kadıköy sahilinde sevgiliyi beklemek

entry8 galeri0
    1.
  1. hepimizin bir hayali var!
    kimi güzel bir kadın, kimi para, kimi şöhret,
    benim istediğim ise sadece bir parça huzurdu.

    yine bu köhne odada uyandım.
    ahşap döşemeyle kaplı duvarları ıslak köpek gibi kokuyor.
    avizesi üst kattaki küçük bir koşuşturmayla sağa sola sallanıp duruyor.bu sırada avizenin paslanmış demirinden gıcırdılar geliyordu.
    yağmur her yağdığında eski pencerelerin diplerine yerleştirdiğim
    havlular biraz olsun işe yarıyor ve akmasını önlüyor,
    ben ise sigara üstüne sigara yakıp henüz kansere yakalanmamış ciğerlerimi zehirle kutsuyordum.
    bakmayın öyle, herkes ölür.

    bir süre sonra kalkıp üstümü giyindim.
    deri ceketimi sandalyenin sırtından alıp kendi sırtıma geçirdim.
    sepetten bir iki parça ekmekle doyurdum karnımı, motorun anahtarını da alıp kiracısı olduğum bu berbat ama huzurlu evden çıktım.

    o günü hiç unutmadım.17 mayıs 2013...

    güneş tam tepede tüm heybetiyle kadıköy'e gülümsüyor,
    martılar peşi sıra beşiktaş vapurunun peşinden uçuşuyorlar,
    sahildeki otobüsler yine o akılalmaz trafiğe karışıyorlardı.
    bunun yanında sevgililer, arkadaşlar, satıcılar, saat satan zenciler, derhaneden çıkan bitkin öğrenciler, maaşını çekmek için yollara
    düşmüş emekliler ve mekanına müşteri çekmek için avaz avaz bağıran esnaflar cümbüşü tamamlıyordu.

    bense moda sahile varmıştım bile.
    arkadaşımı beklemek adına bir sigara çıkarıp motora yaslandım.

    10 dakika bekledikten sonra arayıp nerede olduğunu soracaktım. beklemekten
    oldum olası nefret ettim. kısa ve sinir bozucu bir konuşmanın ardından gelemeyeceğini
    son anda işi çıktığını söyledi.

    en sağlamından bir kaç küfür edip sigaramın dibini de içip attım.
    olan oldu ekildim en azından biraz sahilde oturayım dedim.
    kayalıklara çıkıp taşlar üzerinde ellerim cepte yavaş adımlarla oturacak bir yer aradım.

    çiftlerin yanına oturup onlar öpüşürken rahatsız etmek istemiyordum.
    derken etrafı boş bir yer buldum. oturdum.

    sonra o'nu gördüm!
    kızıl saçları, bembeyaz teni, yeşil ve ağlayan gözleri.
    çok geçmeden yakınımda bir taşa oturdu.
    beni görmedi bile.

    telefonunu ve kulaklığını çıkarıp müziğini açtı muhtemelen.
    denizle gökyüzünün birleştiği ufuk çizgisine bakarak ağlıyordu.

    bir süre sadece o'nu izledim.
    o arada bir kaç sigara içtim yine.
    yer yer kendi kendine söyleniyor sonra tekrar ağlamaya başlıyordu.
    kıyıya vuran dalgalar şiddetlenince, alt taraftaki taşa koyduğu ayaklarını çekerek
    ıslanmasını önlüyordu, o insanı refleksi bile sevimliydi.

    bir süre sonra olduğum yerden kalkıp yanına gitmeye karar verdim.
    kısa bir süre kararsız kaldıktan sonra yanına kadar gittim.
    sağa sola bakmıyordu bile görmedi.

    yakınına oturup omzuna dokundum.bir an irkildi kulaklığını çıkardı.
    kulaklığından gelen o kısık seste istanbul'da sonbahar çalıyordu.

    bana doğru döndü ve ''ne var'' gibisinden baktı.

