bir tarafın, fikirleri yamalı bir bohçayı andırıyor dediği... bir tarafın, tanrıtanızmaz olmasından dolayı eleştirdiği... diğer tarafın, gizli gizli dini öğretileri yaymaya çalışıyor dediği ve varoluşçuluk akımının tanrıtanımaz kesiminde yer alan filozoftur. yazdığı kitaplar ise gereğinden fazla ilginçtir. kanımca onu varoluşçu yapan da budur.
nobeli özgürlüğünü kısıtladığı için reddeden büyük fikir adamı. hatta isveç akademisi prestij kaybettiği için sartre'nin arayıp para ödülünü istediği dedikodusunu yaymış ancak ellerinde patlamıştır.
varoluşçuluğun, her halde en iyi tanınan filozofudur sartre. karmaşık ve çok ilginç bir şahsiyettir. modern felsefenin büyük bir bölümü ve fransız felsefesinin hemen hemen tamamı ile birlikte, onun için de, descartes'in yöntemsel şüphesi ve cogitosu önemli bir hareket noktası meydana getirir. bununla birlikte, o felsefi yöntemini, husserl ve heidegger'in genomelojik metodunu benimseyerek oluşturur. yine de sartre esas, bir varoluşçu özgürlük filozofu, politik bakımdan angaje bir entellektüel ve yaşamının sonraki dönemlerinde de, marksizm teorisyeni olarak etkili olmuştur. o, varoluiçu bir filozof olarak, daha önce kierkegaard ve nietzsche'de karşılaşılan konuları ve aynı zamanda heidegger'in ilk dönem felsefesinde, daha ontolojik bir görünüm altında ortaya çıkan temaları yeniden ele alıp işler.
onun eserleri, çok çeşitli insanlık durumları ve duygu hallerinin duyarlılık ve ayrıntı zengini açılımlarını içerir. o da tıpkı kierkegaard gibi kısa öykü, oyun ve felsefi romanlardan, geleneksel felsefe serimleri kadar politik denemeler ve biyografiye kadar uzanan bir diskürsif üsluplar yelpazesinden yararlanır. sartre, kierkegaard ve nietzsche'den bireyin dini ya da estetik kültürel deneyimi yerine, toplumsal varoluşuna tanıdığı ayrıcalıklı statü bakımından farklılık gösterir. daha önceki varoluşçuların çoğundan farklı olarak sartre daha ilk baştan insan bedeni, cinsellik ve öznellerarasılıkla ilgilenir. onun daha toplumsal ve somut olan yaklaşımı, entellektüelin politik deneyimi ve eyleminden başka angajmanı üzerine yaptığı kuvvetli vurguyla tamamlanır.
Tersine, varoluşçu Allahın var olmamasını olağanüstü seviyede can sıkıcı bulur, Onunla beraber değerlerin rasyonel temelini bulacağımız bir temel de tamamen kaybolur. Sonsuz ve mükemmel bir Bilinç onu düşünmediği için artık apriori olarak bir iyi kalmaz. Artık hiçbir yerde iyinin varlığı veya birisinin dürüst olması ile yalan söylememesi yazılı değildir, çünkü artık sadece insanın var olduğu bir düzlemdeyizdir. Dostoyevskinin bir zamanlar dediği Allah yoksa her şey mübahtır ifadesi varoluşçu için başlangıç noktasıdır. Gerçekten de Allah yoksa her şey mübahtır ve insan sonuç olarak sahipsizdir. *
fransız edebiyatının en keskin kalemlerindendir. 75 yıllık ömründe, sayısız unutulmayacak eser bırakmıştır kainata. Les Mots kitabıyla nobel edebiyat ödülü'ne layık görülse de çeşitli sebeplerden ötürü bu ödülü kabul etmemiştir.
varoluşçu felsefenin önemli isimlerinden. aslında camusu daha çok severim. sartre'in okunması daha zor geliyor bana. sartre dünyanın anlamsızlığı ve yaşamın hiçten ibaret olması gibi temaları işler. dünya insana sunulmuş düzenli bir bütünlük olmadığı gibi, kendisi de ne olduğunu, amacını, neden var olduğunu, ne yapması gerektiğini arar durur. ne belirlenmiş bir amaç, ne bu amaç doğrultusunda yaratıcı bir Tanrı, ne bir inanca bağlı bir değerler bütünü, ne herkes tarafından her dönemde kabul edilebilecek etik ya da moral ilkeler vardır. bu durumda sürekli hareket halinde kendini yapmaya, özünü oluşturmaya mahkum insan, hiçlik karşısında özgürlüğünün farkına varır. insan bu özgürlüğe mahkum olduğunun farkına vardığında, terk edilmişlik ve yalnızlık duygularına kapılır. kendini anlamsız bir dünya içinde bulur. o sırada başkalarını ve bir toplum içinde başkalarıyla yaşadığını fark eder. işte bu başkaları, insanın kendisine çizdiği hayatı ve kendini anlamlandırma yolunda birer engel olarak karşısına çıkar. zamanında sartre ve ötekileştirme üzerine bir paper hazırlamıştım da.
hiçbir zaman albert camus kadar, edebi bi' üsluba sahip olamamış düşünür. gerçi albert camus de, bu adam kadar felsefi bi' üsluba sahip olamamıştır.
de gaulle zamanındaki fransa'nın en sivrilen ismiydi kendisi. safkan fransız olmasına rağmen, cezayir ulusal kurtuluş ordusu'na destek vermesi, ikinci dünya savaşında esir düşmesi... bu adamın bunca hengamenin arasında camus'den çok çok daha uzun yaşamış olması da ironiktir. camus bomboş yolda kazan yapan bi' araçta öldü, cebinden paris'e tren bileti çıktı. severdi tren yolculuklarını camus.
''Bugün fransız işçiler,Cezayirli özgürlük savaşçılarıyla dayanışma içinde hissediyorlar kendilerini.Çünkü sömürgeci çetenin berhava olmasında her kişinin de acil çıkarı var.Yeni sömürgecilik özgürleştirici halk savaşlarını doğurur;adım adım faşistleşen ve harap olan bu ülkede,kitleler,kendini savunmak için özgürlük savaşçıları ile yeni ve derin bir dayanışmaya girmek zorunda olduklarının bilincine varmıştır artık.belirleyici olan sorun başka bir sol,başka bir insan yaratmayızorunlu kılmaktadır.''jean- paul sartre
egzistansiyalizm yani varoluşçuluk akımıyla anılan fransız düşünür. bu düşünceye göre insan varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya çıkarır yani bilinen haliyle ''varoluş özden önce gelir.''
"Biliyorum. Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum."