"yazmak bir ayiklamadir" buyurmu$ pipolu fransiz.. nobel bari$ odulu'nu once reddetmi$, sonra "verin lan verin" demi$ ama bu kez de reddedilmi$tir juri tarafindan.. denemeler'inden bir pasaj geceyim size, $u ayiklama mevzuundan:
.tadimlik.
sekiz ya$imda, doga bile iyi bir kitabin cikmasina duygusuz kalmaz sanirdim: bir yazar bir kitabin sonuna son sozcugunu yazdigi zaman gokte bir yildiz agar, derdim, icimden. bugun yazarligi ba$kalarindan farksiz bir sanat olarak goruyorum. ama, onemli olan bu degil. butun insanlarin -bilerek bilmeyerek- istedikleri, caglarinin taniklari, ya$antilarinin taniklari olmak, herkesin onunde kendi kendilerinin taniklari olmak. bir de $u var: duygular, davrani$lar ikircikli, dumanli; birtakim tepkiler, takintilar, cati$malar oluyor. insan trajigi ya$arken trajik olmuyor, hazzi ya$arken haz duymuyor. yazarin yaptigi, trajigi de, hazzi da temizlemektir. yazmak, bir ayiklama cabasidir.
..tadimlik..
sartre, tanrı'ya karşı aştığı savaşta sonunda yorgun düşer, boşa kürek çektiğini anlar gibi olur ve şu sözler bir itiraf olarak dilinden dökülür:
'dinsizlik(veya tanrısızlık) insafsız ve yıpratıcı bir teşebbüstür. bu teşebbüsü sonuna kadar götürdüğümü sanıyorum. her şeyi açık ve seçik olarak görüyorum. hatamı itifaf ediyorum.'
özgürlüğün özünü savunmuş varoluşçu. nobel edebiyat ödülünü reddetmesinin sebebi nobel kurulunun özgürlük anlayışına katılamaması olmuştur. her insan ona göre bu dünyada özünden yola çıkarak benliğinin peşine düşer ve tepeden tırnağa özgürdür. özgürlük insan karar ve seçimlerinin ötesinde, insanın ta kendisidir.
duvar isimli oyunuyla ispanya'daki iç savaş döneminde idamla cezalandırılan 3 mahkumun son günlerini varoluşçu uslubuyla anlatan düşünür, yazar. farklı tarzıyla diğer eserlerinin gölgesinde kalır pek bilinmez.
sartre varoluşçuluğunda etkisini hisseden anlamsızlığa yönelik nihilizmin zararlı bir yönü var. mevcut tüm değerleri eleştirip duran ama yerine bir alternatifini koymayan bir nihilizm bu. direkt olarak dibi amaçlar ya da dibi bile amaçlamaz diyeyim. vardığı yer diptir ama dibe gitmeye bile üşenen bir yapısı vardır. la naussede de durum öyledir, var olduğunu hissettiği her an bir bulantı durumu anlatılmıştır ama bulantı dan kurtulma yol yöntemine değinilmez. iş işten Geçti, tükeniş eserlerinde bu imgelemi görebiliriz. akıl çağı gibi bir aydınlanış eseri, özgürlük yollarının ilk serisinde bile pessimistik bir hayat inşa edilir romanın karakterlerinden. hamile kalan bayanın evli olmadığı adamla olan acayip ilişkisi ve diğer karakterlerle olan ilişkiler dramatize edilir ilişkilerin 'çarpıklığı' eleştirilmeden. sartre' dan aldığım en büyük keyif felsefik yanı değil, edebi yanıdır. romanları bir içim sudur.
varoluşçuluk denilince edebiyat ve felsefe alanında en tanıdık isimlerden biri olan albert camus ile büyük fikir ayrılığına düştükleri, birimizin fikri varoluşçuluk ise birimizin muhakkak değil dedikleri, bulantı romanıyla kendi varoluşçuluğunu en meşhur haliyle açıklayan yazar. fikirlerini, felsefe dersi, felsefe teorisi biçiminden ziyade daha güncel (ya da gündelik, bu yoruma bağlı) biçimlerde sunan yazar.
yakın dönem felsefesinin fransa ekolünde canlandığı düşünüldüğünde şaşırtıcı olmayarak, elbette fransızdır...