    +ağladığını görünce konuşmak için ben...
    -kalbi kırık kız, hemen gidip teselli edeyim, belki omzumda ağlar, dertlerini anlatır, tanışırız,
    güzel vakit geçiririz ooo daha neler neler di mi? defol git!!

    sadece gülümsedim. böyle bir öfke patlaması beklemiyordum.
    ben gülümseyince o da gülümsedi. aşırı tepki verdiğini anladı.
    üzerine gitmedim yine de.
    kalkıp tekrar biraz uzaktaki kendi kaya parçama oturdum.

    bir süre daha o'nu izledim.
    neyse ki gözlerinden yanaklarına süzülen yaşları durmuştu.
    arada dönüp bakıyordu, hayatım boyunca maruz kaldığım en güzel kaçak bakışlardı.
    bilirsiniz, bazen bir kız gelir.
    değişik hissedersiniz.
    aşık olmak gibi basit bir kavram karşılamaz.
    bir şeyleri çağrıştırır.
    kendi içinizden çıkarıp sevdiğiniz bir parça gibidir.
    johnny cash şarkıları gibidir. depresif, soğuk ama huzurlu.
    yağmuru hatırlatır, sonbaharı, kahveyi, kediyi, kafka kitaplarını...

    tam olarak kelimelere dökemezsiniz. mutluluk ya da aşk vaat etmez.bir parça daha fazlası
    gibidir...

    kaçak bakışları artık gözlerimde ölmeye başladığında, kendi kaya parçamdan kalkıp yanına gittim tekrar.
    rüzgarda uçuşan saçlarını eliyle kafasının arkasında tutarak bana baktı.
    bir parça daha şevkatliydi.

    +oturabilir miyim, defolup gideyim mi?
    -oturabilirsin. (gülümsedi)

    yanına oturdum kaya parçası üzerine.
    dizlerimi karnıma kadar çektim, kollarımı da dışından bağladım.
    bir süre konuşmadık. aslına bakarsan ne diyeceğimi de çok bilmiyordum.
    sonra bana dönerek;

    -adını hala söylemedin?
    +dorian... senin?
    -ahu... neden...?

    belli kalbi kırıktı. sadece neden demişti ama bazen çok şey anlatır.
    dil dediğimiz insanın kendini ifade etme şekli değil mi? biz buna o an ihtiyac duymadık.

    +nedeni yok. hayat... diye cevapladım.
    -böyle olmak zorunda mı?
    +neden güzelsin ahu?
    -güzel miyim? bilmiyorum.
    +bilmiyorsun çünkü şans. genetik bir şanstır hayat gibi. insanlar gibi.
    karma yok, kader yok, üzdüğün kadar üzülürsün yok, emin ol kötüler de mutlu yaşayıp ölebiliyor.

    -ben aldatıldım dorian ve lanet olsun ki hala ona aşığım.
    +aşkın anlamı bu zaten.
    -ne?
    +aşk farsçadan gelir. özü aşekadır. aşeka; ağacın etrafını saran, ağaçtan beslenen ve
    sonunda ağacı kurutup öldüren sarmaldır.
    -desene aşkın kökü anlamsızlığımı anlamlandırıyor.

    bir süre sonra telefonu çaldı. konuşurken o çocuk olduğunu anladım
    onunla görüşmek üzere apar topar kalktı.
    numarasını istemek konusunda kararsız kalmıştım ama gidiyordu.
    bu o'nu son görüşüm müydü?
    istemedim. kendine iyi bak deyip gözden kaybolana kadar o'nu izledim.

    peri masalı gibi gelip gitmişti.
    ne tam gerçek ne tam hayal. değişik hissettim.
    tekrar bir sigara çıkarıp yaktım kaya parçama uzandım.
    ben de kulaklığı çıkardım ve gökyüzüne doğru dumanı üfleyerek turn the page
    dinledim...
    5 ...
  2. 2.
  3. okumadım pişman değilim.

    not: fenerbahçeliyim.
    not: yağuşuqlu erqeqler eqlesin.

    zorakitanım: bir bekleme eylemi.
    0 ...
  4. 3.
  5. o arada playlist oradan oraya atlıyor, hissettiğim her şeyi biraz körüklüyordu.
    etkilenmiştim. keşke hayatımın bir kısmında yer alsa diye düşündüm.
    sıfatı önemli değil hissettirdiği tamamlanma hissi... ah bunu sevdim...

