çiftleşirken takada tukada diye sesler çıkardığına ve erkeğin garip orgazm çığlıkları attığına şahit olunmuş, ele alındığında hemen işeyen veya sıçan, her tarafında yapışan keneleri görünce acınan, ama müdahele edilmesine izin vermeyen, hayvanlar aleminin ağır abisi.
çocuk yaslarda 4 yıl boyunca bakarak en uzun süreli beslediğim evcil hayvan olmuslardır. güzeldir kaplumbağalar, sevimlidir, rahatsız etmez, beslenme sorunu fazla yoktur. ben kendi kaplumbağama kıvırcık, üzüm, dometes vb.. şeyler yedirdiğimi hatırlıyorum. evde beslemek için en ideal hayvanlardan biridir.
denize atılan poşetleri deniz anası sanıp yutarak ölen sevimli hayvanlar. tabi bu olaya bakarak kimin insan kimin hayvan olduğunu ayırt etmek de epey zor.
hız, yorucu olduğu kadar ölümcül de bir şey. yaşadığımız dünya ise "hızlı olacaksın, yoksa sik gibi kalırsın ortada" diyor. hızlı trenlerde gittiğin iş yerinde en hızlı sen olacaksın. her gün yenilenen teknolojinin bir adım gerisinde kaldığın, baş döndürücü bir hızla değişen değerler sistemine ayak uyduramadığın vakit "üzgünüz fırat bey.." diye başlayan nutuklarda başrol oynarsın. hayatının her alanında hızlı olmaya koşullanman lazım. sen vites büyüttükçe geride kalan ruhunu sikleyen yok. tam gaz yola devam edeceksin.
kendisini sevmeyen tavşanlara iyiden iyiye sinir olduğum hayvandır kaplumbağa. yavaş yavaş, sindire sindire yaşıyor bu hayvan her şeyi. senle ben de osuruktan hayaller peşinde ordan oraya koşturuyoruz deliler gibi. halbüsi kabuğuna çekildiğin sakin bi yaşamda kendine kalmanın keyfine değişilmez hiçbir cazibe.
evcil hayvanlardan en ideallerinden bir tanesi. tek sorun evcil olmak için fazla yabani olması. yani rivayete göre evde bakılıp beslenmek bu hayvan için kötüymüş.
kara kaplumbağası olanlar daha bir sevilesidir.
öldükten sonra kabuğunu vernikleyip saklama çabası içinde olan meraklısına rastlanabilecek hayvan.
hayvan da o carettalardanmış, güneyden bulmuşlar, böyle 1 metreye yakın nerdeyse ben kadar..
sonracıma getirdiler; sırf kabuk, hayvan yok içinde. ama amcam unutmuş onun da organik bir hede olduğunu. büyümüyor mu amca o?
sonuç; kokudan girilemeyen bir ev. evde denemeyin yani.
**
Bir kaplumbağa yürüyor. Sırtında kocaman bir kabuk. Uçuk gri, çok uçuk kahverengi, Prens dö Gal biçiminde kocaman bir kabuk... Yavaş yavaş yürüyor bir kaplumbağa...
Bu kaplumbağa yüz yıl yaşamış. iki yüz yıl yaşamış bu kaplumbağa... Güneşli günler görmüş, yağmurlu günler görmüş... Taşlar atmışlar bu kaplumbağaya, kabuğunun içine kaçmış; sonra yavaş yavaş, sonra usul usul çıkarmış kafasını; bir adım, bir adım daha...
Bir yerlere gitmek ister kaplumbağa... Ne rotası, ne pusulası... Ama anlayın canım, siz anlarsınız; bir yerlere gitmek ister, ah ister bu kaplumbağa...
***
Sesler gelir, gürültüler gelir uzaklardan:
- Şu kaplumbağayı ters çevirelim, çaresizlik içinde oynayan ellerini, ayaklarını seyredelim, gülelim.
Kaplumbağa yalnız, kaplumbağa kimsesiz... Çizik çizik buruşuklar içinde boynu; bazen kabuğundan uzatır kafasını, küçücük siyah gözleriyle bakar etrafına... Sonra sert bir ayak sesi, sonra bir gürültü, sonra gürültüler; gene çeker içine kafasını kaplumbağa...
***
Akdeniz kıyılarında hayat ne güzeldir... Bir kadının elini tutarsın... Güneş yakmaz ısıtır; kalbin üşüyen dokularını ısıtır. Tehlikeli ayak sesleri kaybolmuş. Her ses bir serenat, her ses bir yaşama aşkının türküsüdür. Çekinmeden, korkmadan sevmek istersen sevebilir, haykırmak istersen haykırabilirsin... Ve yürüyebilirsin kafanı kabuğundan çıkarıp...
Siz bir güneş altında, bir deniz kenarında bir kaplumbağanın duymak istediği güvenliği hayatınızda hiç duydunuz mu? Duydunuz mu bu güvenliği...
Gerine gerine:
- Hürüm, yaşıyorum, benim, diyebildiniz mi?
***
Kaplumbağalar pek diyemezler bunu, ama siz de diyemezsiniz...
Saat dokuzda işbaşında olmak var... Biriken borçları ödemek... Kızdırmamak kimseyi... On ikide paydos, bir buçukta iş... Akşamın beşi, bir türlü gelmez... Cepte para o kadar az ki, dolmuşla otobüs arasında tercih yapmak; Kant felsefesi üzerinde düşünmekten çok daha uzun sürer...
