bugün

osmanlı'nın son on yılına damga vurmuştur. suikastlar, iktidarlar, muhalefetler, padişah indirmeler, padişah seçmeler, enver paşa'lar... vs. hepsi de ayrı ayrı film olacak tarihi izlerdir.
Hataları yok mudur, vardır elbette. Hataları bir yana, devleti kurtarma ve bir arada tutma gayesiyle yola çıkmış bir grup vatanseverin ete kemiğe büründüğü organizasyon. Türkiye'nin kurulmasında ve kurtuluşundaki büyük pay sahibi yapı. Kadronun yetiştirdiği ve giriştiği işler sayesinde memlekete büyük hizmetler sağladı. Bazı asalakların iddia ettiği gibi sanki her şey güllük gülistanlık vaziyetteymiş de, ittihiatçı kadro geldikten sonra devlet bir an da yıkılmıştı. ittihatçı kadroların heyecanı, cesareti ve vatanseverliği yeter. ittihatçı kadro düşmanlığı gözleri kör etmiştir. Öyle ki, Edirneyi kurtarmak için mücadele eden Enver Paşa için, "edirne'ye enver gireceğine bulgar girsin" diyecek kadar gözleri dönmüş adamlar vardır.

Cemal, Talat ve Enver paşalar, hanımlarının koynunda, sıcak yataklarında ölmedikleri gibi, devletine, milletine ve islam'a hizmet sırasında şehit olduklarını hatırlatmakta fayda var. O halde ne diyelim:

ittihatçılar ölür, ittihatçılık ölmez..
Osmanlı ittihat ve Terakkî Cemiyeti (1889-1902). Jön Türk hareketinin değişik muhalefet unsurlarını uzun süre çatısı altında barındıran bu örgütün temelleri, 2 Haziran 1889 tarihinde dört Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne öğrencisi tarafından atıldı. ibrâhim Temo’nun öncülüğünde Abdullah Cevdet, ishak Sükûtî ve Mehmed Reşid, ittihâd-ı Osmânî adında bir cemiyetin kurulması için görüş birliğine vardılar ve daha sonra bu okul ve diğer Osmanlı eğitim müesseselerindeki çok sayıda öğrencinin katılımıyla örgütün üye adedini hızla arttırdılar. Cemiyet kurucuları en önemlileri Hamamönü (Hatab Kıraathanesi) içtimaı, Midhatpaşa bağı (Onikiler) içtimaı ve Rumelihisarı (Boğaziçi) içtimaı olan çeşitli toplantılarla bir yandan üye sayısını arttırmaya, öte yandan etkin bir örgüt yapısı oluşturmaya gayret gösterdiler. Bu alanda esas olarak Carbonari Cemiyeti ve Rus nihilistlerinin örgütlenme modelleri temel alınıp öğrenciler hücreler biçiminde teşkilâtlandılar. Hareketin bu dönemdeki faaliyeti, yurt dışında basılan gizli gazetelerin eski sayılarının öğrencilere okutulması ve Nâmık Kemal ile bazı arkadaşlarının eserlerinin el yazısıyla çoğaltılarak dağıtılmasının ötesine gitmedi. 1894’te Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne’nin diğer askerî mekteplerle aynı çatı altında birleştirilerek Zeki Paşa’nın yönetimine verilmesi cemiyet hakkındaki ilk kapsamlı soruşturmanın açılmasına sebep oldu ve aynı yılın Eylülünde cemiyetin önde gelen dokuz üyesi okuldan uzaklaştırıldı. Ancak bu cezalar, söz konusu faaliyetleri bir öğrenci olayı olarak mütalaa eden II. Abdülhamid’in iradesiyle affedildi. 1895 yılı içinde cemiyet liderleri bir yandan önde gelen ulemâ temsilcilerini örgütlerine kazanmaya çalışırken diğer yandan 1889 yılında gittiği Paris’te bulunan Ahmed Rızâ ile temasa geçerek Nâzım Bey yurt dışına kaçırıldı. Katı bir pozitivist olan Ahmed Rızâ uzun süren muhaberelerden sonra cemiyetin amaç, örgütlenme ve takip edeceği siyaset konularında kendi görüşlerinin kabul edilmesini istedi ve cemiyetin adının ittihâd-ı Osmânî’den Auguste Comte’un ünlü kelâmıkibarı “ordre et progrès”nin tercümesi olan “nizam ve terakkî”ye çevrilmesini istedi. Cemiyet üyelerinin “ittihat” kelimesinin muhafazası yolundaki ısrarları üzerine örgütün yeni isminin Osmanlı ittihat ve Terakkî Cemiyeti olmasına karar verildi. 1895 yılında bir nizamnâme hazırlandı ve ittihâd-ı Osmânî Cemiyeti tarafından düzenlenen dağınık örgüt şemalarının yerini bu nizamnâme aldı. Bu ilk nizamnâmenin taş basma yöntemiyle çoğaltılan sûretlerinin Ahmed Rızâ’nın hattıyla yazılmış olması ve nizamnâmenin “Cemiyetin Esbâb-ı Teşekkülü ve Maksadı” bölümündeki fikirlerin onun daha sonra çeşitli yayın organlarında ileri sürdüğü fikirlerle benzerlikler göstermesi, örgütlenme ayrıntıları dışında pozitivist liderin bu belgenin hazırlanmasında en önemli rolü oynadığını ortaya koymaktadır. Literatürde bazan, ittihat ve Terakkî’nin ilk nizamnâmesinin 1897’de yayımlanan Türkçe-Arapça nizamnâme olduğu ileri sürülmekle birlikte bu iddia yanlıştır (ilk nizamnâmenin bazı maddelerinin 26 Kasım 1895 tarihinde ingiliz Sefâreti üçüncü kâtibi W. G. Max Müller tarafından istinsah edilerek büyük elçi tarafından Londra’ya gönderilmesi bu durumu teyit etmektedir; nizamnâmenin sûretleri Kudüs’teki Hâlidî Kütüphanesi’nde ve Washington’daki Library of Congress’in henüz kataloglanmamış Karl Süssheim koleksiyonunda bulunmaktadır). Cemiyet teşekkül sebepleri olarak şu hususları dile getirmektedir: “Hükûmet-i hâzıranın adalet, müsâvat, hürriyet gibi hukūk-ı beşeriyyeyi ihlâl eden ve bütün Osmanlılar’ı terakkîden men‘ ile vatanı ecnebî yed-i tasallut ve iğtisabına düşüren usûl-i idâresini ıslah ve vatandaşlarımızı ikaz maksadıyla kadın ve erkek bilcümle Osmanlılar’dan mürekkeb (Osmanlı ittihat ve Terakkî Cemiyeti) teşekkül etmiştir.” Nizamnâmenin 6. maddesi gereğince cemiyetin bir başkanla dört üyeden oluşan bir idare heyeti olacak, merkezi istanbul’da bulunacak; cemiyete giriş kooptasyon usulüne uygun gerçekleştirilecek (md. 8) ve girişte yemin edilecekti (md. 27). Her ne kadar cemiyetin her üyesi cemiyetin maksadına uygun olmak şartıyla teklifte bulunma hakkına sahipse de (md. 29) örgüt içi iktidar idare meclisi elinde toplanıyordu. Cemiyet 1 Aralık 1895’te Paris’te Meşveret dergisini ve 7 Aralık’ta Mechvéret supplément français’yi resmî yayın organı olarak neşre başladı. Bu gelişmeler ve Ahmed Rızâ’nın etki alanının genişlemesiyle nizamnâmenin istanbul şubesini aynı zamanda örgütün merkezi olarak kabul etmesine rağmen 1896 Ocak ayında Paris şubesi resmen örgütün merkez şubesi haline geldi. Aynı dönemde cemiyet istanbul’da çok sayıda bürokrat ve subayın katılımı ile faaliyet sahasını genişletti ve sultanın devrilmesi için girişimlerini yoğunlaştırdı. Yurt dışına kaçarak Fransa ve ingiltere’de temaslarda bulunan Mizancı Murad 1895 Aralık ayı sonunda Kahire’ye gitti ve şehirdeki ittihat ve Terakkî Cemiyeti şubesinin faaliyetine hız kazandırdı. Bu döneme ait cemiyet ve Osmanlı arşiv belgeleri 1896 yılı itibariyle örgütün Paris, Cenevre, istanbul ve Kahire merkezlerine ilâveten imparatorluk içinde Ankara, Beyrut, Edirne, Hama, Humus, Şam, Girit, Kastamonu, Limni, Ma‘mûretülazîz, Mersin, Rodos, Selânik, izmir, Trabzon, Trablus (Suriye) ve Trablusgarp şubelerini kurduğunu, hukuken Osmanlı hâkimiyetinde olmakla birlikte fiilen Avusturya ve ingiliz yönetimi altındaki Bosna-Hersek, Kıbrıs, Romanya ve Bulgaristan’da Köstence, Filibe, Lom, Hacıoğlupazarcığı, Rusçuk, Tutrakan, Varna, Vidin ve Yanbolu’da teşkilât oluşturduğunu teyit etmektedir. Bu geniş çaplı örgütlenme, aynı zamanda cemiyet içerisinde ilk önemli fikir ayrılığı ve gruplaşmayı da beraberinde getirdi. Yurt dışında Paris ve Cenevre’de bulunan ve muhalefetlerini örgüt içinde Osmanlı ihtilâl Fırkası isimli bir hizip kurmaya kadar vardıran çok sayıda cemiyet mensubu Ahmed Rızâ’nın ihtilâl karşıtı siyasetine karşı çıktı ve bu yaklaşım yurt içindeki çok sayıda cemiyet mensup ve sempatizanınca da desteklendi. Bu şartlar altında Murad Bey, 1896 Temmuzunda cemiyetin yönetimini Ahmed Rızâ’dan almak amacıyla Avrupa’ya geri döndü. 1896 Kasımı ortalarında yapılan olağan üstü cemiyet toplantısı sonunda Hey’et-i Teftîş ve icrâ kuruldu; bu heyetin yönetimine Murad Bey seçilirken diğer üyeliklerine Çürüksulu Ahmed Bey, Dr. Nâzım, Şerefeddin Mağmûmî getirildi. Cemiyetin yayın organlarının kime ait olduğu konusundaki anlaşmazlık neticesinde Mîzan dergisinin cemiyet adına ve Mizancı Murad’ın denetimi altında bir yayın heyeti tarafından neşrine karar verildi; cemiyetin örgütsel yapısı önemli değişikliklere uğrarken yönetim de Mizancı Murad ile onu destekleyen ihtilâlci grubun eline geçti. Yurt dışında bu gelişmeler olurken istanbul’daki örgüt bir askerî darbe gerçekleştirmek için faaliyetini yoğunlaştırdı ve bu konuda padişahın politikalarından memnun olmayan çok sayıda subay ve bürokratın desteğini almaya muvaffak oldu. Henüz Paris’te Ahmed Rızâ’nın yetkili olduğu sırada darbe planı Paris’e iletilerek onay alınmak istenmişse de Ahmed Rızâ projeye karşı çıkmış, bunun üzerine istanbul merkezi kendisini örgütten ihraç etme kararını almıştı. Ancak bu karar uygulanmadan ve darbe girişimi başlatılmadan yapılan bir ihbar üzerine 1896 yılı Kasım ayı sonunda istanbul teşkilâtı ele geçirilerek önde gelen isimleri sürgüne gönderildi. Aynı şekilde Mayıs 1897 sonlarında cemiyetin bir darbe örgütlemek niyetiyle Suriye’de kurduğu ve bölgede görevli çok sayıda memur ve subayın yanı sıra Selefî hareketinin önde gelenlerinin, Azm ve Geylânî ailelerinin ve Kādiriyye tarikatı mensuplarının üye olduğu bir teşkilât ortaya çıkarılarak çökertildi (cemiyetin nizamnâmesinin Arapça’ya çevrilip Arapça ve Türkçe olarak neşri de Suriye’deki örgütlenmenin genişletilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir; Rauf Ahmed Bey’in ishak Sükûtî’ye gönderdiği 28 Mayıs 1897 tarihli bir mektup bu nizamnâmenin 1897 yılının ilk yarısında basıldığını teyit etmektedir). Bu iki gelişmenin ardından cemiyetin yurt içindeki faaliyetleri hissedilir derecede azaldı. 1897’de Girit adasında âsilerin isyanı neticesinde başlayan Osmanlı-Yunan savaşı ve Osmanlı muzafferiyetiyle bunun kamuoyunda yarattığı coşku, esasen örgüt içi gelişmeler sebebiyle zor durumda olan Murad Bey liderliğindeki ittihat ve Terakkî Cemiyeti’nin durumunu iyice sarstı. Mechvéret supplément français yazarlarından Aristidi Efendi’nin Ümid takma adıyla Girit’teki Rum âsileri savunan bir yazı yazmasından sonra cemiyet içinde başlayan kriz Ahmed Rızâ’nın ihracıyla sonuçlandı. Bu sırada gelişmelerden rahatsız olan Murad Bey başkanlıktan istifa ettiyse de Hey’et-i Teftîş ve icrâ, idareyi üç kişilik yeni bir heyete tevdi etmekle beraber Murad Bey’i fahrî başkan olarak tanıdığını ilân etti. Bu arada Osmanlı hükümeti adına Ahmed Rızâ ve Mechvéret supplément français aleyhine dava açılması, arkasından da Ahmed Celâleddin Paşa’nın muhalefet liderleriyle anlaşma yapmak üzere Cenevre ve Paris’e gönderilmesi cemiyet içindeki krizi daha da ağırlaştırdı. 20 Temmuz 1897 tarihinde Murad Bey istanbul’a dönmeye razı oldu. iki gün sonra Paris Sefâreti memlekete dönecek firârîlerin affedilecekleri yolunda bir tebliğ neşretti. Ardından ittihat ve Terakkî Cemiyeti, Ahmed Celâleddin Paşa ile resmen anlaştı ve bunu bütün şubelerine duyurdu. ittihat ve Terakkî Cemiyeti’ne göre bu bir “mütareke” idi ve Contrexéville şehrinde gerçekleştirildiğinden “Contrexéville mütarekesi” diye anılıyordu. Buna göre padişah gerekli reformları yapacak ve genel af ilân edilecek, cemiyet de bunlar gerçekleşinceye kadar her türlü neşriyat ve örgütsel faaliyeti durduracaktı. Başta Mısır şubesi olmak üzere itirazlara rağmen merkez, kararı uygulamaya koydu ve şubeler de buna uydu.