    çok yalnızdım, yalnızlık mı?
    onu geç. yalnız kalmak yoktur, yalnız olmak vardır. yalnızlık tercihtir.
    bilinçli bir tercihtir ve kaldırabileni bilge, kaldırmayanı yaşayan ölü kılandır.
    kendine güvenmemek değil, insanlara güvenmemektir.
    insanların arasına karışamamak değil, kendinle yüzleşememektir.
    insanlar da senin gibi benim gibi. hepimiz kötüyüz, bazılarımız bunu iyi saklıyor.
    doğamız bu, arada bir dilenciye para verip, sokak hayvanları için kapıya su koymak benliğimizi değiştirmiyor.
    işler gerçekten istediğimiz bir şeye gelince, emin olun sen, ben, o hepimiz berbat insanlarız ve kazanmak için etik değerlerimizi çoğu zaman yok sayarız.

    ondan etkilendim onu istedim ve onu günümüz nimeti internetten buldum.
    yüzlerce ahu içinde onu hemen her sosyal sitede aramak epey zordu ama buldum o akşam.
    hatırlayamadığım sayıda biradan sonra mesaj attım.

    bir kaç on dakika öylece akıp gitti ve cevap gelmedi.
    tekrar evden çıkarak, benim gibi motor aşığı arkadaşlarımın yanına gittim.
    alkol midemden öylece kanıma karışıyor, hızımı arttırınca vuran rüzgar saçlarımı ve yüzümü okşuyordu.
    dar ve boş yeldeğirmeni sokakları motorumun tok ve rahatsız edici olmayan egsoz sesiyle yankılanıyordu.
    bir kaç sokak ötede acıbadem'e bakan tren yolunun altında buluştuk.

    başlarda amerikan vari gelse de şu büyük teneke içinde ateş yakıp, motorları etrafına park edip, içmek
    sohbet etmek, çok rahatlatıcıydı.
    bu fight club tabiriyle benim tatilim gibiydi.

    ateşin başında bile değildik. hava soğuk değildi ama ateş bir terapi gibidir.
    bilemiyorum belki sadece bize öyle geliyor.
    arkadaşlardan biri, güzel bir müzik açtı telefonundan.
    bu kafayı seviyordum, seviyorduk.

    15 20 kişiydik. bazılarının sevgilisi de yanındaydı.
    bir iki kız da sadece ortamı sevdiği için geliyordu.
    onlardan biri de arkadaşlığını hiç bir şeye değişmeyeceğim burçak'tı.
    kıvırcık saçlı grunge takılan esmer tatlı bir kız.

    bir süre benim motora yaslanarak sohbet ettik.
    daha doğrusu dertleştik.
    geçim sıkıntısı, aile vesaire hemen her şeyi konuştuk.

    o sırada emre göründü karanlığın içinde.
    yaklaşınca anladık. yüzü dağılmış haldeydi fena dayak yemişti.
    içinizden bilenler vardır belki kadıköy'de hell angels adında ünlü bir motor çetesi vardır.
    2011'de kadıköy kadife sokakta bar basıp 2 kişiyi öldürdüler.

    hell angels'den biriyle gündüz vakitlerinde sudan bir sebeple tartışmış ve akşamında emre'nin yüzüne soyut resim çalışmışlar.

