türkçe'ye 2000 yılında 25 yaşına basacak olan yunus olarak çevrilen john berger ve alain tanner'ın bu kitabı/senaryosu, 68'in sıkı militanlarını değil, hareketin kıyıda köşede yakaladığı insanları anlatır. kendini kumara vermiş karamsar bir karakter olan max; aradığını mistisizmde bulan uçarı kız madeleine; işçi kökenli mathieu ve doğurgan karısı mathilde; sebze yetiştiricileri marcel ve marguerite çifti; hayattaki fantezisi aynı anda iki kadınla yatmak olan uçuk tarih öğretmeni marco ile bir markette kasiyer olarak çalışan sınır işçisi marie...
tanner ve berger, kahramnlarını kapitalist sistemin merkeze en uzak noktasına yerleştirmişler. olaylar da bir sınır bölgesi olan cenevre'de geçer. herkes, içinde kendince bir iyilik meleği besler. öyle ki, filmde kısa sürelerle gözüken banker ile adamı dışında "kötü karakter" yok gibidir.
19. yy ütopyacı yazarlarından william moris'in şu sözlerine kulak vermeli:
"insanlar savaşırlar ve savaşı kaybederler; ve yenildikleri halde uğrunda savaştıkları şey gerçekleşir; ve gerçekleştiğinde istedikleri şeyin bu olmadığı anlaşılır; ve başka insanlar onların istedikleri şey için başka bir ad altında savaşmak zorundadırlar."
bu tesbitin bir yanı kötümserliğe öteki yanı iyimserliğe çıkıyor. filmin kahramanlarını, 68 kuşağının pek çok mensubu gibi devrim umutlarını yitirdikten sonra çocuk yapmaya (geleceğe tohum atmaya) iten de bu iyimserlik olmalı. ama 2000'inde, çocuklarını besleyemeyen bir dünyada umutları hala çocuklara yüklemek iyimserlik mi, insafsızlık göstergesi mi tartışılır...