ittihat ve terakki'nin bazı özellikleri: ittihat ve terakki'nin başka, 'normal' siyasal partilerde görülmeyen birtakım özellikleri vardı. üyeleri arasında birçok subay olduğuna, dolayısıyla sivil ve askeri kanatlarından söz edilebileceğine değinmemize gerek yoktur. başka bir özellik ikili yapıdır. bir yanda ittihat ve Terakki cemiyeti vardır. bir yanda ittihat ve Terakki fıkrası. Cemiyet her yerde üyeleri, kulüpleri olan, yerel ve merkezi kongreleri yapılan örgütü. Görünüş olarak bir kültür ve toplumsal dayanışma örgütü gibiydi. Oysa asıl ittihat ve Terakki buydu. Fırka "parti" demek ibaretti. Yani ittihat ve Terakki'nin parti grubuydu. Mebusların çoğu etiket ittihatçıları olduğu için (1912'ye değin), ittihat ve Terakki fırkayı kendine uzak tutuyordu. örneğin cemiyetin umumi kongresi'ne fırka ancak 3 temsilci ile katılabiliyordu. dikkati çeken başka bir özellik, it'deki ortaklaşa önderlik (kolektif liderlik) anlayışıydı. belki bazı kişilerin fazlaca ağırlığı vardı: örneğin sivil kanatta talat, asker kanadında Enver ama "tek adam" hiç olmadı. 1. dünya savaşı'nda talat'la Enver ne denli sivrilseler de, karar alma organı olarak merkez-i umumi hep ağırlığını korumuştur. it'liler "tek adam" olmasın diye it'de 1913 yılına değin bir başkanlık mevkii yaratmamışlardır. ister 1913'e değin katib-i umumiler, ister 1913'ten sonra reis-i umumiler, bunların bugün türkiye'deki siyasal partilerin genel başkanlarıyla karşılaştırılabilecek bir ağırlıkları olmamıştır.

Yine şaşırtıcı bir özellik cemiyetin umumi kongreleriyle ilgili gizlilikti. 1908, 1909, 1910, 1911 umumi kongreleri selanik'te basına ve kamuoyuna kapalı olarak yapılmıştır. 1908 kongresi'nin seçtiği merkez-i umumi'nin kimlerden oluştuğu dahi gizli tutulmuştur. herhalde kamuoyunun bu kadar gizliliği tuhaf karşılayacağı tahmin edildiği için, cemiyetin iki üyesi "kahraman-ı hürriyet" olarak halka sunuldu. her yere bu ikisinin (Enver ve niyazi) resimleri asıldı. böylece it 'somutlaşmış' oluyordu. başka bir özellik, it'nin tedhiş (terör, yıldırı) yöntemlerini kullanmasıydı. Yasadışı bir örgütken it'nin bu yöntemi kullanması belki anlaşılabilir. ama 1908'den sonra bunu yapmasını anlamak zordur. 1908'de abdülhamid'in baş hafiyesi ismail mahir paşa'yı, 1909'da hasan fehmi'yi, 1910'da Ahmet samim'i, 1911'de zeki bey'i öldürdüler. son üçü sert muhalefetleriyle tanınmış gazetecilerdi. Ahmet sami'nin öldürülmesi yakup kadri'nin hüküm gecesi romanına konu olmuştur.

it neden gizliliğe ve tedhişe başvuruyordu, 1908'den sonra bunun nedeni it'nin 1918'de kendini dağıtmak için yaptığı son kongrede açıklandı. it, 1908'den sonra dahi kendini çağdaş bir toplum yaratma hedefinden henüz çok uzakta bir devrim örgütü olarak görüyordu. hedefine ulaşamamıştı, çünkü ordu elinde olsa da, tutucu ve cahil halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip değildi. 31 mart olayı durumunun ne denli zor olduğunu göstermişti. gizlilik ve tedhiş it'nin gücünü değil, güçsüzlüğünü gösteriyordu. 1908 programında it toprak reformu, yani topraksız ya da az topraklı köylülere toprak dağıtımını öngördüğü çünkü taşrada toprağa egemen olan ayan sınıfının desteğine gereksinimi vardı. aynı biçimde osmanlıcı görünmek zorundaydı. sanıyorum it'nin içinde güçlü bir laiklik akımı da vardı, ama bunu it içinde bile dile getirmek tehlikeliydi, çünkü it islamcı eğilimleri de saflarında barındırıyordu.

Son olarak, it'nin masonlukla ilişkisi, masonluk, o dönemde genellikle feodalizmin, mutlakiyetin, dinsel bağnazlığın karşıtı liberal, pozitivist, ilerici, seçkinci bir örgütlenmeydi. hürriyetten önce Osmanlı Devleti'ndeki mason localarının hepsi yabancı kuruluşlardı, dolayısıyla da kapitülasyon ayrıcalıklarından yararlanıyorlardı (örneğin, Osmanlı polisi çağrılmadan buralara giremezdi). gizli örgüt olarak it'nin buralarda yuvalanması kolaydı. üstelik masonlar, ideolojileri gereği, it'ye üye olabilecek kişilerdi. ayrıca mason örgütlenmesinin it'nin örgütlenmesine birtakım etkiler yapmış olduğu da açıktır. bunları söyledikten sonra, bütün ittihatçıların ya da büyük çoğunluğunun mason olmadığını da belirtmek gerekir. örneğin Mustafa Kemal Atatürk, celal Bayar bir zamanlar ittihatçı oldukları halde, mason değillerdi. bektaşiliğin it ile ilişkisi de bunun gibidir. bektaşilerin 'liberal' diyebileceğimiz dünya görüşleri, onları başkalarına göre it üyeliğine daha açık kılıyordu. sonuç olarak da 1908 öncesinde, birçok it'lilerin aynı zamanda Bektaşi olduklarını görüyoruz.

ittihatçılar ölür, ittihatçılık ölmez.

kaynak: tdv islam ansiklopedisi.
kaynak: cemil Koçak, hikmet özdemir, korkut boratav, selahattin hilav, murat katoğlu, ayla ödekan - çağdaş Türkiye 1908-1980.
Yürekte ateşi sönmeyen,
Kavgası hiç bitmeyen bir sevdadır ittihat..
kim kaldı ittihat ve terakki'den
o jöntürkler ki - `hariçten
evrak-ı muzırra celbederlerdi' -
o fedailer ki barut öksürürler
sakal tıraşları mavi
kırmızı bıyıkları biber
kim kaldı
müdafaa-i hukuk cemiyeti'nden
avcı ceketi
körüklu çizme
astragan kalpak
bazen `ittihatçı'
hafif `iştirakiyun'
öfkeli kaşları salkım saçak
kumral bıyıkları mahzun
~
Bir neslin oğlusun; bunu yâd et zaman zaman.
Asrın, unutma, bârikalar asr-ı feyzidir;
Her yıldırımda bir gece, bir gölge devrilir,
Bir ufk-ı i'tilâ açılır, yükselir hayât;
Yükselmeyen düşer: ya terakki, ya inhitat!

görsel
Şiarımız ittihat, yolumuz Terakki.
şuraya kim ne derse, eksileniyor.
tıpkı türkçülük başlıklarında olduğu gibi.

ne kadar aşırı dinci ve türk düşmanı azınlık varsa yağmur gibi yağdırıyor eksileri.
sıkıntı değil, bunu da eksileyin.

aşırı dincilere göre vatan haini hatta ermeni;
başta ermeniler olmak üzere vatan haini isyancı azınlıklara göre türk ırkçısı, ülke ve milletleri uğruna her şeyi yapabilecek potansiyel katiller.
başka sözüm yok.

türk düşmanı ermenilere gidip sorduğunuz zaman en nefret ettiğiniz oluşum ne diye.
alacağınız cevap osmanlı vb değil, direkt ittihat olacaktır.

türk düşmanı ermenilere gidip sorduğunuz zaman en nefret ettiğiniz kişiler kimler diye.
alacağınız cevap abdulhamid değil; enver paşa, talat paşa, cemal paşa, mustafa kemal paşa olacaktır.

velhasıl çağdaş türkiye cumhuriyeti'nin temellerini ta 2.meşrutiyette atan; türkçü, halkçı, demokrasi yanlısı oluşum.
Türklüğünü unutmuşlara Türklüğünü hatırlatan, Türk'ün Türk yurdunda Türk adıyla bir cumhuriyet kurabilmesinin önünü açan vatansever oluşum.
ittihat ve Terakki Cemiyeti, sonraları ittihat ve Terakki Fırkası (Osmanlı Türkçesiyle: اتحاد و ترقى, Günümüz Türkçesiyle: Birlik ve ilerleme), Osmanlı imparatorluğu'nda ikinci Meşrutiyet'in ilanına önayak olup 1908-1918 yılları arasında kısa kesintilerle devlet yönetimine egemen olan, 21 Mayıs 1889 yılında[1] kurulmuş bir siyasal hareket ve iktidar partisidir. Triumvira sistemi ile yönetilen bir meclis yapısında egemenlik sürmüştür.

Başlangıçta devletin anayasal düzene tekrardan kavuşmasını ve Meclis-i Mebûsan'ın tekrardan açılmasını amaçlayan gizli bir dernek olarak kurulan örgüt; anayasanın kabul edilip ikinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra iktidarı denetleyen bir siyasî parti (ittihat ve Terakki Fırkası) halini almış; 1912 yılında ise iktidar partisi olmuştur. Üyeleri ittihatçılar olarak anılır. Cemiyetin 1918 yılında kendini feshetmesinden sonra üyelerinin bir kısmı Millî Mücadele'de yer almıştır.

ittihat ve Terakki, bir siyasî hareket olduğu kadar bir devrin ve bir kuşağın adı olarak olarak kabul edilir.[2] ittihatçılar, kendilerinden önce gelen Genç Osmanlılar kuşağının devamıdır; kendilerinden "Jön Türkler" diye de bahsedilir. Ancak "Jön Türkler" ifadesi yalnızca ittihatçıları değil dönemin diğer muhalif kesimlerini de kapsar.

ittihad-ı Osmanî Cemiyeti'nin kuruluşu Düzenle
ittihat ve Terakki, 19. yüzyıl sonunda Osmanlı imparatorluğu'nun içinde bulunduğu bunalımdan kurtulması için Kanun-ı Esasî'nin yeniden yürürlüğe konmasını isteyen öğrenciler tarafından 21 Mayıs 1889'da[3] Askeri Tıbbiye Mektebi'nde ittihad-ı Osmanî Cemiyeti adlı gizli bir örgüt olarak kuruldu. Daha sonra ittihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak örgüt, aynı devirde kurulmuş irili ufaklı diğer pek çok örgütle birleşerek Osmanlı coğrafyasının en güçlü teşkilatı haline geldi.

ittihad-ı Osmanî Cemiyeti, 21 Mayıs 1889 tarihinde Askeri Tıbbiye'nin bahçesinde toplanan ishak Sükûti, ibrahim Temo, Abdullah Cevdet, Çerkez Mehmed Reşid adındaki dört talebe ile ve sonradan onlara katılan Hüseyinzade Ali Bey, Konyalı Hikmet Emin Bey, Cevdet Osman, Kerim Sebatî, Mekkeli Sabri Bey, Selanikli Nazım Bey, Şerafettin Mağmumi, Giritli Şefik tarafından kurulmuştu. Genç öğrencileri bir araya getiren, devletin içinde bulunduğu bunalım ve II. Abdülhamid yönetimine duyulan hoşnutsuzluktu. Kurtuluş için acilen Meşrutiyet yönetiminin kurulması, Abdülhamid yönetiminin yıkılması gerektiği düşüncesindeki gençler, bu konuda propaganda yapmak üzere örgütlendiler.

Cemiyet, Haziran 1889'da Edirnekapı dışındaki bir bağda, bağ bekçisi Aluş Ağa'nın başkanlığında, 12 kişinin katılımı ile gerçekleşen bir toplantısında başkanlığa en yaşlı üye olan Ali Rüşdî'yi, sekreterliğe Şerefeddîn Mağmûmî'yi, saymanlığa Âsaf Derviş'i seçti. Bir piknik görüntüsü verilerek gerçekleştirilen bu toplantıya, "inciraltı Toplantısı" veya "On ikiler Toplantısı" denilir. Cemiyetin italyan Karbonari Mason Teşkilatı'nı örnek alarak hücreler halinde yapılanması, her üyeye bir sıra numarası verilmesi bu toplantıda kararlaştırıldı. ingiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası yetkililerinden George Kidston'un 21 Aralık 1918 tarihli raporunda "...bu gizli yapının Masonluğu italya'dan getiren ve Selanik Locasının başlıca kurucusu bulunan Carrasco (Karasu) ile çok sıkı ilişkisi olduğunu" bildiriyordu.[4] Birinci hücrenin birinci üyesi ibrahim Temo oldu.[5] Cemiyet toplantılarını her Cuma farklı yerlerde sürdürdü.

Öte yandan cemiyet, 1890’da hazırladığı nizamnamesinde ise kuruluş amacını şu şekilde açıklamaktadır: “Hükûmet-i hâzıranın adalet, müsavat, hürriyet gibi hukuk-i beşeriyeyi ihlal eden ve bütün Osmanlıları terakkiden men’ ile vatanı ecnebi yedd-i tasallut itizabına düşüren usul-i idaresini islâm ve Hıristiyan vatandaşlarımızı ikaz maksadıyla kadın ve erkek bilcümle Osmanlılardan mürekkep, Osmanlı ittihad ve Terakki Cemiyeti teşekkül etmiştir.”[6]

Tıbbiyelilerin kurduğu ittihad-ı Osmanî, istanbul'daki sivil ve askeri diğer yüksekokul öğrencileri arasında taraftar kazanarak hızla büyüdü. Ancak propagandaya geçmek için acele etmeyen örgüt, 1895 yılına kadar daha çok iç eğitim sayılabilecek toplantıları yapmakla yetindi.[7] Toplantılarda Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Genç Osmanlılar’ın yapıtlarını; iranlı hürriyetperverlerin ve Ali Şefkati’nin yapıtlarını okudular.[7]

Sultan II. Abdülhamid, cemiyetin varlığından ve faaliyetlerinden 1892 yılında haberdar oldu. Bu tarihten itibaren cemiyet üyeleri hafiyeler tarafından takip edildiler. Tıbbiye Mektebi komutanlığına Mehmet Zeki Paşa atandı ve disiplinli bir idare sağladı.