    yanımıza o halde geldiğinde bize yapılacak tek bir şey kalıyordu. arkadaşımızı korumak.
    polise gidelim baş edemeyiz onlarla diyen de vardı, hayır korkaklık etmeyin hesabını soralım diyen de.
    0 ...
  6. 4.
  7. Hiç Kadıköy sahilinde beklemedim bir sevgilimi. Hiç gitmedim de Kadıköy'e. Zaten beklemek içinde bir sahile gerek yok. Ben bir çocuk parkında da beklerim.
    1 ...
  8. 5.
  9. bir kısmımız kızları eve bırakıp dönmek üzere yanımızdan ayrıldı.
    bir kaç kişi kalıp emre'den durumun detaylarını öğrendik.

    en çok mıstık sinirlendi bu duruma. kendisi tam anlamıyla bir sinir küpüdür.
    1.90 küsür boyu sayko-killer tarzı bakışları bile onu korkutucu yapmıyordu ama sanırım kendisini hep öyle sandı.

    kendi motorunu tekmelerken yüzündeki dur lan napıyorum ben ifadesiyle, aniden durup
    birasını dikmesi ise hepimizi ayrı güldürdü.

    bir süre sonra kızları eve bırakan çocuklar da geldi.
    hep birlikte kadıköy'ün karanlık sokaklarında emre'nin tarif ettiği yere gittik.
    motorcu olmak, bunun arkadaşlığı isteyin ya da istemeyin sizi kardeş gibi kılıyor.
    nedendir bilinmez ama böyle bir etkisi var.
    boyumuzdan büyük bir oluşumdu hell angels ama tereddüt etmedik.
    tarif ettiği yere gittiiysek de bulamadık o barda.

    yalnız onlardan sarı lakaplı elemanı tanıyan biri çıktı o barda.
    mıstık tehditkar bir konuşmayla o numarayı vermemekte direnen adamdan numarayı aldı.

    gece 3'e vurmuştu akrep yelkovan da ona yetişiyordu.
    hava biraz serinlemişti.
    deri ceketin fermuarını sonuna kadar çekip elleri cebe atıp dışarı çıktım.
    sokak lambalarının loş ışığı parke taşlı yolu belli belirsiz aydınlatıyor ben de
    o numarayı arayınca n'olacak diye düşünüyordum.
    kaybedecek bir şeyim yoktu ama arkadaşlarımın vardı.

    aynı sokakta kaldırıma oturduk bizim çocuklarla.
    mıstık numarayı direkt aramak istese de izin vermedim.
    cesur olmakla aptal olmak arasında fark vardır.

    bir süre düşündükten sonra numarayı aradım.
    bizimkiler başıma üşüştü,ne diyecekler acaba diye ortaya çıkan merakla karışık endişelerini gizleyemediler.

    tok ve kendinden emin bir ses açtı telefonu.
    bugün bir arkadaşımıza sizinkilerden bir kaçı saldırmış dedim.

    direkt nerdesiniz siz diye döndü bu cümleye.
    bu adamların şakası yoktu.

    geri adım atmadım.belki bencillikti bu yaptığım arkadaşlarıma ama atmadım.
    kadıköy'de olduğumuz sokağa kadar söyledim.
    sopa yiyeceksek de atacaksak da beraber olmalıydı.

    ''iyi yarın gece 11'de yine orada olun gelip bir konuşalımdiye yine tehditkar halde
    bir cevap döndü ve kapattı.

    emre; beyler tamam oldu bitti yarın kimse gelmiyor buraya dedi.
    arkadaşlığın önemini, anlamını, güvenini, sadakatini o an anladım diyordum ki...
    ''kardeşim sen bitti diyorsan tamamdır ya'' minvalinde geri adımlar geldi bizimkilerden.
    o an çok güldüm.
    ancak bu kadar sempatik satılırdı bir adam. emre de neye uğradığını şaşırdı.
    muhtemelen nezaketen yaptığı bu konuşma da kendisine arka çıkacağını düşünüyordu grubun.
    ben ve mıstık hariç herkes şöyle biraz yan çiizmişti.
    onlar da haklı.herkesin hayatı ve kaybedecekleri var.
    kitap ya da hollywood filmi değil hayat, korku da kadere dahil!

