güzel başlayan, iyi devam eden fakat sonu kötü bitirilen filmdir. son 20 dakikasına biraz daha emek verilseymiş, üstünde biraz daha düşünülseymiş keşke.
güzel , kaliteli ve sinemada seyredilmeyi hakedecek kadar başarılı bir yapım, gidin, görün pişman olmazsınız, hiçbirşey hoşuna gitmese bile en azından zonguldak denildiği zaman aklına gelecek çok güzel görüntülere sahip olursun. ve son olarak (bkz: derine hep derine kazıyoruz)yüzlerindeki karalık arttıkça , alınlarındaki aklıkları artan gerçek emekçi madencileri cola reklamındaki gibi mutlu mesut çalışmadıklarını anlarsın.
1940lı yıllarında geçen hayatların ilmek ilmek dokunduğu, başından sonuna paçasından sanat akan film. ama çekim efektleri, ama replikler, ama inceden espriler. seçemedim içinden. beraber güzeller. ilişkiler nefes tutmalı öpüşmelerden ibaret. sevişmeler, şiirleşmelerden. rüştü onur ve tayyip usludan bihaber kesimle aynı perdeyi paylaşmış olsam da, tatlıtuğ`un sıska hasta bakışına, yürümekten aciz çarpık ayakkabısına, yaş dökmekten üşengeç kırmızıdan hallice bakışlarına teşekkür etmeden alıkoyamadım kendimi. iyi ki oldun sen necatigil. iyi ki bu cümlelerimi kurabileceğim hayatlar yaşadınız... Özetle; şiir bir insansanız mutlaka size değecek mısra sesleri işitirsiniz bu filmde. kim istemez ki mektup bekleyen bir adamı ?
yorumlara baktığım zaman pek tatmin olmamama rağmen gidip izlediğim ve beğendiğim bir film. filmde dram rüzgarları esiyor. oyunculuklarda gayet başarılı. dramdan hoşlananların gidip izlemesi gereken bir film.
Kurtlar Vadisini izleyip de ertesi gün Polat Alemdar kesilen ergenlerin bu filmi izlediği takdirde şair olmasından korktuğum film. Yersiz eleştiride bulunanları en ufak bir içimde anlamış değilim. Uzun olmasına rağmen akıcı, gözü yormayan sade bir yapım olmuş.
bu filme kötü dersek günah olur, son zamanlarda izlediğim en başarılı yerli filmlerden biriydi.
dönem filmi çekmek kolay değildir, sallapati çekildiği hissedilir hissedilmez gözden düşer, fakat bu filmde ince detaylarla bezeli sağlam bir emek var.
diyaloglar çok başarılı, yazan yılmaz erdoğan olunca şiir tadında replikler dinliyoruz.
belki biraz fazla melankolik, yılmaz erdoğan'ın içine bir garip orhan veli, bir cahit sıtkı kaçmış gibi, fakat çok dozunda.
yılmaz erdoğan, karizmatik şâir behçet necatigil'i beklemediğim kadar iyi canlandırmış.
âdeta müsekkin yutmuş bir oyunculuk gördüm, tam olması gerektiği gibi, yalın ve sakin.
filmle ilgili 2 kelimelik özel notum: kıvanç tatlıtuğ.
o kadar iyi ki filmin tek başrolü oymuş da diğerleri yardımcı oyuncuymuş gibi görünüyor.
toparlayacak olursak, görselliğiyle, akıl dolu kelime oyunlarıyla izlenesi bir film olmuş.
hiçbir şey için değilse bile "kapalı kaynar tencerem, bilinmez, et mi pişer, dert mi pişer." mısraının hatrına izlenir.
fakat suzan rolünde belçim bilgin'i oynatarak kelebeğin rüyası gibi hârika bir filmi mahvettiği için yılmaz erdoğan'ı asla affetmeyeceğim. zorla bazı seyler olmuyor.
Filmin ilk sahnesinde, ilk saniyesinde görünen objenin at olması manidardır.
--spoiler--
alışılmışın dışında filmdeki 3 ana karakterinde ölmesi sıradışı olmuş. Yan rollerdeki oyuncularında en fazla 2 cümlelik replikleri olması benim gibi sinema tekniklerinden fazla anlamayan birisine garip gelmiştir.
--spoiler--
son yıllarda izledigim en iyi turk filmi. --spoiler-- konusu farkliydi bir kere. degindikleri nokta farkliydi. yasanmisliklarin sinemaya dokulmesi her zaman etkilemistir beni, bunda da keza oyle oldu. siire, edebiyata ilgiliyseniz hele, inanilmaz bir tat alacaksiniz bu filmden. mert firat ve kivanc tatlitug harika bir ikili olmuslar, diyaloglari deha urunuydu. mediha karakterine bayildim! bu karakter icin secilen oyuncu (bkz: farah zeynep abdullah) karaktere cuk diye oturmustu zira. ozellikle banyo ve deniz kenari sahnesiyle yuregimize dokundular. senin hastaligin bile guzel, hasta olmasan seni bana vermezlerdi. filmde keske olmasaydi dedirten iki sey var benim için. bunlardan biri belcim erdogan. yani herkes elestirmis, keske ben yo hayir ben boyle dusunmuyorum diyebilseydim, fakat ne yazik ki olmamis. uymamis bu role, yakismamis. daha citi piti, en azindan daha normal gulebilen birini secebilirlerdi, ne bileyim. bir de ben behcet necatigil'i cok farkli hayal ederdim. yok hayir tamam resmini filan goruyoruz zaten *is hayallikten cikti da, ne bileyim yilmaz erdogan behcet necatigil olmaktan cok uzak, cok alakasiz geldi. ama yine de batmadi bana. rahatsiz etmedi. muzaffer aciyi cagirma bize. bizde ondan cok var. --spoiler-- izlenmesi gereken film.
şiir gibi bir film. öksürme sahnelerini merak ediyorum açıkcası boğazları tahriş olmadı mı diyerekten. filmin tek bir eksik,havada kalmış yönü var. o da zaman algısı.
gerçeklerden yola çıkacak olursak;
--spoiler--
mediha sessiz ve rüştü onur vefatı arasında 20 gün varmış. film bunu yakalamış tamam. ancak Muzaffer Tayyip Uslu 4 yıl sonra vefat etmiş. aradan 4 yıl değil,daha kısa süre varmış gibi yansıtılmış.bu zamanlar dikkate alınarak çekilseydi daha güzel olabilirdi bence.
--spoiler--
yılmaz erdoğan'da isminin ekmeğini yemeye başlamıştır diyebiliriz bu filmle beraber.
konu çok yavan bir şekilde geçiştirilme usülu işlenmiş, sürükleme sıfır, merak uyandırma sıfır, aşk ve sevgi hissi orta dereceli karakterlerin güçlü, çekim ve mekan ayarlamaları güzel olan bir film.
boş vakit öldürmek için izlenir lakin sinemada değil.
şiir vurgusu ve diyaloglar zaman zaman abartılmış olsa da iyi film. Kıvanç tatlıtuğ iyi bir oyunculuk çıkarmış. Kesinlikle izleyin. Aforizma kaynağı olması da ayrı bir güzellik katmış. 10 üzerinden 7.5.
farah zeynep abdullah çok arka planda kalmıştı ama güzel film. şiirler de güzeldi oyuncular da, hasta oldukları halde o kadar fazla sigara icmelerine anlam veremedim ama yine de iyiydi.
kostüm, mekan seçimleri iyi sanat yönetmeni iyi çalışmış.. senaryo düz. neredeyse hiçbir yerinde "oha" dedirtmiyor.. başrol oyuncularından mert fırat çok daha iyi iş çıkarmış, kıvanç tatlıtuğ yüzü eskimiş bi karakter artık. öyle ki sinemadaki insanlar soyunduğu sahnede karnındaki kasları arar şekilde. "aa kaslar gitmiş." dediler.. oyunculuğuna da baktığımızda yapay bi tat vardı, çok içselleştirdiğini söylemem. tabi bunun en büyük nedeni cast seçiminde aile bağları ve populist yaklaşımlar olmuş. yahu insan kendinden utanır. yılmaz erdoğan yaşlı başlı amca denilesi öğretmeni oynarken, eşi liseliyi oynuyor.