bir metin okuma sürecini felsefeye kazandırmış düşünür. türkçe'de 'yapıbozum', 'yapısöküm' ya da, benim tercih ettiğim, 'yapıçözüm' (ing. deconstruction/ fr.déconstruction) isimleriyle anılan bu süreci tanımlamaktan kaçınır derrida, çünkü her tanım anlamın sınırlarını çizmeyi, sabitlemeyi amaçlar ona göre. bu yüzden de kendisinin anlam yapılarını (metinleri) 'okumak' için kullandığı 'yapıçözümü' tanımlayarak onun sınırlarını çizmek, formülleştirmek istemez.
yapıçözümün kendisi incelenen yapının içinde mevcuttur zaten. okuyanın tek yapması gereken dışardan tutarlı, sarsılmaz ve doğal görünen anlamın aslında 'yapılandırıldığını', belli bir amaç için kurgulandırıldığını işaret etmektir. bunu yapmak için dışardan bir yöntem getirmeye, 'element uydurmaya' gerek yoktur. mevcut anlam bütününün(?!) kendi içindedir onun sorunu.
peki neden okur derrida? çünkü her metin yapılandırılışı sırasında bir anlamı yüceltirken, bir diğerini alçaltmakta ve iki anlam arasındaki bu hiyerarşiyi meşrulaştırmaya çalışmaktadır. kendisinin daha çok incelediği batı felsefesinin ve edebiyatının böyle kurgulanmış ikili karşıtlıklardan (biz/onlar, siyah/beyaz, içerisi/dışarısı, hayat/ölüm, yaşlı/genç, kadın/erkek vb.) oluştuğunu göstermek istemiştir.
fakat karşıtlıkları oluşturmayı amaçlayan 'söylem'lerin yazılı metinlerle sınırlı kalmadığının da altını çizer derrida: "there is nothing outside of the text"(*) (metnin dışında kalan hiçbir şey yoktur) derken de insan siyasi/kültürel/gündelik hayatındaki her türlü söylemin fikir 'yapı'ları olduğunu ve 'çözülmeye' açık olduğunu vurgular.
bu karşıtlıkların arasında hiyerarşik bir ilişkinin kendiliğinden varolmadığını, sadece nasıl yazılmak ve okunmak istendiğiyle ilgili olduğunu göstererek bizi de hayatımızda körü körüne inandığımız, bize ezeli, ebedi, doğal, garanti oldukları öğretilmiş karşıtlıkları, düşmanlıkları sorgulamaya davet eder.
zihnimizdeki hiçbir kavramın mutlak olmadığından bahseden düşünür. çünkü zihnimize eklenen her yeni şey, eskileri değiştirir ya da eskilerle bütünleşerek farklı şeyler meydana getirir. o yüzden hiçbir kavramın mutlak olduğunu ve değişmeyeceğini iddia edemeyiz.
" bir dönem için idealize edilmeye çalışılmış ya da kimilerince öyle kabul görmüş kurgulamalar, büyük ölçüde yaşamsal deneylerle bezeli analitik yaklaşımların yıkıcı etkisine dayanamayarak zamanla çözülürler. o kurguyu oluşturan yapı taşları değişmeksizin, zamana ve mekana bağlı olarak yepyeni kurgular oluşturulur. bu, yeni oluşumlar ise çoğunlukla eski halini yatsır veya çürütür. "
demek istemiş fransız felsefeci dir.
dili son derece ağdalı olduğundan ve çoğunlukla sol kulak memesini göstermek için sağ elini ensesinden dolandırmayı yeğlediğinden, ne demek istediğini anlayabilmek için nevi şahsına münhasır anlatım tekniği konusunda bir ihtisas yapma zorunluluğu hasıl olur.
hücrelerinde oluşan, yapıbozulumu neticesi pankreas kanserinden ölmüştür.
Jacques Derida, elli yılı aşan felsefi kariyerine belki bir o kadar kitap sığdıran, çağdaş Fransız düşüncesinin en önemli ve etkili felsefecilerinden biridir. Derrida'ya bu şöhreti kazandıran Hegel, Husserl ve Heidegger gibi Kıta Avrupası felsefesinin iddialı temsilcilerini radikal bir biçimde yeniden yorumlama çabasına giren ve bunu büyük ölçüde başaran profesyonel bir düşünür, akademik oyunu layıkıyla oynayan bir usta olması değildir yalnızca. O, aynı zamanda düşüncenin her farklı yolunu kesen bir 'eşkıya'; Blanchot, Freud, Marx, Levinas ve daha nice yazar ve düşünürün yazma maceralarını yakın takibe alan, yazarak okumaktan keyif alan bir okurdur. O aslında bir okuma ustasıdır. Nitekim, bunu kendisi şöyle ifade eder: 'Yazarken okuyorum: her terime ayrıntılı biçimde önsöz yazmanın hazzına yavaş yavaş vararak.' Derrida'nın kendi icadı olan yapıçözüm ya da yapıbozum (deconstruction için hangi Türkçe karşılığı tercih ederseniz) felsefi bir kuram veya analitik bir yöntem olmanın ötesinde bir okuma biçimidir. Belki daha doğru bir deyişle, yeni bir okuma önerisi. Felsefi her kavram ve onları yaratanların düşüncelerine farklı bir okuma önerisiyle birer önsöz ya da giriştir, Derrida'nın metinlerinin çoğu. Bu yüzden önsöz Derrida'nın karmaşık yazı oyununu anlamada bir anahtar olagelmiştir...
... Derrida'nın üstlendiği görevin esas ilkesel hedefi, dilin ve yazının kendisinin nasıl olanaklı olduğunu açıkça sorgulamaktan çekinmediği andan başlayarak metafiziktir, başka deyişle bütünlüğün sorgulandığı modern öznelliğin alanıdır. Derrida, göstergebilimin ve fenomenolojinin sınırlarını en temel kavramlarına kadar sorguladığı zaman kendini Batı metafizik tarihinin içinde bulmuştur. Böylece gerçek çalışma alanı ve malzemesi Batı metafizik tarihinin tümü ve onunla iç içe dokunmuş olarak gördüğü tüm Batı kültür tarihi, edebiyat, bilim ve sanatı olmuştur. Eski Yunan'dan günümüze kadar uzanan bir tarih diliminin içinde yer alan yapıların, yazıların birer 'yapıçözüm'ü olan Derrida'nın çalışmalarına bütün olarak, Batı metafiziği ve onun tarihinin kökten bir eleştirisi olarak bakmak gereklidir. Yapıçözüm, Batı metafizik düşünce tarihinin anlam odaklı (logocentric) yapısına yönelttiği eleştirel bakışla Batı'nın inşa ettiği bilgi kuramının temel kavramlarını sorgulamakta ve bu tavrıyla Batı düşünce tarihinde kök salmış alışkanlıkları yıkıma uğratmaktadır. Yapıçözüm, Batı metafizik söyleminin ikili karşıtlıklar sisteminde ifadesini bulan egemen özne tasavvuruna işaret ederek politik bir işlev yüklenmiştir. Derrida, metafizikte varolan ikili karşıtlıkları etkisiz kılma çabasındadır, ama bununla yetinmez. Tersyüz etme ve yer değiştirmeyle işleyen yapıçözüm, birbirine benzeyen karşıtlıklarda her zaman için bir şiddet hiyerarşisinin söz konusu olduğunu ileri sürer. Terimlerden biri daima kendi öncelikli konumunu pekiştiren diğerini denetimi altına alır. Böylesi bir karşıtlığı yapıçözüme uğratırken yapılacak ilk iş hiyerarşiyi yıkmaktır. Bundan sonraki aşamada, tersyüz edilmiş olan terimin yeri değiştirilmeli, öncelikli terim 'bozum'a sokulmalıdır. Derrida'nın hemen tüm çalışmalarında temel amaç, dilin hangi biçimler altında filozofların tasarılarını yolundan saptırdığını göstermeye yöneliktir.
Önemsizin Arkeolojisi'ni yazan filozof. sözde condillac'ı bize açıklayacaktı amcam. ama kitabın yarısına geldiğim halde pek bir şey anladığımı söyleyemem. kitabın daha önsözünde önsöz nedir, giriş nedir diye felsefi bir tartışma var. kitabın gerisinde de condillac'ın o sade diline nazaran derrida'nın ağdalı dili anlamayı zorlaştırıyor.
20. yüzyılın ve en önemli felsefecilerinden birisidir. Cezayir doğumlu bir Fransızdır ve oğullarını sünnet ettirmeyecek kadar yahudidir(!). Onun felsefesini anlayabilmek, minimum düzeyde genel felsefe bilgisi yanında, Saussure, R. Barthes, Husserl, Kant, Heidegger ve Marx'tan nasibini almış olmayı gerektirir. Yoksa, ya allah deyip direk bir kitabından derrida okumaya başlamak, zihinsel bir işkenceden öteye gitmez. Adamın neyi ve neden tartıştığını bile anlamazsınız.
Derrida felsefesi, ya negatif teoloji terimi, ya da yapı-söküm terimi çerçevesinde tanımlanabilir. Bu felsefenin özünde, Saussure'cü dilbilimden gelen, anlamın, gerçeğe referans yoluyla değil de dilsel oyunlar aracılığı ile yaratıldığı fikri vardır. Buradan yola çıkan derrida, insan deneyimlerinin tümünün metinsel olduğu, ve içerisinde bulundukları bağlam (context) üzerinden anlam kazandığını iddia etmiştir.
Peki bu 'metinlerarasılık' iddiasıyla yetinmiş midir derrida? tabii ki hayır. Ona göre, kendi bağlamı içerisinde anlam kazanan metinler, bu anlamlarını hiç bir biçimde sabitleyemezler. Yani zaman ve mekan içerisinde bu anlamlar sürekli olarak değişmek durumundadır. Bu anlam akışkanlığının sebebi, anlamı kuran yapıların, özünde kendi kendilerini 'söküyor' olmasıdır. Yani yapı-söküm (deconstruction), yapı-yapım (construction) ile birlikte, insan deneyimlerinin varoluş koşuludur. Dolayısıyla, derrida'ya göre insan deneyimleri, belli yapılar aracılığı ile ortaya çıkmaktaysa da, bu yapılar, kendi imkansızlıklarını kendi içlerinde taşıyan yapılardır. Bu imkansızlık olmadan, yapının varolam imkanı da olmaz. Buradan çıkan sonuç şudur: insanlar için, zaman ve mekandan bağımsız "doğru" bir bilgi, deneyim yoktur. Her deneyim differantial olarak yaratılır, belirli bir karar üzerinde kurulur ve bu söz konusu karar değişmeye mahkumdur.
Bu noktada derrida der ki, "madem hiç bir şey kesin değil, o zaman ortada kesin ahlak kuralları da yok, o zaman etik boş bir felsefi alan" yaklaşımı tümüyle yanlıştır. insan deneyiminin mutlaksızlığı, ahlakiliği imkansız kılmak bir yana, ahlakın temelini oluşturur. Ahlak, kendi sınırını bilmek, kendi deneyim ve bilginin yanlış olabilme ihtimalini hesaba katmaktır. Derrida'nın, "'öteki'ni tam ve koşulsuz kabul etme" olarak tanımladığı açıklık kavramı da bu bağlamda anlaşılabilir. işte bu derridanın negatif teolojisidir: kendisini zamandan ve mekandan bağımsız sayan tüm epistemolojik, politik, dini v.b. iddialar, içlerinde bir baskı potansiyeli taşırlar. Ötekini, kendi lternatiflerini tartışmayı red ederler. Üstelik bireyleri, olası alternatifleri düşünmesi ve kendi kararlarını alması beklenen bir özne olmaktan çıkarıp, mutlaklığı önceden kabul edilmiş kuralları uygulamaları beklenen 'hesap makineleri'ne çevirirler. Derrida'nın modernizm ve aydınlanma ile olan bağı da burada apaçık ortaya çıkar. Zaten Spirits of Marx'tan sonra, o da bu bağı sık sık vurgulamıştır.
Tabii burada verilen derrida'nın belirli bir okumasıdır. Ya da derrida'nın diliyle söylersek, zorunlu olarak, belirli bir bağlamda yapılan bir derrida okumasıdır bu entry. Elbette, bu entry'yi kendi yoklukları ile var eden alternatif okumalar da mevuttur.
not: ölmeden bir kaç sene önce ilginç bir belgeseli de çekilmiş olan müthiş filozof: http://www.derridathemovie.com/ Ancak belgeselden zevk almak, önceden derridayla haşır neşir olmayı gerektiriyor sanki.
anlaşılması çok zor olan adamdır, zira düşüncelerininde ferdinand de saussure'den de yararlanmıştır. ama ortaya attıkları tamamen batı felsefesinin temelini çökertecek niteliktedir. bu yüzden pek sıradışıdır. kısacası anladığım kadarını temelini özetlemek gerekirse, ona göre hiçbir göstergenin anlamı kendinde değildir, yani kaş kelimesi anlamını ''diğer'' ses birimlerine borçludur. yani kaş kelimesindeki olan ve olmayan ses birimlerine. bu aşamada, bir göstergenin anlamı onda salt varolan değil olmayan ses birimlerine de borçludur.
bunun yanında onda yazı yani metin her zaman sözden üstündür. aslında bunu nedenini de belirtmiştir ama anlamak biraz zor olduğu için derrida'yı anlatmak daha da zor. kafamızda tasarladığımız düşünceyi söylediğimizde, ya da birisini tam anlamıyla anlamadığımızda, karşımızdaki insan bize bunu anlattır aklımızda bişey kalmaz bununla alakalı bir sorun kalmaz. ama metindeki anlam değişebilir. daha doğrusu yazılmışsa o yazarın elinden çıkmıştır. çok çok daha farklı anlamlara gelebilir. bunun nedenini de daha doğrusu böyle bir karşıtlığın nedenini de sözmerkezcilik olarak açıklamıştır.
çünkü dilden bağımsız olarak düşünceyi varsaydığını düşünür. oysa metin ile söz arasındaki karşıtlıkta kendini ortaya koyar.
bunların yanında hiçbir metnin anlamı sabit değildir değişebilir, yani siya beyaz da olabilir bu derecedir onda. dili pek kaypak görür..
"There is nothing outside of the text" demis olan kisidir. "marx in hayaletleri" en cok duyulmus eserlerindendir. dusunce nosyonu saglam biri oldugu icin postmodern dalga spekulasyonlarinda harcanmamistir.
15 Temmuz 1930 El-Biar da, ( Cezayir ) dogdu 8 Kasım 2004 te Paris te pankreas kanserinden öldü. Fransız bir filozof, edebiyat eleştirmeni ve Yapısökümcülük olarak bilinen eleştirel düşünce yönteminin kurucusudur.