    tekrar köhne evime döndüm.
    evin önüne geldim park ettim ve mıstığa mesaj attım.
    ''ben yarın o saatte orada olacağım'' ''biliyorum ben de geliyorum'' diye cevap döndü.

    sonuçta konu emre'den çıkmıştı.erkeklik gururu gögüsümde bir ağırlık olarak kalmamalıydı.o sırada bir sigara yaktım eve girdim.

    deri ceketi tekrar ait olduğu yere sandalyenin sırtına astım.
    evet benden daha çok yakışıyordu o ahşap eskitme güzelliğe.

    uyumadan önce içtiğim son sigaraydı.
    günün yorgunluğunu atarcasına ciğerlerime çekiyordum ki, açık olan bilgisayarıma gözük takıldı.

    ahu'dan cevap gelmişti...

    hiçbir şey yazmadan bu parçayı gönderdim...

    https://www.youtube.com/watch?v=pr1CAXqzeWA
    0 ...
  10. 6.
  11. bazen hayat sandığınızdan daha kolaydır.
    bazen basit kararları alamadığımız için çok daha fazlasını kaybederiz.
    bazen sadece oluruna bırakmak en iyisi.

    bizler, hayat denen bu fahişenin gayrı meşru çocukları, hep tez canlılığımzdan kaybetmedik mi?

    ahu'dan gelen aslında normal bir mesajı fazlaca büyütmüştüm.
    aslında sadece nezaketen bir mesaj dönmüştü.
    ne kadar histerik canlılarız. etkilendim ve bu benimle ilgili, onun için sadece sıradan bir mesaj.

    bu düşünceler eşliğinde görüşelim demedim. numarasını da istemedim.
    sadece seni merak ettim yazdım ve gönderdim.

    bir süre sohbet ettik.
    iyi olduğunu çocukla da kısa bir ara verdiklerini söyledi.
    her bir atomum onu affetme demek istiyordu ama yanlış olurdu.

    sonra bir şey oldu.
    o da benim gibi biraz hayalperestti.
    kendimize sınırların ve kuralların olmadığı bir dünya nasıl olur diye sorduk.

    bir kere eskilerde olmalı saraylar, şatolar, savaşlar, barışlar ve aşklar diye cevap verdi.

    o gece onunla günlük hayatın stresinden kurtulmak için, hayal dünyalarımızı kesiştirerek
    bir dünya yarattık.
    nasıl olması gerektiği hakkında tartışıp fikir yürüttük.
    kahvemi ve sigaramı alıp hayatımın en keyifli hayalini yarattım.
    isimlerimiz bile belliydi o dünya'da.

    ben dorian grey, o ise esmeralda ismini seçti kendisine...

    saatlerce kendi yarattığımız bu hayal dünyasında kaybolduk.
    sigara üstüne sigara yazıp, onun kendi gözünden anlattığı hikayeye paralel kısımlar yazdım.
    eğlenceli ve güzeldi.

    en azından ahu ile ortak bir payda bulmuştum.
    gün tamamen ölüp sabah olduğunda ilk güneş damlalarını görüp uykuya dalmışım.
    ben güneş batınca günün doğduğuna inananlardanım.

    akşam üzeri uyandım.
    mıstık mesaj atmıştı.
    onunla görüşüp hell angels'dan haber gelene kdar bir barda oturduk.
    bir kaç ellilik bira devirdik.

    daha sonra o telefon geldi ve n'olacağını bilmeden
    motorlara atladık ve önceki gece gittiğimiz yere gittik.
    henüz kimse yoktu.

    motorları park etmedik. kaldırıma çıkıp üstünde beklemeye devam ettik.
    bir süre sonra emre gözüktü.benim olayımda ben olmayacak mıyım lan diye gelip
    yumruğunu yumruğumla tokuşturup sarıldı.

    sokak boştu.bir kaç kedi çöp tenekesini tırtıklıyor, rüzgar kısık seste bir ıslık gibi kulaklarımıza kadar geliyor saçlarımızı okşuyordu.

    kalabalık bir motor sesi duyduk. henüz görünürde kimse yoktu ama geliyorlardı.
    daha sonra sokğın ucunda göründüler.
    motorlarının farları yüzümüze doğru vuruyor onlar ise bir sillüet gibi duyuyorlardı.