"insanlara yukarıdan bakmak gerek. ışığı söndürüp pencereye geçiyordum. yukarıdan birisinin onları gözleyebileceğini akıllarına bile getirmiyorlardı. önden görünüşlerine dikkat ederler, bazılarıysa arkadan görünüşlerine, ama bütün gösterileri bir yetmişlik seyirciler için hesaplanmıştır. zaten kim kalkar da bir melon şapkanın altıncı kattan görünüşünü düşünür? omuzlarını ve kafalarını canlı renkler, göz alıcı kumaşlarla savunmayı bir yana koyarlar. insanoğlunun bu büyük düşmanıyla savaşmayı bilmezler: kuşbakışı görünüşle. eğiliyordum ve gülmeye başlıyordum. o kadar gurur duydukları eşsiz benzersiz şu 'ayakta olma durumu' neredeydi şimdi? kaldırıma yapışmış eziliyorlardı; yarı sürüngen iki uzun bacak omuzlarının altından çıkı çıkıveriyordu."
cümlelerinini çok sevdiğim, edebiyat ve felsefe alanındaki görüşleriyle çağını etkilemiş çok önemli bir yazardır.
varoluşçu marksizim fikri ile kendini bitirmiş insandır. zira celine bu konuyu çok iyi bir şekilde eleştirerek çok fazla dalga geçmiştir. ama bulantı aslı eseri güzeldir o ayrı.
varoluşçuluk felsefesinin doruk noktası.düşünceleri komünizmden çok anarşizme yakındır.düzen işçilerin kurduğu bi komünist devlette olsa insan üstü bi otoriteyi(devlet) reddeder.nobel edebiyet ödülünü alırsa devlet örgütlenmesini kabul edeceği için reddetmiştir belkide.''toplum insanın özgürlüğünü kısıtlar'' diye bi sözünü okuduydum.hayata bakış açımı değiştirdi.
ölümüne yakın tamamen kör olmuştur. bu dönemde beauvoir ona kitaplar okumuş kendisi de yazacaklarını teybe kaydetmiştir. yazar, bu dönemin kendisi için bir kayıp olmadığını da özellikle dile getirir.
"insan özgür olmaya mahkumdur"
"başkaları cehennemdir"
gibi iki inanılmaz örnekle ne büyük bir adam olduğu,ne büyük laflar edebildiği ortada olan, varoluşçuluğun babası düşünür.
- Ask, iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba çünkü insan kendi bilincine mahkumdur
- En büyük günah pişmanlıktır
- Varlığında, varlığın var olmasının söz konusu olduğu bir varlık olarak var olan bir varlığım
- Nesnelerin bir ters yüzü vardı, insan aklını kaçırdığı zaman bunu görürdü
-Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir. (Nobel Ödülü nü reddederken )
- Birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. Güç ister, yürek ister, körlük ister... Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister, düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu...
-En bayağı bir olayın serüven haline girmesi için onu anlatmaya koyulmamız gerekir ve yeter. insanları aldatan da bu zaten. Kişioğlu hikayecilikten kurtulamaz, kendi hikayeleri ve başkalarının hikayeleri arasında yaşar. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür. Hayatını sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır.
-Düşünce özgürlüğünden yoksun olmak düşündüğünü söyleyememek değil hiç düşünememiş olmaktır
Ben her şeyden önce onun insan olarak büyüklüğünü ve kabına sığmaz enerjisini hatırlatmak istiyorum. Onu ağır hastalığı sırasında tanımış, yaşamak ve savaşmak iradesi karşısında şaşıp kalmıştım. Ama beni asıl etkileyen onun hüzünlü ve alaycı uyanıklığı oldu. Eziyetlerden, ölümlerden kaçıp kurtulan bu adam - başkalarının yaptığı gibi - dinlenmiyordu. Biten hiçbir şey yoktu onun için. Dıştaki düşmanla savaşırken içteki dostların hatalarına karşı da kardeşçe bir savaşı sürdürüyordu. Herkesle birlikte barış uğruna, emperyalizme ve faşizme karşı savaştığı sırada bile, Moskova'da oynanan bir piyesinde, bürokrasinin tehlikelerine karşı arkadaşlarını uyarıyordu. Ne militan disiplininden geçti, ne de yazar eleştiriciliğinden. Bu çelişmeyi sonuna kadar yaşadı. Bu sürekli gerginlik, son yıllarda, mahpusluktan artakalan güçlerini de yedi bitirdi. Ama asıl bu yönüyle bugün bir örnek insan olarak kalıyor aramızda.
Vefalı dost, yiğit militan, insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde hizmet etmek ama hiçbir şeyi görmezden gelmek istemiyordu.
Durup dinlenmeden nöbet tutan bir insanın eserleri, ölümünden sonra da, sizin için aynı işi yapıyor. *
küçük yaşlarda geçirdiği çiçek hastalığından dolayı, sağ gözünde ortaya çıkan görme sorununu, daha o zamandan özgün düşünce yapısıyla karşısındakine unutturabilecek derecede keskin bir zekaya sahip olmuş, ' özgürlüğün sınırları olmalı, başkasının özgürlüğüne karışılmamalı ' şeklindeki iddiayı, ' insan kendini yapar, özgür seçimleriyle ilerler, böylece karşısındaki insanın düşünceleri kendisinin sorumluluğu olur ' diyerek çürüten ve özgürlüğü, en azından fransa' da, zincirlerinden kurtarmak için savaş vermiş büyük fransız filozof. bireyin evrimleşerek özgün bir yapıyı oluşturduğu tiplemesi, friedrich wilhelm nietzsche' nin ubermensch' i ile benzerlikler taşımaktadır.
--spoiler--
autodidacte' nin gözüne çatalı alıp saplardım. çığlıklar kopar, autodidacte gözünden çatalı çıkarırken bağırırdı. ancak yapmayı düşündüğüm gereksiz bir eylem olurdu.
--spoiler--
nedense orhan pamuk'un nobel almasıyla daha bir hatırlanır olmuş düşünürdür. nobele tamah etmemiştir ya, ve orhan pamuk gerine gerine o nobeli almıştır ya, işte tam da bu noktada ülke gündemine oturacak bir soylu aranmaktaydı ve yeni kahramanımız da sartre oluverdi. sartre ile orhan pamuk kıyası yapmak şüphesiz abesle iştigaldir. ancak orhan pamuk'u yerin dibine sokup da sartre'ı yüceltenler tipik bir taşra kurnazlığına yatmaktalar. fransa cezayir'i işgal ettiğinde bu pek muhteremler cezayir'i elbette hatırlamamış ve onun yanında yer almamışlardır. ha ne zaman ki fransa ermeni soykırımı var demiştir, bu noktadan sonra ülke gündemine cezayir girer olmuştur. sartre'ın bizde yüceltilmesi de o hesap. ancak orhan pamuk-sartre kıyası yapanların atladıkları bir nokta var. madem ki orhan pamuk'a türkiye'den bakıyorsunuz, o halde sartre'a da türkiye'den değil de fransa'dan bakmanız doğru olandır. ülkeniz başka bir ülkeyi işgal ediyor, kaldı ki hiçbir ülkenin kamuoyunda bu olay işgal adıyla yer bulmaz, bunun için savaş tanımı yapılır, demokrasi tanımı yapılır, özgürleştirme, ehlileştirme tanımı yapılır, ve sizin bir yazarınız çıkıp cezayir'de işgal var diyor ve karşı tarafta saf tutuyor. bunun türkiye'de olabilecek karşılığı vatan hainliğidir. bunun fransa'daki karşılığı ise "her ne olursa olsun, sartre bizim büyük bir yazarımızdır, bizim büyük bir filozofumuzdur" olur. arada bir erdem farkı vardır. görebilenedir, görmek isteyenedir.