bu düşünce, bir kaç arkadaşımın anlattıkları sonunda türedi bende.
gerçekleşme yolunu düşünmemeniz için bazı detayları es geçicem.
bu olaylardan birincisi.
bi arkadaşım var. bi şehrin kızlarına hasta. alınganlık olmasın diye helsinkili kızlara hasta diyelim. o kadar hasta ki oralı osun da taştan topraktan olsun diye sık sık anlatır. takıntı mı dersin ne dersen de.
bi tatil anında aklına pekte gitmediği bi yere gitmek geliyor içinden. kalkıp gidiyor yerleşiyor bir pansiyona. kös kös yalnız başına vakit geçiriyor.
bir öğlen vakti kapı çalıyor. iki komşu kızı eve yemek getiriyor. gayet kibarca, insanlık dolu bir tavırları var. bizimki çok mutlu oluyor tabi.
karşılık vermek için o da ufak tefek hazır şeyler götürüyor, tabak boş verilmez diye. o arada kızların ailesiyle tanışıyor tabi. yan komşu yani uzak değil. dostca samimi oluyorlar.
yeminle bak kızlar nereli sizce, tabi ki o çok sevdiği şehirden.
ikinci olay.
deli fikirleri olan bir arkadaşım var.
hayalleri arasında şehrin merkezinde 3-4 dönüm bir yerde yeşiller içinde bir arsa alıp orada köy hayatı ve şehir hayatını birleştirmek.
derdi ki arsama girdiğimde şehirle bağlantım kesilsin ama şehrin kalabalığından, insanı yalnız hissettirmeyen gürültüsünden de uzak olmayayım. istediğim zaman 2 dakikada o hengameye karışayım.
bu tür düşünceler içindeyken, oturduğu ev kentsel dönüşüme gidiyor. bu da ev aramak zorunda kalıyor. dolaşırken bir emlakçıya gidiyor ve bahçe içinde bir apartmanı tutuyor.
önce farketmiyor apartmanın sahip olduklarını hatta üzülüyor alıştığı evden uzaklaştı diye.
zamanla, vakit bulup apartmanı tanıdıkça olayı farkediyor.
apartmandaki dairesinin önü orta halli bir kalabalığa sahip bir kavşak. dairenin arka tarafı ise envayi çeşit ağacın olduğu bir bahçeye bakıyor. apartmanın etrafı da epey yeşil.
arka odalara çekildiğinde kuş cıvıltısından başka bi şey duyulmuyor. ön odalar ise şehir kalabalığına maruz.
ve hatta bir süre sonra görüş alanı içindeki bir kamu binası yıkılıyor ve belediye yemyeşil cim seriyor oraya.
apartman da tavuk, kedi besleyenlar var. ufak tefek sebze ekenler var. hatta bi ara bi koyun bile salmışlar bahçeye.
lan diyor ben bunu isemiyor muydum.
işte iki adımda şehir, iki adımda köy.
umulmadık bir başarı kazanan insanlara bazen sorarlar ya nereden aklına geldi bunu yapmak diye.
cevap genellikle, bilmiyorum bir güç beni o tarafa çekti falan derler.
o güç beynin farkettiği, bildiği bir fırsata sizi yönlendirmesi olabilir.
lan bana kendimi üçkağıtçı kişisel gelişimcilar gibi hissettirdiniz.
lan oğlum bu bir tespit.
bak ayrıca biri negezel demiş beynim istediğim parayı kabul etmiyor diyor.
sorun bu işte. o beyin hayatta seni yönlendirmez. inanmıyor ki bunun için çalışsın.
işi tanrıya bağladığımızda insanı devredışı bırakmış oluruz.
tanrı dünya daki işlere pek karışmıyor gibi.
beynin bir özelliğinden bahsettik.
isteyen dener. tabidir ki çok az kişi, beyninin önüne engel koymadan deneyecektir.
diğerleri lan olur mu öyle şey diyip baştan işi bitirecektir.
bunun için önce beynin rahat olması gerektiğini düşünüyorum yani bir sürü boş ve lüzumsuz korku ve endişelerle dolu olmamalıdır ki istediğinizi gerçekleştirebilecek güç potansiyeli olsun yani hatlar meşgul olmasın.
rahat insanlar görmüşünüzdür hayatınızda. kafaya hiç bişeyi takmayan ve hayatları genellikle güzeldir.
basit bi benzetme olacak ama işlemcilerinizi boş tutun ki istediğiniz işler için ayıracak kapasite olsun. yoksa gogıl bile 2 saatte açılmaz.
bırakmaktır.
özet şahane ama hedef belirlemek değil de istemek olmalı. hedef belirlemek bir zorlamadır, beyin için. rahat bırakacaksın. sadece hakkaten isteyeceksin o kadar.
daha da doğrusu, kendiliğinden bir istek olmalı. zorlama değil.