    çekin şu farı yüzümüzden dedim.
    o sırada hepsi park edip biraz kabadayı şekilde etrafımızı sardılar.

    içlerinden uzun siyah saçlı olanı elini emre'nin omzuna koyup sen akıllanmadın abisi dedi.

    adamın emre'nin omzundaki elini alıp önce konuşalım dedim.
    o sırada biraz gerildiler. üzerimize çullanabilirlerdi.

    kavga etmeye gelmişlerdi, bunu biliyorduk.
    ortalık bir süre sonra karşlılıklı laf sokmalar üzerine alevlendi.
    her şey belliydi artık bir şey yapmak gerekti.
    sayıca iki üç katımızlar.madem sopa yiyeceğim, ben bunun hakkını alırım.

    siyah uzun saçlı elemana şunu alın ve bizi rahat bırakın dedim ve motora doğru yürüdüm.
    motorda para ya da benzeri bir şey olduğunu düşündü ve ben 10 metre ötedeki motoruma yürürken beni takip etti...

    benim arkamdan geldi tam arkamdaydı.tuzağa düşmüştü. para mı bayılacaksın dayak yememek için demesine kalmadı motorun direksiyonuna astığım kaskı kavrayıp 180 dereceyi hızla dönerek yüzünde patlattım.yüzü dağılacak kadar sertti.
    aynı anda bir kaç metre ötedeki arkadaşları bana doğru küfür ederek koştular.
    bizim emre ve mıstık da çocuklara girdiler.
    ortalık tam bir kaostu.
    apartmanlardan camlara çıktı insanlar.
    yaşlı teyzelerin yapmayın oğlum ayıp seslerini duyuyorduk.
    sayıca fazlalardı. işin doğrusu iyi sopa yedik.
    ama kaskla vurduğum elemanı yerden topladılar...

    yüzümde kırık yoktu ama şişmeyen tek bir santim yer kalmamıştı.
    dudağım patlayıp gözlerim balon gibi olmuştu.
    mıstık ve emre'nin de öyle.
    apartmandan çıkan bir kaç adam araya girip ayırdı.
    adamlarda hıncını aldığından çok üstelemedi.

    ayrıldık oradan.
    moda sahile çektik motorları öncesinde emre'ye uğrayıp dolaptaki biralarını da aldık.
    sigaraları yakıp sabaha kadar o dağılmış yüzlerle bira ve sigara içip güldük.
    etraftan geçenler bize, bulutlardan yüz yaratmaya çalışan çocuk edasında bakıyordu.
    aldırış etmedik...

    bizim artık motorcu arkadaşlardan fazlası bir isme ihtiyacımız var lan dedi emre, birasını yudumlarken.

    anti hell angels dedi mıstık ve sesli şekilde gülerek, kafasını yaşadı.

    bir süre saçma sapan önerilerden sonra aklıma constantine ismi geldi.

    artık 3 kişilik constantine'lerdik...

    gece bizi kollarıyla sarıp iyileştirdi,yaralarımızı sardı, fiziksel acımızı derin kahkahalarla süsledi ve sabaha emanet edip öldü.
    gün ışıyınca hep birlikte bana gidip devrildik.
    öncesinde ahu'ya görüşelim yazdım.

