kagithelvasinin denklemi

entry1 galeri0
    ?.
  1. Tanrı'nın kuş uçmaz kervan geçmez, kayalıkları gökleri delen, otsuz ağaçsız, çorak dağlarında yapayalnız bir adam yaşarmış. Baharlar çevresinden ona bir çiçek göstermeden akıp gider; karlar kıyametler, canına bir değil, bin kez kasteden duyarsız bir ölümcüllükle, üstüne yüklenirmiş. Ve o ıssız bir kovukta yüzükoyun yatar, uzak dünyalardaki mutlulukları düşünürmüş. Kalabalık caddeler düşünürmüş, şen şakrak ışıklı evler, yemyeşil bahçeler, solmayan mutlu aşklar... Masmavi deniz kıyıları uzanırmış düşlerinin içinde, rengarenk bayram yerleri, uçurtmalar, fırıldaklı kağıthelvacıları, köfte kokuları, semaverler, nargile tokurtuları...
    ***
    Bir özlem kabarırmış içinde:
    - insem buralardan, dermiş, katılsam onların arasına... Elimde bir külah kaymaklı çilekli dondurma, kolumda tıkır tıkır işleyen bir saat, martılara baksam, geçip giden gemilere... Sinemalara girsem, arabalara binsem, selam versem tanıdıklara, mektup yazsam, ıslık çalsam, yaşasam...
    Sonra bir soru takılırmış aklına:
    - Evet ama, benim o dünyalara verebileceğim hiçbir şey yok ki!..
    ***
    Kovuğundan çıkar, karanlık uçurumlara, ıssız kayalıklara bakarmış. Verecek hiçbir şeyi olmadığından, alacak da hiçbir şeyi olmadığının denkleminde, sıfırda duran varlığının sonsuzdaki boşluklarında tümden gölgesizleşirmiş. Yaşamsız ve ölümsüz bir çizginin atomları oynaşırmış saçında sakalında, gözlerinin bebeklerinde...
    Ve kovuğuna girip yüzükoyun kapandığı zaman, omuzlarda giden, baş tarafı genişçe, ayak ucu dar garip sandıklar görürmüş.
    ***
    Kollarındaki saatlerin işleyişine küskün küskün bakan yaşlı gözler... ilaç kokulu beyaz karyolalar dizisinde kıvranarak inleyenler... Çarpışmış arabalar, kopmuş kollar bacaklar, parçalanmış kanlı beyinler... Yürekleri kanayan genç kadınlar, elindeki son kadehle ayakları dolaşıp yere yuvarlanan erkekler.
    Fırıldaklı kağıthelvacılarını, köfte kokularını, martıları, deniz kıyılarını, çocuk kahkahalarını ödemek zor olmalı, dermiş. En azından koluna tıkır tıkır işleyen bir saat takacaksın. Gülerken ağlayacak, ağlarken gülecek ve durmadan biteceksin...
    ***
    Öteki dünyalara gitmek, yahut gitmemek...
    Hem yüreği burkularak o cümbüşü özler, hem de sonunda yok oluvermekten korkarmış. Kuş uçmaz kervan geçmez dağlardaki saatsiz yokluğuyla; yeşil bahçeli sıcak çorbalı evlerdeki saatli yok oluşların çözülmez bilmecesinde; içini çeker, elini uzun saçlarında gezdirir, sakalını çekiştirerek düşüncenin bittiği yerleri düşünürmüş...
    ***
    Bir başka türlü de ödenemez mi acaba o dünyalar?
    Ödenir mi, ödenemez mi?
    Koluna takılacak saatle değiştirebileceği bir özel niteliği olsa... Ve karşılığında takvimlerin kopuşunu durdursa...
    Bir başka denklem kursa...
    Boşluğun denkleminden, varlığın denklemine geçmenin çıkmazıyla, cinnetin merdivenlerinde; bitmeyen dağlarla bitmeyen ufuklara vurur vurur dururmuş kafasını...
    ***
    Bir başka denklem...
    Acaba insanlara kocaman parmaklı avuçlarını gösterse...
    Avuçlarındaki pınarları, ebemkuşaklarını, samanyollarını... Karşılığında bir kağıthelvası yese... Kabul ederler mi ki bunu... Koluna tık tık işleyen bir saati takmamayı kabul ederler mi ki...
    Pazarlık da peşin yapılmıyor ki...
    Bir inerse, bir daha çıkmamak da var, bu yanlışı düzeltilmez denemede...
    Ama yine de denemek gerek...
    Dağlar, kayalar, karanlık uçurumlar, çiçeksiz baharlar, karlar, tipiler gerilerde kalmış...
    Biraz deniz kıyısı istiyorum, ekmek içinde soğanlı köfte, bir de kaymaklı çilekli dondurma... Yok hayır, saat takmayacaksınız koluma... Karşılığında avuçlarımdaki pınarları, ebemkuşaklarını, samanyollarını vereceğim size...
    ***
    Ne ne, demişler, pınarlar, ebemkuşakları, samanyolları mı? Ne işe yarar ki ulan onlar!.. Gel bakalım önce tak şu saati koluna... Hah şöyle... Şimdi zıkkımlan köfteni, dondurmanı, sonra da yavaş yavaş yürü baş tarafı azıcık geniş, son tarafı dar, garip sandığa doğru...
    - Ya peki pınarlarım, ebemkuşaklarım, samanyollarım...
    - Onlar hiçbir işe yaramaz, onlar bizde kalacak...
    ***
    Bitmez boşlukların sıfırı; yeni denklemin birini, ikisini, üçünü koluna takılan saatle yaşamaya başlamış. Ama köfte de o kadar güzelmiş ki, dondurma da... Hatta bir kağıthelvası bile yemiş bir ara...

    çetin altan
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük