tüm doğu karadeniz'i ve güneydoğu anadolu'yu gezmiş biri olarak söylebilirm ki doğu karadeniz güneydoğu anadolu'dan daha fakirdir.
fakat doğu karadeniz'in yolları, su tesisatları, lağım tesisatları, elektirik tesisatları filan vardır.
işte iki diyalog;
artvin'de bir köy;
-dede, ne yapıyosun öyle?
+ne yapalım dağdan eve su alıyoruz oğul.
veya;
-millet ne yapıyorsunuz öyle?
+bizim lağım tesisatı bozulmuş onu yapıyoruz. gelsene yardım edersin.
veya;
-millet ne yapıyorsunuz öyle?
+internet hattı çekiyoruz. (oha. köyde internet vardı fakat hattı gerçekten kendileri mi çekti bilmiyorum.*)
ve işte tunceli'de bir köy;
-dede, ne yapıyorsun öyle?
+oturuyorum oğlum.
-dede buralarda bi' çeşme yok mu su içelim?
+bi' kilometre ötede var.
-neden evlerinizde yok?
+devlet getirmedi oğul.
ve daha yaşanmış birçok örnek. ee insan bu örnekleri birebir yaşayınca haklılık payı buluyor birazda olsa.
devletin eksikliklerinin yanında, bir fıkrayla da kısmen desteklenen alışkanlıktır.
evet devletin doğu'ya yapması gerekenleri yapmaması eksikliktir ama be kardeşim, her şey de devlettwen beklenmez ki? senin zengin ağalarının hepsi çıkıp batıya yatırım yaparsa, teşvik yaslarından iç ettikleri parayı sana kullanmazsa ne yapacaksın? seni "fabrika kuracam" diye dolandıran adamı sen çıkıp milletvekili seçersen nasıl olacak?
neyse fıkramızı yazıp bağlayalım.
zamanın birinde 3 ortak varmış, bunlardan biri trabzonlu, biri kayserili diğeri de diyarbakırlı imiş. bunlar bir ihaleye katılmak için 3'ü yola çıkmışlar ve yolda geçirdikleri feci bir kaza sonucunda öteki dünyaya göç etmişler. ahali bunları defnettikten 1 ay sonra trabzonlu çıkmış gelmiş, demişler "ne iş?" başlamış anlatmaya, "öteki tarafta yer kalmamış, 1 trilyon vereni gönderiyolardı ben de bastım geldim" deyince, ötekiler "e diğerleri nerde?" sorusunu sormuşlar. bizimki de, "valla ben en son geliyoken, kayserili "700 milyara olmaz mı" diyodu, diyarbakırlı da, "ben niye verecem, devlet versin" diyodu" demiş.
sayın valim, sayın garnizon komutanım, sayın belediye başkanım ve siz geleceğimizin teminatı olan fakat götünü yerinden kaldıramayan, elini yüzünü yıkamaktan aciz gençler.
şimdi ben hakkari de bulunmam münasebetiyle görme fırsatı bulduğum devletin bazı taraflı uygulamalarını buraya yazdıkça yazarım. hatta dur birkaçını yazayım;
- hakkari nin yolu hergün sabah 08:00 ve 17:00 saatleri arasında kapalı. kar değil, çığ değil, deprem değil lakin kapalı. sadece 2 iş makinası olan kıçıboklu bir müteaahite yolu genişletmesi için ihale vermişler. ihale şartnamesinde işin bitirilmesi gereken süre 1 yıl. arkadaşlar 4 yıldır yol kapalı. hiç bu çile çekilmeden, onca para bu kadar heba edilmeden sözkonusu yere bir viyadükcük yapılarak sorun halledilebilir. ama olmaz viyadük dediğin istanbul da yapılır, adı da molla gürani, molla hasan konur. hastanesi yetersiz olan şehirde doğum yapan kadın van a sevkedilir fakat yol kapalıdır ve tek çıkışı olan şehirde kadın ölür. yıl 2008 türkiye de bir şehir. köy değil, mezra değil ama yolu kapalı olan bir şehir. valla sizi bilmem ama benim hakikaten zoruma gidiyor ayıp.
- etrafındaki su kaynakları ile belki de tüm türkiye nin içme suyu ihtiyacını karşılayabilecek potansiyele sahip olan ve piyasada satılan birçok sudan muhteviyat açısından daha iyi sulara sahip olan bir şehrin suyu gündüz yani sabah 08:00 - 17:00 arası akmaz. bildiğin akmaz. yüzünü yıkayamazssın.
- asfalt denilen yol malzemesinin bu şehirde bugüne kadar esamesi okunmamış. şehir içindeki yerleşim alanların değişik yükseltilerde oluşu herhangi yağışta şehrin neredeyse tüm yollarını kullanamaz hale getirir. öğrenci okula gidemez, hasta hastaneye.
- özel bir rehabilitasyon merkezinde psikolojik danışman olarak çalışıyorum. öğrencilerim zihinsel engelli öğrenciler. normal insanların bile survive olayını gerçekleştirmekte zorlandıkları bu yerde onların yaşayışlarına değinmesem daha iyi. ama şunu söyleyeyim; siktiğimin yerinde bi tane psikiyatrist olsa belki birçoğu rehabilite olabilir. bi öğrencime renkleri trafik ışıkları üzerinden öğretmeye çalıştım. ilk başta kırmızı, sarı ve yeşil renklerini öğrendi çocuk sonrasında bunların trafik ışıklarında ne anlama geldiğini. çocuğun engelli olmasından ötürü bunu çocuğa benimsetmem 2 ayımı aldı. bahsettiğim çalışma bittikten sonra yani ikinci aydan sonra çocuk aynen şunu söyledi; "öğretmenim hakkari de trafik ışığı nerde var". düşündüm; yoktu. "sen en azından renkleri ve bunlaraın ne anlama geldiğini bil yeter dedim ve geçiştirdim. ama unutamadım. belki çocuk hayatı boyunca hiç trafik lambası görmeyecek. belki...
şimdi hayatı boyunca götleri atakule veya uludağ dan fazla rakım görmemiş arkadaşlar aynen şunu söyeleyecek; "devlet fabrika yapıyor onlar yakıyor, devlet öğretmen-doktor yolluyor onlar öğretmeni doktoru kurşunluyor". işte yurdumun anadoludan görünüm gençleri böyle diyecek. ama bilmeyecek öğretmenevinde kalan öğretmeninin su sıkıntısından dolayı banyo yapamadığını, adet gördüğünü, koktuğunu ama su kesik olduğundan yıkanamadığını. kürt değil ha1 bahsettiğim manisa dan, ısparta dan, ankara dan gelen öğretmen. okuluna gidene kadar artistik patinaj becerisinden yoksun olması ile ilgili olacak ki 3-5 defa yere düşen. 30 yataklı virane öğretmenevinde yer bulamayan, lojmanı olmayan öğretmen. kürt olsa önemli değil ya hani işte safkan türk öğretmen.
normalde bu paragrafa başlarken "haddime değil ama" diye başlamayı yeğlerdim. ama bu sefer gerek duymuyorum; götünüzü kaldırın, biraz memleketinizi dolaşın, work and traveli umursadığınız kadar bayburtu görmemiş olmanın eksikliğini de umursayın. [bayburt u görmemiş olmak bir eksiklik midir? evet bence büyük noksan]. bu sayede biraz edinin. ki bi kızın size götcüğünü vermemesi, arkadaşınızın sizi satması yahut çok pikselli telefonunuzun tuvalet deliğine düşmesi[bu durum tam anlamıyla "bir bok yoluna gidiş" tir] gibi mühim olamayan olaylar sizi sarsmasın gelip bura abuk sabuk şeyler yazmanıza neden olmasın. olun artık lan olun!
bir takım insanlarca konuyla alakalı halen devletin suçlandığını gösteren acı durumdur.
yakın geçmişe bir göz atalım.
savaştan beraber çıkıldı. batı canla başla yıkılmışlarını geri getirip yepyeni bir medeniyetin temelini atarken, tuncelide ağanın adamları dökülen asfalt yolu kazıyor, diyarbakırda ağaların adamları rayları söküp kullanılmaz hale getiriyordu. (1934)
genç cumhuriyetin ilk öğretmenleri doğuya bilgi götürmek için son derece istekliydi. ama giden gelmedi. gencecik kadınlar, insanlar ağaların adamları tarafından öldürüldü. hatta öyle ki idealist imamlar dahi ağaların adamlarının hışmından kurtulamadı. (1936)
aynı ağalar 3 üniversite kurulacak parayla düğünler yaparken, devlete isyan eden kürt kardeşlerimizin gıkı çıkmadı.
batının zenginleri okul yaparken, batının çiftçisi, hayvancısı kendini toparlarken, batı verdiği kredilerle iş adamları yaratırken; doğunun halkı ağasına çalıştı, topraklarını onun için kullandı, hayvanını ağasına verdi, onun için baktı.
devletin her müdahalesinde ise hep ağasının yanında oldu.
devlet; halk için vardır, ve halka rağmen hareket edemez.
bu gün doğunun yoksulluğu, kürt halkının içerisinde halen daha bulunduğu hareketlerin doğal sonucudur beyler bayanlar. kürt halkının kollektif çalışma yoksunluğundandır.
iki tepe üzerinde ki iki köy lehçe farklılığından birbiriyle anlaşamaz; dünya üzerinde ki toplam nüfusu 25 milyon olan bir halkın 192 tane lehçe üretmesinin sebebi kollektif çalışma yoksunluğu, toplumsal yardımlaşma kısırlığındandır.
600 milyonluk türk milletinin taş çatlasa 20 tane lehçesi vardır. buda; tam tersine sürekli kollektif çalışmaktan, imeceden, yardımlaşmadan geçer.
batının bugün içerisinde bulunduğu durum devlet elinden değil, zenginlerinin düğün yapmak yerine okul yaptırmasından, halkının öğretmen kesmemesinden, asfalt kazımamasından, rayları sökmemesinden ileri gelir.
takkeyi önüne koyup düşünmesi gerekenler kürtlerdir; bu devlet değil.
tek suçu(!) istiklal marşı okutmak olan bir öğretmeni bayrak direğine asarak şehit eden nonoş tiplilerin ve onları her alanda savunma çabasında olan dallamaların "devlet eğitim vermedi" gibi abuk söylemlerle üzerinde durdukları hülya.
bugün bir kez daha kanıtlanan gerçektir. izmir seri katilinin kürt olması başlığı altına girilen entrylerde bile görülebilir. ulan psikopatın biri masum canlara kıymış, bu türk te olabilirdi, yunan da, belli ki akli dengesi yetersiz hayvanın teki.. e bunun üzerine neden "kürtler'e devlet eğitim vermezse olacağı budur", tarzı entry'ler girerek hala kürt ırkçılığı yapıyorsun? seri katili bile sırf kürt olduğu için savunuyorsun? allah akıl fikir versin size..
sen devlete başkaldıracağına, ümüğünüzü emen ağalık sistemine baş kaldırsaydın ya...
kürtler devletten batıda ki vatandaşlar kadar hiçbirşey beklemiyor.
onların yıllardır beklediği tek şey, yatırım, eğitim ve güvenlik. eğer o kardeşlerimizi iyi eğitebilseydik, dağa çıkarlarmıydı? o kardeşlerimize iş bulsaydık elektriği kaçak kullanırlarmıydı? o kardeşlerimizi pkk baskısından kurtarsak dağa çıkarlarmıydı?
devlet önce bu üçünü halletsin, ondan sonra bu konuyu tartışalım. çünkü şimdi tartışmak çok gereksiz.
1983 senesinde muş'un merkezindeki hal şöyle idi; küçük çay ocakları vardı, bu çay ocaklarının önünde küçük oturaklarda koca götlü adamlar bir gün beni devlet işe alır mı acaba diye mal mal düşünür kıtlama çay içerlerdi. birkaç tane devlet dairesinde çalışan insanı görüp özenirlerdi. okumak veya çalışmak ile bir şeyler kazanmak anlayışı yoktu. elbette bu adamlardan bazıları batıya göç edip zamanla çalışmaya başladılar. ama senelerce mal gibi oturdular, bir şey üretmediler, devlet de onlara bir türlü baktı, çocuklarını yatılı bölge okullarında okutanlar bile devletten ekstra paralar istediler. bir türlü devlet onlardan birşey talep etse devlete yaslanmaya ve para koparmaya çalıştılar. halk eğitim merkezlerinde okuma yazma seferberliği için gönderilen kitapları fareler yedi. para kazanmayı yakınlardaki ülkelerden kaçak eşya getirip satmakta aradılar. katırcılık diye bir meslek vardı yahu! adamlar katırla kaçak mal getirmekle yaşıyorlardı. yavşak devlet de göz yumdu bu mallıklara. senelerce kuralsızlıkla ve devlet sübvansiyonuyla asalaklaştı bunlar. dört senemi verdim, biliyorum.
gelelim muş'a. doğu hizmetini orada yapan biri manisalı, diğeri izmirli öğretmen arkadaşlarım bakın neler anlatıyor:
"köyde elektrik yok, ilçede bile aylarca su donuyor; yani olmuyor.* yıkanamıyoruz. elektrik olmuyor. yemekler bile bize yabancı. kuyruk yağı kullanılıyor. yiyemiyoruz." vs. vs.
gerisine girmeme gerek yok. tuvaleti olmayan okullardan bahsetmeme gerek yok. elektrik ve su. hani şu kaçak olan?
bu fantastik iddiayı bir kenara bırakıp gerçek hayata dönecek olursak; çok kürt ve dahi türk tanıdım ama hiçbiri her şeyi devletten bekleyecek kadar salak insanlar değildi.