***
Sev, sevemezsin; yaşa, yaşayamazsın... Işıklı vitrinler, fiyakalı otomobiller... Kürklü, yumuşak, gülümseyen kadınlar... Hepsi sahillerin öteki tarafındadır. Ve bir kere gelmişsin dünyaya...
Yaşamak, göğsünü benim diye döve döve yaşamak, yaşadığını duya duya yaşamak... Ayın sonu, cepte iki buçuk lira... Saat dokuzda işin başında olacaksın... On ikide yemek tatili... Bir buçuk, beş... Her gün bu, bu her gün... Başını dışarı uzatamayan kaplumbağa gibi...
***
Şu sırtımdaki kabuktan soyunsam; bir dikilsem, haykırsam güneşlerin ve yağmurların altında; uzun uzun haykırsam, bin yıllık baskıların isyanıyla haykırsam:
- Ben de varım, ben de insanım; sevmek istiyorum ben de, sevilmek istiyorum ben de...
***
Bir elde sefertası... Saat dokuzda gelmezsen olmaz. Saat on ikide sefertasını açacak ve makarnayı çatallayacaksın...
Sonra emekliye ayıracaklar seni... Çürümüş vücudunla hayatın karşısında, fırlatılmış bir tükürük gibi yalnız bırakacaklar seni... Akdeniz kıyılarında bir neşeli kadınla el ele yürümenin tadını tadamadan, sufli bir köşede ölümü bekleyeceksin... Korkutulmuş bir kaplumbağa gibi, başı daima kabuğunun içinde, daima ürkek, daima haykırmadan, yaşamanın türküsünü çağıramadan...
***
Karşı sahillerde ışıklar... Karşı sahillerde en neşeli kahkahalar... Sokulursan yanlarına; bir budala, bir âciz, bir sünepe diye bakarlar sana... Sen bin yılın ürkek, bin yılın koşmasını bilmeyen zavallı kaplumbağasısın...
***
Çocuklardan ne haber, çocuklardan... Adam olacaklarına, karşı sahile çıkacaklarına itimadın var mı? Bak şimdiden alay ediyorlar seninle... Ya karın, yandaki komşu karısının elbisesini kıskanmıyor mu?..
Sen bağır istediğin kadar:
- Hanım, hepsi bu, yetmiyor para...
Kızdığı zaman vereceği cevap, bütün kadınların kızdıkları zaman verdiği cevabın aynıdır:
- Sen adam mısın?
***
Düşün, adam mısın sen... Sen bir kaplumbağasın... içine çekik, ters çevrilmekten, örselenmekten korkan bir kaplumbağa...
Hiç hayatında ayağa kalkabildin mi? Her zaman böyle yavaş, her zaman böyle ürkek... Her zaman karşı sahillere imrenen bir kaplumbağa...
Bin yıl yaşadın, bin yıl daha yaşayabilirsin...
Hayatta bir şey, bir tek şey vardır:
- Yaşayabildim, demek...
Diyemiyorsan gel yanıma, gel buraya; gel dertleşelim... Ve istersen arayalım kaplumbağa olmaktan nasıl mümkündür kurtulmak...
10 yıl kadar önce aşağıdaki olay yaşanana kadar en çok ilgimi çeken hayvandı. nerde görsem işimi gücümü bırakıp onunla oynardım.
-(kapı girişinden kafayı çıkararak) baba sence elimde ne var?
-ne biliyim oğlum. ne var?
-(bak demeye kalmadan aynen zıçan adam efekti ile) pödöffffffffff
_!!!
ama öyle böyle bi sıçış değildi. her taraf pembemsi bi renge boyandı bir anda. elime alınca korkudanmı yaptı bilmiyorum ama hayvan patladı sanki. sonra doğal olarak korktum ve hatırlamadığım bi yere fırlattım. umarım yaşıyordur.
kendileri ileri görüşlü canlılarımızdandır. nedendir ? niyedir ? şöyledirki; anne kaplumbağalar uygun koşullar altında 50-180 arası yumurta bırakabilmektedirler, kendi elleriyle ayaklarıyla kazdıkları sahile ortalama 30-40 metre uzaklıkta bulunan gizli mabetlerine -onlar için bence öyle- gelip yumurtlamaya başladıklarında dişi olan kaplumbağaların gözlerinden yaşlar gelmektedir. bilimsel açıklamarı olmasına rağmen, insanoğlu düşünmelidir niyesini. ki şöyledir niyesi kanımca bilir anne kaplumbağa 50-180 yumurtasının -ülkemiz sahillerinde olanlarının- yarısı aa beni kuma gömsene denilesi insanlar tarafından gömme işlemi sırasında ahanda buldum hadi yumurta savaşı yapalım bak buraya tavuk bırakmışlar yumurtlamış herhalde bir sürü yumurta var diyerek catur catur sandallara atılır, diğer kısmı artık gömülü olmadığı için onlarca hayvana yem olur. aralarından oldukça azı loto kazanmışcasına şanslıdır ve yaşama devam eder.ha diceksiniz milyonlarca spermdende sen şanslı olanıydın.ama hiç kimse babamın diğer spermlerini öldürmek için çaba harcamamıştır. dikkat nesilleri tükenebilir. sakın korumayalım.