    o'nu görmeliydim...
    0 ...
  12. 7.
  13. https://www.youtube.com/watch?v=jXwgShqzVas

    tüm bu depresifliğin içinde yaşlanarak giderken, her yıl biraz daha fazla mutluluk arıyoruz.
    ölüme yaklaştığımız her an biliyoruz... mutluluk için fazla zamanımız yok.
    başka ne amacı olabilir ki hayatın?

    hayat bize her deneyip yenildiğimizde hayallerimizi küçültmeyi öğretiyor.
    güzel bir kıza aşık olursun, bir araba beğenirsin, istediğin okulu belirlersin ve her hayalkırıklığında bunların hepsini daha azıyla değiştirirsin.
    değişim bizden zamanın aldıklarına karşı verdiği teselli armağanıdır.buna ne kadar armağan derseniz artık...

    uyandığımda ahu'dan cevap geldiğini gördüm. görüşmeyi kabul etmiş ve telefon numarasını göndermişti.
    uzun zaman sonra iyi hissettim.

    tanıştığımız yer olarak belirledik.aynı kaya parçası olmalıydı.

    bir şeyler atıştırdım giyindim. suratımın halini görünce ne diyecekti merak ediyordum.
    ilk defa sopa yemiş birini görmeyecektir heralde.
    karşısına şiş olmayan bir yüzle çıkmak isterdim ama o'nu görmeliydim.
    evden çıktım ve motora atladığım gibi büyük bir hevesle o kaya parçasına sürdüm.

    bir kaç dakika içinde oradaydım.
    uzaktan ahu'yu gördüm.
    uzun dizden yırtmaçlı bir etek üzerine beyaz - v- yaka bir tişört ve ahenge bıraktığı saçları.
    onu yaratan tanrı, duruma katkı sağlayan anne babası, ya da tesadüfen evren!
    hepsine ayrı ayrı teşekkürler, en gerçeğiniz kazansın.
    önemli değil işte oradaydı.

    uzaktan dağılmış yüzümü gördüğünde, büyük bir merak ve şaşkınlıkla baktı gözleri.
    yanına sürüp motordan indim.

    +dorian, yüzün?
    -da vinci eseri, önden bakınca sopa yemiş, yandan bakınca gülümser gibi duruyor.
    +ahah cidden noldu söylemeyecek misin?
    -nasılsın...
    +peki madem anlatmak istemiyorsan. iyiyim sen?
    -atla...
    +yok ben korkarım motordan.
    -ben sürüyorsam korkma.
    +sol gözün şişten kapanmış çok sollama kimseyi (yüzünde dalgacı bir ifade var ama sevimli)

    motora arkama bindi, ellerini arkadaki bölmeye koydu.

    düşersin öyle belimden tut dedim.
    -yok düşmem...

    kabul ediyorum, belime sarılması için motoru ani kaldırıp, fren yaparak korkutmamam gerekirdi.(belime sarıldı)

    caddebostan'a doğru sürerken cennetin görebilen için ne kadar yakın olduğunu gördüm.
    denizden gelen sıcak meltem boynumuza bir fransız parfümü gibi sarılıyordu.

    aşık olmanın ya da bahsettiğim ötesi durumun en güzel yanı aldığınız nefesi hissetmenizdir.
    ölüme giden yolda hayat dik duran bir kum saati ise, aşık olmak onu yan çevirip zamanı durdurmaktır.
    anılar hilelidir.
    eğer aşıksanız yaşadığınız o anda kalırsınız.yaşlanmazsınız yıllar sonra bile.

    güneş tepede ahu'nun elleri belimdeydi.
    bir anda yolun kenarına çektim.
    duygusal kararları düşünerek alabilen biri değilim.
    hayat bu, biraz deli olmak lazım.

    motordan indik, ne olduğuna anlam veremiyordu ve sadece bana bakıyordu.

    sevgilim ol diye çıktı ağzımdan...

    -------------
    gece ölmezsem devam edeceğim.
    1 ...
  14. 8.
  15. dorian gray inbe değil miydi lan, ne ahusu? diye kafamızın karıştığı başlıktır...
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük