arada bir, önceki günlerde yazmış olduğu yazıları kendi kendine karalamalar yaparak canlandıran, sado- mazoşist ötesi kızartma çeşitidir.
edit: pşt lolitop! martys filmini izlemedinse şöyle bir göz at lan...tavsiye ederim. belki rengin değişir.
hastalıklı dünyasında sadist hayaller kuran pembelere layık hayallerden bir tanesi.
pembeden neden hoşlaşmadığımı daha bir iyi anlamama yol açmıştır.
pembeler ibnelerin olsun, ben siyah ve beyaz kadar zıt ve net dünyamda mutluyum.
Bir merhaba'nın elim gölgesinde tüm anılar,
esiyor tüm yaralı asıflar,
bıraksam gökyüzünü intihar edecek...
envai günahlardan bir silah yaptım bize,
göz yaşlarına sür erittiğim tüm kelebekeri.
öldür şimdi şarkılarına dokunan her bir pembe satırı.
doğrult namlusu acılara kusan intihar silahını,
ne duruyorsun; öldür bu hikayeyi,
bitir bu pembe yalanı...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
kimileri için cennetin tatbikatı sayılabilecek kadar güzel bir havada evde durmayı yeğlemiştim.
insanların gölgelerini görmek her zaman pembe yüreğimi ürpertmekteydi. o siyah ve çelimsiz gölgeleriyle adeta ervahlarını peşlerine takmışlar gibi hissediyordum. böylelikle güneşli havalarda evimde vakit geçirmek dışında pek de alternatifim kalmıyordu.
o gün biraz da halsiz olduğum için, hiç düşünmeden 0.1 milimlik led ekranlı televizyonumun karşısına geçip, masanın üzerine döktüğüm kokainlerimle mısır piramitlerine benzer figürler yaratmaya çalışsam da başaramamıştım. el işlerinde pek de sanatsal yeteneklerim olduğu söylenemez. bu başarısız girişimin ardından, ücreti 11 yıllık peşin ödenmiş uydu kanallarına bir göz atmak istedim.
"umarım güzel bir belgesele rast gelirim" diye hayıflandığım sırada tanrının en sevdiği pembe kulu olduğum gerçeğiyle bir kez daha yüzleştim. en sevdiğim zebra belgeseli bir kez daha yayındaydı... mutluluktan masadaki kokainleri yere üfleyip ayaklarımı bir güzel uzattım. tam bu sırada kapının çalmasına karşın hiç oralı bile olmamıştım. çünkü belgeselde göz yaşlarımı tutamayacağım en dramatik sahneye yaklaşıyorduk. az sonra favori zebra yavrum aslanlar tarafından sıkıştırılacak ve acımasızca katledilecekti.
nitekim öyle de oldu. o sahnenin ekranda belirmesiyle birlikte göz yaşları içinde yerlerde dövünmeye, hıçkırarak ağlamaya başladım.
her seferinde böyle oluyordu. kalp kapakçıklarımın sızlayışını adeta beynimde hissediyordum. dünya neden bu kadar adaletsizdi...
ne istiyorlardı o korunmasız pijamalı dostlarımızdan.
zamanım olsa gidip o şerefsiz aslanları tek tek yakalatıp sikecektim. bu korkunç tabloya daha fazla dayanamayıp televizyonuma seslenerek kapanmasını emrettim. televizyon kapandıktan sonra göz yaşlarımı silip kapıya doğru ilerlerdim.
"kapıyı çalan muhtemelen robotum gri tlg'dir" diye düşünüyordum. yine ekmek almaya gittiğinde anahtarı içeride unutmuştu kesin.
fakat kapıyı açtığımda yanılmıştım;
bunlar aşk tüccarlarımdı...
hep bir ağızdan haykırdılar:
- merhaba tolgaaa
az önceki zebra trajedisinin etkilerinden henüz kurtulamamıştım. aşk tüccarlarım bunun üstüne hızır gibi yetişmişlerdi.
aralarında bana en çok fütühat kazandıran, şişkin bacaklarındaki ölü dokularını birer birer kazıdığım, kışın 20 dakika soğuk suda yıkayıp hortumla dövdüğüm, içtiği cappuccino'nun içine hamam böceği antenleri ektiğim, kulak memesini tırnak makasıyla yaraladığım, boyun fıtığı olması için ameliyat ettirdiğim aşk tüccarıma sarılıp ağladım.
beni aralarında en iyi tanıyan kıdemli tüccarlarımdandı. bu ağlayışımı çok iyi tanıyordu. hemen alt dudağıma öpücük kondurup fısıladı:
- tamam tolga tamam... geçti, biz buradayız. yine yavru zebralar değil mi?
onu onaylarmışçasına gözlerimi kıstım. bu sırada aklımdan geçirdim;
her birisini 5'er saat becersem bile bu üzüntümü yenemezdim. biliyordum. biliyordum ama ne yapmalıydım ki?.. belki bir kadın öldürmeli, belki fakir bir su tesisatçısı becermeli, ya da en yakın hayvanat bahçesine gidip tüm aslanların taşaklarını kesmeliydim... tüm bu pervasız duygulara hamil kalmışken, kıdemli aşk tüccarım diğer tüccarlarımla birlikte bir şeyler fısıldaştıktan sonra elini yanaklarıma koyarak seslendi:
- sil o kafandakileri bebeğim. senin için bir sürprizimiz var.
göz yaşlarımın dağladığı gözlerimde bir anda mutluluk kozaları belirivermişti. sevinçten hepsine birer birer tokat attıktan sonra sürprizlerinin ne olduğunu sordum.
- senin için kendi aramızda para toplayıp yeni bir aşk tüccarı satın aldık. ama henüz stajyer bir tüccar bu. çok toy ve hiç sevişmişliği yok.
yüzlerine 3.000'er tl çarpıp bağırdım:
+ benim olduğum yerde bir daha paranın lafı geçerse sizi 2. el aşk tüccarları pazarında satarım. ama yine de bu tatlı sürpriziniz için çok ama çok teşekkür ederim. düşünmeniz bile yeterdi bebeytolarım.
deyip burunlarını ısırdım. ardından da derhal o stajyeri çağırmalarını, sinirim geçmeden bir an önce onu sikeceğimi ekledim.
yaklaşık 30 dakika sonra bu genç stajyeri karşıma dikmişlerdi. stajyeri gördüğüm anda "bu ibneler gerçekten de ağzımın tadını çok iyi biliyor" diye söylendim. stajyer tüccarın beyaz tenli ve dolgun bir götü vardı. adonis kasları henüz kamulaştırılmamış zengin bir araziyi andırıyordu. koltuk altı penis sıkıştırmaya müsait, boyun kalınlığı darp edilmeye uygundu.
çok vakit geçirmeden onu "göt ölçer" isimli teknoloji harikası, uzaktan manyetik rezonans'ı andıran mekanizmanın içine yerleştirip inceledim.
göt ölçer; yeni satın aldığım tüccarlarımın götlerinin sağlık durumunu ve tahmini deformasyon süresini saptamama yaran bir mühendislik harikasıydı.
stajyer tüccarın göt verilerini inceleyip bir problem çıkmadığını görünce yatak odama geçmesini söyledim.
gerekli alet edevatlar ve materyallerimi hazırladıktan sonra, ben de nihayet yatak odasına geçmiştim.
öncelikle bu genç oğlanı sorgusuz sualsiz, özel getirttiğim oniks taşlarla taşlayıp yaraladım. ardından sol dirsek ucunu zımparalayıp kaynar suya değdirdim. erekte olduğumu fark ettiğim anda da, o el değmemiş poposunun sevgi yolunu ayırmak suretiyle pembe rüyayı içine empoze ettim. onu dakikalarca yarım bir tebessümle becerdim. neden hala kahkaha atamadığımı düşünürken mpt (minik pembe tolga) karnını doyurmadan çoktan uykuya geçmişti bile.
bu stajyer gerçekten de çok toydu. usule uygun sevişmekten bihaberdi, onu becerdiğim sırada loblarını sallayıp etkinliğimize görsellik katamıyordu, ağzından çıkardığı sesler yeterince acı tesirli değildi.
çok sinirlenmiştim.
bu sevişmeyi bilmeyen yetersiz oğlana uygulayabileceğim tek seçeneğim kalmıştı;
onu tavada kızarttıktan sonra sikecektim. hemen çıplak vaziyetteki uşaklarıma 3x1 metre ebatlarındaki devasa terbiye tavasını ateşleyip içine 100 litre zeytinyağı dökmelerini emrettim.
yaklaşık 20 dakika bekledikten sonra, bu genç oğlanı uzaktan kumandalı dev maşamla tutup göt üstü kızgın tavanın içine bırakıverdim.
çığlıklar içinde kıvranışı kahkaha atmama vesile olmuştu. her 10 saniyede bir göt loblarını çevirip eşit miktarda yanmalarına özen gösteriyordum. çok güzel kokmuştu. utanmasam yanına patates soyup ekmeğe banacaktım.
götü istediğim pembeliğe ulaşınca tavadan çıkarıp şarap kazanın içine bıraktım. yaklaşık 15 dakika kendi suyunda dinlendirdikten sonra da; jelatinle sarıp 80 dereceye getirdiğim fırının içine sürdüm. genç adam acıdan bayılmıştı bile. 5 dakika daha geçtikten sonra genç göt artık servise hazırdı. hiç odama bile taşıtma zahmetine kalkışmadan, onu oracıkta usulca becerdim.
artık beklediğim kahkahalar fazlasıyla kendisini gösteriyordu. katıla katıla, kollarımı yumruklayarak, saatlerce hiç durmadan, kahkahalar eşliğinde becerdim. işim bittikten sonra da baygın bedeninin üzerine 50.000 tl çarpıp, üzerine de " işe hoşgeldin tatlım " yazan bir not bırakıp odama çekildim.
merdivenleri içim içime sığmaz bir şekilde tırmandım.
kahkahalarım desibelini yitirirken, ceyyid yanaklarımdan yeniden süzülüyordu göz yaşlarım..
tanrım yine oluyordu... durduramıyordum arşa sığmaz bu yaşları.
bir merhaba'nın elim gölgesinde tüm anılar,
esiyor tüm yaralı asıflar,
bıraksam gökyüzünü intihar edecek...
envai günahlardan bir silah yaptım bize,
göz yaşlarına sür erittiğim tüm kelebekeri.
öldür şimdi şarkılarına dokunan her bir pembe satırı.
doğrult namlusu acılara kusan intihar silahını,
ne duruyorsun; öldür bu hikayeyi,
bitir bu pembe yalanı...
bir göz yaşı yeter kirletmeye;