mörüldenirken, uzaktaki ufuk noktasına saplanmıştı gözleri, kara tren gecikecek, hatta belki de hiç gelmeyecekti, dağlarda salınacak ve derdini bilmeyecekti, dumanın savuracak, halini görmeyecekti, gam dolacaktı yüreği, hasreti dinmeyecekti... ama olsundu, hayat her şeye rağmen devam edecekti.
geniş sağrılarını kıvıra kıvıra, götünü dönüp uzaktaki ufka, gelmeyen ve kaçan bütün trenlere nispet edercesine, işkembesinin en ücra köşesinden gelen bir osuruk salladı.
öyle bir osurdu ki, yaylalar yalan oldu, tarlalar talan oldu, gökyüzünden patır patır ölü kuşlar döküldü, koskoca çınarlar, kökünden söküldü.
şöyle bir dönüp baktı ardına, sonra hiçbir şey olmamış gibi geviş getirdi.
çifte koşulanlar ile kadrolu tren gözetmenliği yapanlarına nispeten daha özgürdür, hayatın anlamını bulmasına ramak kalmıştır. masmavi gökyüzü, yeşilin en koyusu yapraklar ve kırmızıya çalan toprağın seyrindedir. gözlerini kapar gecenin kızları yıldızları düşünür. benimde zamanım gelecek diye aklından geçirir, akışına bırakır. diğerleri gibi mutlu olmak için acı bir gayret içinde hiç değildir, olduğu gibidir, kendi gibi...
yine de ne olursa olsun en nihayetinde öküzdür, hepimiz öküz!