Yeni disiplinli idarenin uygulamaları sonucu Cemiyetin önde gelen üyeleri çeşitli defalar tutuklandılarsa da kısa sürede serbest bırakılıyorlardı. Başkentte Ermeni eylemlerinin gerçekleştiği 1895 yılı, ittihatçıların daha sert eylemlere yöneldiği yıl oldu. 30 Eylül 1895 tarihinde başkentte düzenlenen büyük Ermeni yürüyüşünde Müslüman halkın Ermenilerin karşısına çıkmasıyla 3 gün kanlı çatışmalar yaşanmıştı. Bu gelişme karşısında eyleme geçen cemiyet üyeleri olanların yönetimin basiretsizliğinden kaynaklandığına, halkın yönetime karşı harekete geçmesi gerektiğine dair bildirgeleri dağıttılar, duvarlara yapıştırdılar. Eylemleri, pek çok tıbbiyeli üyenin hapse düşmesi veya sürgüne gönderilmesine neden oldu.

Kimi cemiyet üyeleri karşılaştıkları sert uygulamalar nedeniyle cemiyetin yardımı ile Avrupa ülkeleri veya Mısır'a kaçtılar; kimileri cemiyet tarafından Avrupa'ya gönderilip eğitimlerini orada tamamladılar. Yurt dışına giden üyeler, gittikleri yerlerde cemiyetin eylem merkezlerini oluşturdular.

Ahmet Rıza Bey ve Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurulması

Tıbbiye'nin üçüncü sınıfındaki Selanikli Nâzım, öğrenimini tamamlaması ve bir yandan da örgüt için faaliyet göstermesi için 1894 yılında cemiyet tarafından Paris'e gönderildi, Paris Tıp Fakültesi'ne kaydoldu. Kendisinden, o sırada Paris'te bulunan ve Jön Türkler arasında etkin bir isim olan Ahmet Rıza Bey’i cemiyete üye yapması istenmişti. Ahmet Rıza Bey, 1889 yılında Bursa Maarif Müdürü iken bir görevle Paris’e gitmiş ancak geri dönmeyip Paris'e yerleşmiş bir Osmanlı aydını idi. Ülkeyi ve halkı kurtarmanın ancak pozitif bilimleri ve eğitimi yaymakla mümkün olacağını düşünüyor; düşüncelerini padişaha layihalar halinde sunmanın yanı sıra bastırıp dağıtıyor ve "Le Jeune Turque" gazetesinde siyasi yazılar yazıyordu.[8] Yazıları Paris’e kaçan öğrenciler arasında yankı uyandıran Ahmet Rıza, Selanikli Nazım’ın teklifini kabul etti ve cemiyetin Avrupa teşkilatı kuruldu. Avrupa’da faaliyet gösteren muhalifler Osmanlı Terakki ve ittihat Cemiyeti adı altında birleşti. Avrupa teşkilatının başkanı Ahmet Rıza, üyeleri Selanikli Nazım, Şerafettin Mağmumi ve Milaslı Halil Bey (Menteşe) idi.[9] Terakki ve ittihat, Aralık 1895’ten itibaren Türkçe “Meşveret" gazetesini ve onun eki olan Fransızca "Mechevéret Supplément" adlı yayınları çıkardı.[8]

Tıbbiye'nin üçüncü sınıfındaki Selanikli Nâzım, öğrenimini tamamlaması ve bir yandan da örgüt için faaliyet göstermesi için 1894 yılında cemiyet tarafından Paris'e gönderildi, Paris Tıp Fakültesi'ne kaydoldu. Kendisinden, o sırada Paris'te bulunan ve Jön Türkler arasında etkin bir isim olan Ahmet Rıza Bey’i cemiyete üye yapması istenmişti. Ahmet Rıza Bey, 1889 yılında Bursa Maarif Müdürü iken bir görevle Paris’e gitmiş ancak geri dönmeyip Paris'e yerleşmiş bir Osmanlı aydını idi. Ülkeyi ve halkı kurtarmanın ancak pozitif bilimleri ve eğitimi yaymakla mümkün olacağını düşünüyor; düşüncelerini padişaha layihalar halinde sunmanın yanı sıra bastırıp dağıtıyor ve "Le Jeune Turque" gazetesinde siyasi yazılar yazıyordu.[8] Yazıları Paris’e kaçan öğrenciler arasında yankı uyandıran Ahmet Rıza, Selanikli Nazım’ın teklifini kabul etti ve cemiyetin Avrupa teşkilatı kuruldu. Avrupa’da faaliyet gösteren muhalifler Osmanlı Terakki ve ittihat Cemiyeti adı altında birleşti. Avrupa teşkilatının başkanı Ahmet Rıza, üyeleri Selanikli Nazım, Şerafettin Mağmumi ve Milaslı Halil Bey (Menteşe) idi.[9] Terakki ve ittihat, Aralık 1895’ten itibaren Türkçe “Meşveret" gazetesini ve onun eki olan Fransızca "Mechevéret Supplément" adlı yayınları çıkardı.[8]

Mizancı Murat Bey Düzenle
Ayrıca bakınız: Mizancı Murat
Mülkiye Mektebi'nde tarih hocası olarak ünlenmiş Murat Bey de 1895 sonunda istanbul'dan kaçarak Paris'e gitti. istanbul'da çıkardığı Mizan gazetesinde yönetime yönelttiği eleştiriler sonucu gazetesi 1890’da kapatılmış; hazırladığı reform teklifi padişahtan ilgi görmemişti. istanbul’dan kaçıp geldiği Paris'te Ahmet Rıza Bey’den beklediği ilgiyi göremeyince Londra'ya ve ardından Kahire'ye giden Mizancı Murat Bey, düşüncelerini yaymak üzere Ocak 1896’dan itibaren gazetesi “Mizan”’ı Kahire’de yayımladı. Anayasanın yürürlüğe konulmasını, islam dünyasını birleştiren bir meşruti yönetim kurulmasını istiyordu. Yazıları nedeniyle idama mahkûm edildi; ingiliz yönetimi tarafından Mısır’dan çıkarıldı ve tekrar Paris’e geldi. Faaliyetleri ile Jön Türk düşüncesinde ve gruplaşmasında önemli rol oynadı.[9]

II. Abdülhamid'e darbe girişimi ve "Şeref Kurbanları" Düzenle
1895 yılından itibaren tıbbiyelilerin hapis ve sürgün gibi nedenlerle dağılmasından sonra cemiyetin içinde memur, subay, ulema gibi başka çevrelerden üyeler etkin oldular. 1896 yılında cemiyetin yurt içindeki örgütlenmesinin başında Harbiye Nezareti Levazımatı muhasebe müdürlerinden Hacı Ahmet Bey vardı.[7] Kendisi, darbe yanlısı bir kimseydi. Onun önderliğinde yurt içindeki üyeler, II. Abdülhamid'i devirip yerine V. Murad'ı tahta geçirmeyi planladılar ancak bu plan uygulanamadan ortaya çıktı. Cemiyetin ileri gelenleri Fizan, Trablus, Akka, Bingazi gibi uzak yerlere sürgün edildiler.

Bu olaydan sonra Harp Mektebi cemiyetin yeni merkezi olarak ortaya çıktı. Harp Mektebi öğrencileri, Askeri Mektepler Nazırı Zeki Paşa'ya bir suikast planlamışken aralarından Giritli Halim'in ele vermesi sonucu yakalandılar. Sultan II. Abdülhamid, bir sene önceki darbe girişiminden sonra kendisini garanti altına almak istiyordu bu nedenle büyük bir tutuklama operasyonu yapıldı. 630 kişi tutuklandı; içlerinden 78 kişi Şeref Vapuru'na bindirilip Fizan'a gönderildi. 15 Eylül 1897 tarihinde Trablusgarp'a indiklerinde valinin de yardımıyla Fizan'a gitmek yerine orada hapsedildiler. Bu sürgün olayı, tarihe "Şeref Kurbanları" olarak geçmiştir ve II. Abdülhamid'in saltanatındaki en büyük sürgün olayıdır.[10]

Avrupa'daki gelişmeler Düzenle
II. Abdülhamid'e darbe girişiminden sonra cemiyetin istanbul merkez teşkilatı çalışamaz hale geldi. ittihatçılar Avrupa'da toplandılar. Merkezleri Paris idi; ancak Osmanlı sarayının baskısıyla cemiyet Paris'ten çıkarıldı ve yayın organları Meşveret kapatıldı. Cemiyet önce Brüksel'e taşındı ancak oradan da çıkarıldı.

1896 yılında Paris'te gerçekleşen olağanüstü toplantısında Mizancı Murat Bey cemiyet başkanlığına getirildi. Ahmet Rıza, Paris şubesinin başkanı olarak siyasi faaliyetlerini Dr. Nazım Bey ile birlikte Paris'te sürdürdü. Cemiyetin merkezi ise Cenevre'ye taşındı; Mizancı Murat, Mizan dergisini Cenevre'de çıkarmaya başladı. Abdullah Cevdet ve ishak Sükûti de Cenevre'ye gelerek Osmanlı gazetesini çıkardılar.

Padişah, Avrupa'daki ittihatçıları mücadeleden vazgeçirmek için Serhafiye Ahmed Celaleddin Paşa'yı görevlendirdi. Paşa, 1897 yılı Haziran ayında Paris'e gitti. 10-22 Temmuz 1897 tarihinde Paris'te yayımlanan bir hükûmet bildirisi ile ittihatçılara yurda dönmeleri halinde affedilecekleri, memuriyet verileceği, Avrupa’da eğitimlerine devam etmek isterlerse maaş bağlanacağı ama yayınlarına devam ederlerse vatandaşlıktan çıkarılacakları, yurda dönmelerine izin verilmeyeceği bildirildi. ilk olarak Mizancı Murad, Ahmed Celaleddin Paşa ile anlaştı ve yurda döndü. Onu diğer bazı ittihatçılar izledi. Bir kısmı öğrenimlerini sürdürdüler; bir kısmı ise elçiliklerde görev kabul ettiler. Cemiyetin Cenevre merkez komitesi dağıldı. Ahmet Rıza, Dr. Nazım ve Halil Ganem ise Ahmet Paşa ile hiçbir teması kabul etmedi.[7] Onların tutumundan etkilenen Dr. Bahattin Şakir, Samipaşazade Sezai gibi gençler cemiyete katıldı.

1899 yılında II. Abdülhamid'in eniştesi ve eski adliye nazırı olan Damat Mahmud Celaleddin Paşa'nın oğulları Lütfullah ve Sabahattin'in birlikte Avrupa'daki ittihatçılara katılması cemiyete güç verdi. Paşa, Osmanlı gazetesini ishak Sükûti'den devralıp Londra'da çıkarmaya başladı.[7]

I. Jön Türk Kongresi Düzenle
Cemiyetin Cenevre şubesinin kurucusu Tunalı Hilmi, 1898 yılında Mısır'a giderek Kahire merkezini yeniden kurmuştu. Bir kongre düzenleme düşüncesini öne atarak 20 Ekim 1899’da gerçekleşmesini düşündüğü kongreye ittihatçıları davet etti ama olumlu tepkilere rağmen bu planı zamanında gerçekleşmedi.

Damat Mahmut Paşa ve oğulları da istanbul hükûmetinin baskıları sonucu Londra'dan ayrılmak zorunda kalınca Mısır'a gitmişlerdi. Mısır'da Prens Lütfullah ve Sabahattin, "Umum Osmanlı Vatandaşlara" hitaplı iki beyanname ile Jön Türkler'in bir kongre düzenlemesini önerdiler. Bu çağrı sonucu 4-9 Şubat 1902 tarihleri arasında Paris'te "Birinci Osmanlı Liberaller Kongresi" adıyla bir kongre toplandı.

Sonradan "I. Jön Türk Kongresi" diye anılan kongre, Fransız senatosu üyesi Lefévre-Pontalis'in evinde 47 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi.[11] Bu kongrede cemiyet, adem-i merkeziyet fikrini savunan Prens Sabahaddin öncülüğündeki grupla, merkeziyetçi Ahmet Rıza öncülüğündeki grup arasında ikiye bölündü. Düzenlenecek bir ihtilal için başka devletler ile işbirliği yapmak düşüncesine Ahmet Rıza grubunun katılmaması üzerine kongre bir karar alamadan dağıldı.

Kongreden sonra Ahmet Rıza Bey'in temsilcisi olduğu grup, Terakki ve ittihat Cemiyeti adı altında faaliyetlerini sürdürdü; Mısır’da Şura-yı Ümmet dergisi çıkarıldı.[7] Prens Sabahattin’in temsil ettiği görüşleri savunanlar ise onun liderliğinde kurulan Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti çatısı altında faaliyetlerini sürdürdü;[11] yeni cemiyetin yayın organı olarak Terakki gazetesini çıkardılar.[7]

"Osmanlı Hürriyet Cemiyeti" ile birleşme Düzenle
1906 yılının Eylül ayında Selanik'te istibdat yönetimini yıkmayı amaçlayan ihtilalci bir cemiyet olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu.[9] Yönetimi Mehmet Talat, ismail Canbulat ve Rahmi Bey üstlenmişti. Aynı günlerde Mustafa Kemal, Şam'da Beşinci Ordu subayları arasında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı örgütü kurmuş ve hemen ardından kısa bir süre için Selanik'e gidip orada bir şube açmıştı. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti önce Vatan ve Hürriyet ile birleşti. Makedonya’da hızlı yayılıp genç subaylar arasında taraftar bulan dernek, gizlice Selanik'e gidip görüşmeler yapan Doktor Nazım’ın çabaları sonucu merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakki ve ittihat Cemiyeti ile 27 Eylül 1907 tarihinde resmen birleşti.[12]

Birleşme sırasında cemiyetin adı da değişti ve Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti (iTC) oldu.[9] Paris, cemiyetin dış merkezi; Selanik ise iç merkezi olarak kabul edildi. Bu birleşme ile ittihat ve Terakki siyasi niteliğinin yanı sıra askeri bir nitelik de kazandı.

29 Ekim 1907 tarihinde Mustafa Kemal de arkadaşı Ali Fethi Okyar'in ısrarı ile 322 numaralı üye olarak derneğe girdi.[13]

II. Jön Türk Kongresi Düzenle
1907 yılı sonunda Paris'te tüm muhalif gruplar ve Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun)'un katılımı ile Ahmet Rıza, Prens Sabahaddin ve Malumyan'ın ortak başkanlığında II. Jön Türk Kongresi düzenlendi. Bu sefer dış müdahale konusu ortaya atılmadı ve üç gün süren kongre çalışmalarını 29 Aralık’ta tamamlayarak bir bildirge yayımladı. Bu beyanname ile katılımcıların II. Abdülhamid’i tahttan inmeye zorlamak ve parlamenter bir yönetimin kurulması etrafında birleştikleri duyuruldu.[11]

1908 Devrimi Düzenle
Ana madde: 1908 Devrimi
Merkezi Selanik'te bulunan 3. Ordu'nun gerçekleştirdiği 1908 Devrimi'ni Selanik'te bulunan ittihat ve Terakki merkez komitesi organize etti. Bir iddiaya göre ihtilalin, Abdülhamid’in tahta çıkış günü olan 1 Eylül’de yapılması planlanmıştı. 3 Mart 1908’de ingiltere’nin Makedonya sorunu hakkında yayımladığı genelge, yöreye olası bir müdahaleyi engellemek isteyen cemiyet üyesi subayları harekete geçirdi. 3 Temmuz 1908 tarihinde Resne'de Kolağası Resneli Niyazi Bey'in 200 asker ve 200 sivilden oluşan bir çete ile dağa çıkması ile ihtilal fiilen başladı. II. Abdülhamid'in dağa çıkanlara karşı aldığı tedbirler, subayların genellikle cemiyet üyesi olması nedeniyle işe yaramadı. Cemiyetin Manastır merkezi, padişaha, Kanun-ı Esasî'yi yürürlüğe koymasını ve 26 Temmuz'a kadar Meclis-i Mebûsan'ın açılmasına izin vermesini isteyen bir telgraf çekti. Eyüp Sabri kumandasındaki Ohri Taburu ile Niyazi Bey komutasındaki Resne taburu 22 Temmuz gecesi Manastır'da birleşti ve Manastır Fevkalade Kumandanı olarak görevli bulunan Müşir Fevzi Paşa'yı dağa kaldırdılar. 23 Temmuz günü atılan 21 pare top atışı ile Manastır'da Meşrutiyet yönetimi ittihat ve Terakki tarafından ilan edildi. Durum, Yıldız Sarayı'na telgraflarla bildirildi. 23 Temmuz'u 24 Temmuz'a bağlayan gece Kanun-ı Esasî'nin yürürlüğe konmasına karar verildi ve resmi ilan ertesi sabah gazetelerde yayımlandı. ittihat ve Terakki Cemiyeti’nin hareketi, çetecilik yoluyla yönetimi ele geçiren ilk hareket olarak tarihe geçti.[14]

II. Meşrutiyet dönemi Düzenle
24 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyet'in ilanından sonra iTC doğrudan hükûmet kurmaya kalkışmadı, hükûmetleri dışarıdan kontrol etmeyi tercih etti. 1908 yılında Selanik'te toplanan gizli kongrede cemiyetin siyasi fırkaya dönüşmesine karar verildi. Bir süre hem cemiyet, hem fırka olarak anıldı.[15]

Aralık 1908'de seçilen Mebusan Meclisi'nde üyelerin büyük çoğunluğu iTC tarafından desteklenen kişilerdi. Şubat 1909'da Kamil Paşa hükûmeti mecliste iTC grubunun verdiği güvensizlik oyuyla düşürüldü. Bu, Osmanlı Devleti tarihinde mecliste güvensizlik oyuyla düşürülen ilk ve son hükûmet olmuştu. Hüseyin Hilmi Paşa hükûmeti, cemiyetin izni ile kuruldu.

iktidar, 1909 başlarından itibaren sert eleştirilerle karşılaştı. Kongrelerini gizli yapması ve Merkez Komite üyelerini kamuya açıklamaması nedeniyle "Rical-i gayb" (görünmez kişiler) deyimi siyasi hiciv diline girdi.

1909 Kongresi ve Mustafa Kemal Düzenle
Cemiyet 22 Eylül 1909 tarihinde Selanik'te bir gizli kongre daha düzenledi. Mustafa Kemal kongreye Trablus delegesi olarak katıldı. Kongrede yaptığı konuşmasında partiyi tenkit etti. Cemiyet içinde zabitlerin (subayların) bulunmaması gerektiğini, siyasetle uğraşanların ise askerlik görevini bırakması gerektiğini söyledi. Aksi halde askerî emir-komuta zincirinin, cemiyetin hiyerarşisi ile karışacağını ve askerî disiplinin sekteye uğrayacağını öne sürdü. Ona göre cemiyet, komita hüviyetinden çıkmalı ve partileşmeliydi.[16] Birçok parti yöneticisi Mustafa Kemal'in görüşlerine katılmadı. Sadece daha önceki kongrede aynı fikri savunmuş olan Kâzım Karabekir destekledi. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal siyaseti 1919 yılına kadar bırakmış, sadece askerlikle ilgilenmeye başlamıştır.

31 Mart Vakası Düzenle
Nisan 1909'da cemiyete muhalif gazeteci Hasan Fehmi Bey'in Galata Köprüsü üzerinde kimliği belirsiz bir kişi tarafından öldürülmesi üzerine çıkan olaylar, iTC iktidarına karşı "31 Mart Vakası" olarak bilinen ayaklanmaya yol açtı. Bu ayaklanma Selanik'ten gelen askerî birlikler tarafından bastırıldı ve cemiyet eskisinden daha güçlü bir şekilde iktidara yerleşti.

31 Mart'ın sorumlusu olarak gösterilen II. Abdülhamid tahttan indirildi. Yerine getirilen V. Mehmed Reşad, iktidarın elinde bir kukla olmaktan ileri gidemedi. Ağustos 1909'da yapılan Kanun-ı Esasi değişikliğiyle siyasi güç, meclisin tekeline alındı.

Sopalı Seçimler ve Bâb-ı Âli Baskını Düzenle
Cemiyet zamanla içinde birliği sağlamakta güçlük çekmeye başladı ve 1911 yılında meclis içinde yeni muhalif partiler ortaya çıktı. Eylül 1911’deki kongreden sonra kurulan Hürriyet ve itilaf Fırkası, en büyük rakipti. Şubat 1912'de yapılan meclis seçimleri, yaşanan şiddet olayları ve yolsuzluklar nedeniyle tarihe Sopalı seçim olarak geçti ve hemen her yerde iTC adayları kazandı. Bunun üzerine muhalefet seçim sonuçlarını gayrimeşru ilan ederken; ordu içinde Halâskâr Zâbitân adıyla, iTC iktidarına son vermeyi hedefleyen bir örgüt ortaya çıktı. 16 Temmuz 1912'de, Halâskâr Zâbitân grubunun muhtırası üzerine Sait Paşa başkanlığındaki iTC kabinesi istifa etmek zorunda kaldı.

Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın kurduğu Büyük Kabine, iTC egemenliğine son vermeyi hedefliyordu. Bu amaçla öncelikle Şubat 1912'de yapılan seçim iptal edilerek meclis feshedildi.
Ekim 1912'de çıkan Balkan Savaşı'nın kısa zamanda hezimete dönüşmesi üzerine şiddetli bir milliyetçilik politikası benimseyen cemiyet; yenilginin suçunu hükûmete yükledi. 23 Ocak 1913 tarihinde Enver Bey öncülüğünde silahlı bir grubun Bâb-ı Âli'de toplantı halindeki hükûmeti basması, Harbiye Nazırı Nâzım Paşa'yı öldürmesi ve sadrazam Kâmil Paşa'nın kafasına silah dayayarak istifaya zorlaması ile ittihat ve Terakki, askerî darbe ile iktidarı ele geçirdi.

Cemiyet iktidarı ele geçirdikten sonra yine kendi hükûmetini kurmadı ve Mahmud Şevket Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. Ancak 11 Haziran 1913 tarihinde Mahmut Şevket Paşa'nın bir suikasta kurban gitmesi üzerine cemiyet iktidarda ağırlığını koydu.

Düzenlenen kongrede artık hükûmeti denetleyen bir örgüt değil, iktidar partisine dönüşmeye karar verildi. Fırka reisi Said Halim Paşa sadrazamlığında kapsamlı bir diktatörlük yönetimi kuruldu. Mahmud Şevket Paşa suikastı ile ilgili görülen 24 kişi idam edildi, cemiyete muhalif 250 dolayında kişi Sinop'a sürüldü; muhalif gazeteler kapatıldı.

Cemiyetin ileri gelenlerinden Enver Bey'in I. Balkan Savaşı'nda kaybedilen Edirne'yi geri alması ile cemiyetin saygınlığı yeniden arttı. Harbiye Nazırı olarak atanan Enver Paşa, Talat ve Cemal Paşa ile birlikte partinin önderi oldu.

iktidar partisi olarak ittihat ve Terakki Fırkası Düzenle
ittihat ve Terakki Fırkası bir iktidar partisi olarak yönetimde bulunduğu dönemde milliyetçi ve batı yanlısı bir siyaset izledi. Eğitimin çağdaşlaşması, hukukun laikleşmesi için çalışıldı. Türk Ocağı gibi milliyetçi kültür derneklerinin kurulması ve girişimcilik, kooperatifçilik desteklendi. 1914 seçimlerini ezici bir şekilde kazanan parti, Almanya ile askeri bir yakınlaşma başlattı. Enver Paşa'nın Alman yanlı siyaseti fırkanın siyasetini de doğrudan etkiledi.

I. Dünya Savaşı Yılları Düzenle
Cemiyetin üst yönetimi ile Almanya arasında 2 Ağustos 1914 tarihinde hükûmete ve padişaha haber vermeden imzalanan ittifak antlaşması sonucunda Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'na Almanya safında katıldı. Bu olay cemiyet içinde eleştirilere ve bölünmeye yol açtı. Cavit Bey, Ahmed izzet Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa gibi önemli ittihatçılar hükûmetten ve askeri görevlerinden ayrıldılar. Fethi Bey, Rauf Bey, Mustafa Kemal gibi bazıları da görevde kalmakla birlikte Enver Paşa başkanlığındaki cemiyet yönetimine karşı çeşitli derecelerde tavır aldılar.

Savaş sırasında Talat Paşa sadrazamlığa getirildi. Harbiye nazırı ve başkomutan Enver Paşa'nın komutasındaki ordunun savaşın ilk aylarında Sarıkamış'ta, daha sonra ise Süveyş'te ve Irak'ta ağır yenilgiler alması ve Enver Paşa'ya yakınlığıyla tanınan iaşe Nazırı Topal ismail Hakkı Paşa'ya atfedilen büyük mali yolsuzluklar rejimi yıprattı.

ittihat ve Terakki'nin sonu Düzenle
I. Dünya Savaşı'ndaki yenilginin kesinleşmesinden sonra Talat Paşa hükûmeti 8 Ekim 1918 tarihinde istifa etti. 1 Kasım'da yapılan olağanüstü kongrede iTC kendini feshederek Teceddüd Fırkası adıyla yeni bir parti kurulmasına karar verdi.

Enver, Talat ve Cemal Paşa, 1 Kasım'ı 2 Kasım 1918 tarihine bağlayan gece Alman torpidobotu R-1 ile istanbul'dan ayrılarak 3 Kasım 1918 tarihinde Sivastopol'a ulaştı.[17]

ittihat ve Terakki ve Millî Mücadele Düzenle
ittihat ve Terakki’nin on yıl süren bir etkinliği vardı (1908-1918). Cemiyet bu süreçte yaklaşan yenilginin farkında olduğu için ulusal bir direniş cephesi yaratmak istedi. Kimi ittihatçı millî mücadelenin ittihatçı rolünü savunurken ve bu yönde bir algı yaratılırken Milliyetçiler bu vurgulamaları 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’nde reddetti. Böylesi bir yön Milliyetçiler için handikap yaratabilirdi. 5 Kasım 1918’de iTC kapandı ama hala etkisini yitirmemişti.[18] Mete Tunçay ve Doğan Avcıoğlu millî mücadeledeki iTC etkisine değinen bazı tarihçilerdir.[19]

iTC’nin direniş reçetesi gizli ve aleni olmak üzere iki şekildeydi ancak resmi bir programın varlığına ilişkin kanıt henüz yoktur. işgal tehlikesi olan yerlerde Müdâfaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetlerinin kurulmasına öncülük etti. Hilal-i Ahmer, Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti ve Türk Ocakları millî mücadelede katkı sağlayacak kurumlar olacaktı. Bu cemiyetler halkın maneviyatını yükseltmek isteyen ittihatçılar için ulusal bir bilincin yaratılmasına sınırlı bir etki ediyordu. Ahmet Rıza gibi isimler de şahsi bir ulusal blok yaratma peşindeydiler. Meclisteki Felah-ı Vatan Grubu da millî mücadeleyi destekleyecekti. Ancak eylemsel olarak en büyük etkinin Karakol Cemiyeti ve Teşkilat-ı Mahsusa’dan geldiği söylenebilir. Karakolun kurucuları arasında Kara Kemal, Kara Vasıf, Talat Paşa gibi isimler bulunuyordu. Karakol millî mücadelede silah ve insan temini konularında yararlılıklar gösterdi ve Atatürk’le de ilişki kurmuştu. Karakol ile Milliyetçiler arasında ayrılıkların da olduğu bilinmektedir. Celal Bayar da Karakol’un bir üyesiydi. Millî mücadeleyi destekleyen ittihatçı subaylar vardı ancak hiçbiri belirli bir iTC programının uygulayıcısı değildi. Milliyetçi subaylar ordunun terhisini erteleme, Anadolu’ya yoğunlaşma, silahların korunması ve direniş çevrelerinin oluşturulması için çabalıyordu.[20] