büyüleyici bir sese sahip kadın vokal. leyla, yoluma çıkma, hangisi sen diye başladım fakat korkarım gelmiş geçmiş tüm şarkılarını saymaya başlayacağım. öylesi severim.
"sarı" isimli albümü genel olarak güzel... "eskiden" isimli şarkısını kesinlikle tavsiye ederim... "of" "körebe" ve Ortaçgil eseri "dalyan deltası" benim epeyce hoşuma gitti... dinleyin, beğenmezseniz ardından serdar ortaçla devam edebilirsiniz...
o müthiş sesi ile ankara konserinde beni kendisine aşık edendir. önceleri sesine aşıktım, sonra onu görünce de minicik hallerine... kadife gibi sesi sizi alır götürür. nereye mi? siz nereye isterseniz. hayal kurması sizden, fon müziği ondan, hayalinizin masalı da ondan. o sesi bıkmadan usanmadan dinleyebilirsiniz. her şarkısı ayrı ayrı alemlere götürür. ama uzun süre dinlerseniz, hele ki bu sonbaharın hüznünde depresyona girmeniz an meselesi demektir. ama madem öyle açın bir haasunay keyfiniz yerine gelsin.
evet çok zayıf, narin, kısa boylu, ufacık, tefecik, miniciktir. şarkı söylerken çıt diye kırılıvercek diye korkuyoruz. ankara konserinde kulisten sahneye giden yolda, insanların arasından geçerken 'alışkın olduğu' dedikoduları duyup, sahnede dile getirmiştir:
-aa bak kısacıkmış.
-ben demiştim bak benden kısa diye.
-ay küçücüüük...
-gerçekten de kısa boyluymuş.
gibi dedikoduları dile getirdikten sonra ayağındaki 10 cm topuklu ayakkabısını çıkarıp, ''bakın üstelik ayağımda artı 10 cm var ona rağmen...'' diye bizleri kahkahaya boğmuştur. sahne önünde güvenlik görevlisi istemez. hayranlarının elinden kamerayı alıp kendisi sahneden çekim yapar. dinleyicilere öyle iltifatlar eder ki, havalara uçarsınız. gitaristleri ile şen şakraktır. murat çopur'a türkü söyletir. diğerinin kucağına oturur, tepesine çıkar, başını okşar falan, yerinde durmaz. veee tüm ekip olarak sadece rakı içerler, gönülleri fethederler.
dün gece simurg temple'de canlı canlı 3,5 saat dinlediğim, içi beni dışı seni yakan sesli şarkıcıdır kendisi.
saat 6 da gittim mekana. daha çıkmasına 4 saate yakın bir süre vardı. tuvalete gittim çıktım bir de baktım ki boyu o kadarda uzun olmayan kızıl saçlı biri fransızca bir şeyler konuşuyor. dedim "aha jehan!".
ama rahatsız etmedim tabi. geçtim oturdum. ses denemelerine devam etti bir iki güzel şarkıyla gecenin ne kadar güzel geçeceğinin habericisi oldu bizlere.
saat 8 de alt grup çıktı. o çıkan grupta ki iki abiyide çok yakından tnaıyorum ama isimlerini bilmiyorum. antalya'da kaliteli mekanlarda önemli günlerde falan çıkarlar. kusura bakmasınlar isimlerini hatırlamadığım için. ama bitanesi sağlam rakı içiyor. sabah 5 e kadar durmadı adam.. saygılar abi..
sonra mekan doldu. jehan biraz geç çıktı sahneye. 10-15 dakika kadar. önce pek bilinmedik şarkılarını söyledi. niye yaptı anlamadım bunu. iyi şarkılarını sonlara sakladı. biraz taraftarlara oynadı gibime geldi. e tabi insan doğası bu konser veriyorsan birileri dinlesin istersin. ama ne biliyim jehan bunu yapmayacak gibi biri gibi gelirdi bana.. neyse tabi. herşeye rağmen güzeldi.
bülent ortaçgil eseri olan sensiz olmaz'ı bülent ortaçgil'den ve müslüm gürses'ten daha iyi söyledi. içi beni yaktı dışı yine beni yaktı..
sarı albümündeki 4 sağlam şarkı için;
(bkz: eskiden)
(bkz: kırık bir aşk hikayesi)
(bkz: körebe)
(bkz: güzel adam)
bonus olarakta dinle dinlemeden geçilmemeli. diğer şarkılar ortalamanın az üzerinde. saydıklarım can yakan familyadan albümün öncüleri.
bir diğer bonus ortaçgil şarkısı olduğunu bin kilometre öteden farkettiğim dalyan deltası! sıradan ve farklı bir ortaçgil eseri. bilindik ve kendince...
25 ekim 2012 mask live music club'teki konserinde muazzam performans sergilemiş, yerinde duramayan son derece neşeli, sesi de kendisi gibi çok güzel olan müthiş kadındır.
hiç susmasın istenecek kadar güzel sesi olan tatlı mı tatlı kızıl saçlı hatun. sesi kadife yumuşaklığında olup her bir şarkısı insanın kalbine işler. günümüz popüler müzik kültüründen epeyce uzak olduğu için dinlemek için güzel bir alternatiftir. 2012 Sarı albümü de çıkmış olup sevenlerini mutlu etmiştir.
son zamanlarda bu kadar popülerleşmesini kıskandığım insan.
sadece bana şarkı söylüyordun sen jehan, konserinde bile sık sık bana bakarak okumuştun nedeni. şimdi diğer insanlar da senin sesinle duygulanıyor, aşık oluyor, eskileri hatırlıyor.
Bir ara sokakta öldüm dün.
Öylece yani..
Birdenbire...
Boşluğa düşer gibi, sarı bir sessizliğin içinde
Granit duvarlı binanın anlamsızlığına
Şehrin boşu boşunalığına içerlerken
Bırakmışım son nefesimi kaldırıma
Bitmiş...
Öylesine yani..
Birdenbire..
Yan binadaki otel odasından izliyordu oğlan.
Yüz ifadesini göremesem de..
Anlamış mıydı acaba öylece oturmadığımı..
O sokakta bitti her şey.
Öğleden sonralarını bir bardak sütle geçiştiren
Apartman sakinlerini düşlerken..
Sıkıntıdan..
Ölmüşüm dün..
Arka odada ütü yapıp
Buharını burnuna çeken kadını..
Mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
Gözyaşını kabuklara saklayan madame mariyi..
Kocasıyla artık sevişemediği için
Kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen serviyi..
Düşündükçe
Ölüvermişim dün..
Böylece bitmiş yani.
Birdenbire..
Sıkılmışım derinden zahir
Tutunca da nefesimi..
Portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe
iki kedi de bulanınca..
Kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini
Balkabağı mevsimi bile değilken
Dönüşüvermiş her şey baldan kabağa..
Ve saat henüz 12yi vuramamışken
Kalkmış otobüsler durmamaya..
Mecal mi bulamamışım, yere döktükleri bala mı basmışım....
Hatırlamam ama
Öylece kalakalmışım kalkamamışım...
Şehrin insanı haberdar değil mi bu öldüresiye sıkıntıdan..
Vagonlar boş, birkaçı kiremit taşıyor topraktan
Kayıklar da serseri misinalar..
Otobüsler kimseyi almadan durup durup geçiyorlar duraktan
Arabalar yürüme mesafelerini öldürüyor her gün, her öğle..
Her gece..
Bisikletleri balkonlarında unutanlar..
Her an yağmur yağsın diye dua ediyor...
Üç öğün yemek yiyip, dört öğün uyuyorlar.
Buna rağmen erken uyanıp, geç yatıyorlar...
Aynı kuru kahveciden gün aşırı iş olsun diye
Yüzer gram kahve alıp evde iş olsun diye öğütüyorlar
Ve bir gün bile sormuyorlar öğütülmüşünü...
Kimse sormuyor iş olsun diye yapılan iş, iş midir diye..
Bunlar olurken ölmüşüm o ara sokakta
Balkondaki beyaz brandalar rüzgarla sökülürken
Sökülüvermişim..
Şişip patlayan bir eteğin dikişi gibi
Sıkıntı işte...
Ya da ölmek yerine
iki adım yol yürüyeydim de
Konuşuverse miydim şu gelin çiçeğiyle
Gitmek yerine...
ara sıra düşünüyorum* böyle bir kadının yakınında olmak nasıl bir duygudur diye. hatırlıyorum sene 2008di aynı şeyi birsen tezer için de düşünmüştüm. böyle bir kadına sahip olma duygusunu geçtim artık; kapı komşusu olmak, bakkalı olmak, manavı olmak gibi yakınlık belirtileri yeterli* yani geliyor portakal falan alıyor bir kg, 2 tane bira alıyor siyah poşete koyup veriyorsun, çekinerek kapıyı çalıp elinde kahve fincanıyla "şey bende kahve bitmiş sizde varsa biraz alabilir miyim?" diye soruyor. garip şeyler bunlar. yani sanatçı kişiliklerinin dışında, sosyal kişilikleri daha cezbedici geliyor bana. nasıl sanatçı olduğunu biliyorsun zaten.
sosyal kişiliklerini merak ediyorum çünkü hiç magazinsel değiller. bende magazinsel değilim. bana benziyorlar, bize benziyorlar. sokağa çıktığımda muhabirler geri geri koşmuyor önümden. öyle birşey yapsalar geri geri koşma annen ölür derim çünkü, o yüzden magazinsel olamıyorum sanırım. şarkısını dinliyoruz, işimize bakıyoruz. kimle nerede yediğine, ne içtiğine tanık olmuyoruz. bu yemiyor, içmiyor, gezmiyor anlamına da gelmiyor. neyse çok karışık bu işler.