başka bir türe atfedilmiş, uzak duyulan kaval sesiyle hüzünlenir; ansızın patikada kenarında bir çalılığa pusardı. az sonra dağın eteğinden geçecek, yeni doğumlarla tazelenmiş yılkıyı beklemeye koyulurdu. neden rahvan bir tay olmadığını düşünür ha düşünür, varlığa mana veremez bir daha düşünür...
hafiften matlaşmaya başlamış derisi, geçmekte olan gençliği haber verir ona. sarıkızı da belki başka tarlalarda artık, öldü mü kaldı mi bilinmez. öküz başına tasa çok, omzunda yük vuranı çok... öküz doğduna mı yansın, kayıp sarıkıza mı yansın, geçen gençliğe mi yansın, çiftçi aynı yükü vursada, artık daha ağır gelen yüke mi yansın.
ama melankoliyi, yılkılara hevesle bakmayı bırakmalı öküz, çiftçi yaklaşmakta ona doğru, az sonra yine karabasana sürecek onu. tasası cüssesini aşsada;
altındaki buzağıyı kimseler ona yakıştıramazken o anaç bir güdüyle sahiplenir onu. çünkü bilir ki çoğu zaman en ummadığı bir anda en ummadığıyla yakalar mutluluğu herkes.
maneviyatının derinliğinde hiç bir zaman boğulmaz. isteyen her kişi ona ulaşır. basitliğin huzuru, sıradanlığın hayranlık uyandıracak görkemi vardır üzerinde.
yalnızlığı sever. kendisi gibi herkesin yalnız olduğunun ayırdındadır. yani yalnız olmak, aslında çoğunluğun içine katılmaktır onun için.
neticede öküz işte... bildiğin ya da bildiğini sandığın... öküz.
istediği her inekle vicdan azabı çekmeden sevişebilmek ve aklına estiğinde çekip gidebilmek için 'ben birine bağlanamıyorum, sahiplenemiyorum ve sahiplenilmekten nefret ediyorumööö' yalanını söyleyen fakat işine geldiğinde eşşekler gibi bağlanan bir öküzdür bu.
tam bu kötü huyundan vazgeçip, inzivaya çekilmişken, gelip götüne çöp dürttüğü için birileri, gözü kan çanağı oldu yeniden ve unuttu kendine verdiği sözleri.
artık onu durduramaz hiçbir çiftçi, öküzdür nihayetinde, öküz gibi güçlüdür yani...
yalnız otladığı çayırlarda, yöre ikliminde yetişen her türlü otun tadına bakma lüksüne sahipdir. tanrı vergisi zayıf hafızasından ötürü: ertesi gün hatırlamaz, hangi otun hangi lezzette olduğunu. bu göreceli zenginlik, monotonluğun verdiği evhamların esiri olmaması için bahşedilmiş bir lütuftur aslında...
en nihayetinde öküzdür işte, yaşam amacı; hayatta kalabilmek olan yalnız bir öküz...
bozkırın tozunu yutmuş, vaktinde önce kocamış bedeni, yapmak isteyipte yapamadıklarının sorumlusuydu sanki, o ezelden beri rahvan bir tay olma hayaliyle yaşamıştı. daha yavruyken etrafında ki hemcinslerinin şeklini şemalini beğenmez. kendi şeklinin neye benzediğini de bilmediğinden mütevellit, kendini rahvan bir tay sanırdı.
bir gün yanından dağlara koşan yılkının peşine takılmak istediğinde acı gerçekle yüzleşmişti. hantal bedeni, geçip giden yılkıya yetişmekte, ona engeldi. o zaman anladı neden bir at tarafından emzirilmediğini...
ondan sonra kendine gömüldü öküz, bir daha da hayata gülen gözlerle bakmadı.
nihayetinde öküzdü işte, bozkırda yaşayan, hüzünlü bir öküz...
çifte koşulanlar ile kadrolu tren gözetmenliği yapanlarına nispeten daha özgürdür, hayatın anlamını bulmasına ramak kalmıştır. masmavi gökyüzü, yeşilin en koyusu yapraklar ve kırmızıya çalan toprağın seyrindedir. gözlerini kapar gecenin kızları yıldızları düşünür. benimde zamanım gelecek diye aklından geçirir, akışına bırakır. diğerleri gibi mutlu olmak için acı bir gayret içinde hiç değildir, olduğu gibidir, kendi gibi...
yine de ne olursa olsun en nihayetinde öküzdür, hepimiz öküz!
sezadır matemim tutsa felekler
bana insan değil, ağlar inekler
diye mörüldenirken, uzaktaki ufuk noktasına saplanmıştı gözleri, kara tren gecikecek, hatta belki de hiç gelmeyecekti, dağlarda salınacak ve derdini bilmeyecekti, dumanın savuracak, halini görmeyecekti, gam dolacaktı yüreği, hasreti dinmeyecekti... ama olsundu, hayat her şeye rağmen devam edecekti.
geniş sağrılarını kıvıra kıvıra, götünü dönüp uzaktaki ufka, gelmeyen ve kaçan bütün trenlere nispet edercesine, işkembesinin en ücra köşesinden gelen bir osuruk salladı.
öyle bir osurdu ki, yaylalar yalan oldu, tarlalar talan oldu, gökyüzünden patır patır ölü kuşlar döküldü, koskoca çınarlar, kökünden söküldü.
şöyle bir dönüp baktı ardına, sonra hiçbir şey olmamış gibi geviş getirdi.
bilincinden sarkıttığı düşünce parıltılarından fışkıran fantastik kurgularıyla betimleyip ıssızlığın son deminde yarattığı dünyasında bir nevi yaşamın kıyısından otlanırken kendini sahiplenişlik duygusuyla savrulmuştur bilinmeyenin ortalarında bir yerlerde...
otları yeşildir hep, yazları sıcak, kışları soğuktur....
Bunca arayış ve bunca bekleyişle bari bir yere varılsaydı. Ne gezer, o durmadan arıyor; fakat aradığını bir türlü bulamıyordu. Hatta yer yer aradığıyla bulduğu şeyler arasındaki zıtlıklardan hezeyanlara giriyor; netice itibariyle de kendine rağmen, çalışma şartlarının ağırlaşmasına, öküzlerin dünyasında bir kısım zararlı kabuk değişikliklerine sebebiyet veriyor ve her şeyi bütün bütün içinden çıkılmaz hale getiriyordu.
uçsuz bucaksız meralarda gezindi buğulu gözleri. dört yapraklı yonca aradı yeşilin bin bir tonu içinde. Med-cezirler yalarken yalçın kayaları, zamanın bir başka diliminde gönül kıyılarında da gel-gitler yaşanıyordu. Bir buzağı hapsedildiği ahırından salıverilsin istedi uçsuz bucaksız otlaklara. Çünkü buz mavisi umutları üşüyordu bu soğuk coğrafyada, kan kırmızısı bir karanfil konsun diye beklerken toynaklarına. bu çorak bozkırlar da neyin nesiydi?
ıslak çimlerle bir güzel doyurdu karnını, aşağıki dereye inip tonlarca su içti ve akabinde hunharca geğirdi.
sonra usulca eğildi, boynuzlarını siyah taşlara sürüp parlattı ve uzun uzun seyretti gökyüzündeki beyaz bulutları.
artık yeni bir başlangıç yapmaya hazırdı, kahverengi iri gözleri birden parladı, sonra ağzını havaya dikip;
böhühühühüheey dedi ve ekledi; mööö...
dokuz altı yollarında ahır ile mera arasında gidip gelen, boynundaki ilmek ilmek olmuş ip nedeniyle uçsuz bucaksız yeşillikte kendini biçare mahpus hisseden ahh şimdi alp dağlarında milka inekleriyle fingirdemek, vahh la vache qui rit inekleriyle narbonne köylerinde koşuşturmak vardı deyü iç geçiren öküzdür.
çiğ düşmüş bir ot tadında ki yalnızlığının sonuna gelmişti artık. çektiği yük arabası devrilmiş, arka iki ayağını diz hizasından kırmıştı anlı şanlı öküzümüz. can havliyle sağa kaykıldı, işkembesinin üzerine yatıverdi. doğduğu günden beri ona ait olan gökyüzüne gözlerini dikti, baktı baktı...
çiftçi yakası açılmamış bir küfür salladı kendi şansına. öküzüne yaklaştı. '' kerpecek zamanı buldun hayvanoğlu hayvan dedi .''. öküz ise alışık olduğu sözleri duyunca hiç yadırgamadı.hatta tatlı bir tanışıklık, kurumuş bok içerisinde ki derisini okşadı.
sahibine hayrandı. küfürüne hayrandı. ona yük vuruşuna hayrandı, tarlayı sürüşüne hayrandı. gözünü onla açmış, onla kapatacaktı. tarifsiz bir huzur börkeneğinden, kalbine doğru yayıdı.
çiftçi ise bozkırın ortasında bir an ne yapacağını düşündü.
arabanın arkasında bir yerlerden, baba yadigarı çiftesini çıkardı. mermiyi içine sürdü.
öyle ya; emektar öküzünün daha fazla acı çekmesine izin veremezdi.
öküz devasa gözbebeklerini aşağıya doğru kaydırınca, namluyu farketti. garipti ama: hayatında ilk defa mutluydu belkide.
gözlerini kapadı: daha yeni sütten kesilmiş dana olduğu günleri gördü açılan zaman tünelinde, acemi acemi koşuyordu otların içinden annesine doğru: mööö mö.
annesinin ıslak burnundan çıkan buhar: anaç bir merhametin nefesiydi onun için; koştu koştu...
öküzdü nihayetinde; ölümüyle yüzleşebilmiş, cesur bir öküz...
köye gelen misk öküzü, bütün huzurunu kaçırmıştı, tam sarı kızı tavlayıp, az ilerdeki kavaklığa götürecekti ki, 'selam mööber?' diye olaya dahil olan bu misk öküzü, bütün planını alt üst etti.
artık hiçbir inek onunla ilgilenmiyordu, miskinliği bir kenara bırakıp, bu misk öküzünü alt edebilmek için bir şey yapması gerekiyordu, hem de marjinal bir şey.
uzun uzun düşündü fakat aklına parlak bir fikir gelmedi.
sonra köyü ve köydeki tüm inekleri, o misk öküzüne bırakıp, tren yolunun yolunu tuttu.
beş masum kısrağa tecavüz eden aygır olayından sonra morali büsbütün bozulmuştu, artık kimse onu siklemiyordu.
kendinde eski gücünü ve heybetini göremez olmuştu, aha şu küçücük buzağı bile ondan daha kıymetliydi.
bir gecede 17 ineği dadmin ettiği o eski günleri anımsadı, gözleri köye hafif hafif çöken puslu karanlığa daldı, sonra farkına varmadan böğürerek ağladı.
öküzdü nihayetinde, sulu gözlü, koca götlü bir öküz...
hep o çekmişti köyün kağnılarını, çifte koşulan hep o olmuştu, öyle ki, çifte koşmak eylemiyle taban tabana zıt bir şekilde, hep yek, hep tekti tarlaların koyu balçıklarında.
ve hep onun koca götüydü çöp dürtülen, kaşağılanmak şöyle dursun, hep oydu sürekli aşağılanan...
sonra birgün, sıçrayarak uyandı uykusundan ve mahmur gözlerle etrafını süzüp, kimsenin olmadığını anlayınca, heybetli bir osuruk salladı bu kahpe dünyaya ve yeni bir sayfa açtı hayatında;
tüm çıkar ilişkilerinden tiksindiği için, bir çırpıda çıkarıverdi üstündekileri, artık yalnız olduğu kadar, çıplaktı da aynı zamanda.
bir serçe ürktü; durgun suya düşünce kopan kuru dal. bir ağaç filiz verdi bombok dünya' ya inat. bir çoban davarı unuttu, uykuya daldı, sırtını dayadığı taşın garantisinde. bir taşralı kız nedensiz üşüdü, yeni tanıştığı şehirde hevesle dersine girerken. bir züppe yeni arabsını övdü kendisi gibi düşünen dostlarına...
bir öküz herşeyin farkına vardı. ama aldırmadı. kuyruğunu kaldırdı. bir batman dışkı bıraktı kuru toprağa, gübre niyetine...
zaten aldırsa ne fark ederdi ?
öküzdü nihayetinde, iğdiş edilmiş, her şeyini ta başında yitirmiş. umarsız bir öküz.
Sıradan bir gecenin alacasında sıradanlığıyla yaşamak varken hayatı, bu bambaşkalığı anlayamıyordu. Zamanın terkisinde bilerek ya da bilmeyerek dörtnala koşarken sonsuzluğa, yanılgılar girdabında bu uzun molanın manası neydi? ucsuz bucaksız meralar tüm güzelliğiyle beklerken onu. Mutluluklar "gel, beni al" diye yalvarırken gecede, ısrarın nedir ey geçmiş! Ah! yapay ışıklar semiriyor güzel duyguları. Bu duygu ne? Bütün duyguların dikleşip, isyan çıkarması; ya da koşuverecekmiş gibi olduğunda dizlerindeki dermansızlığın buna gülmesi...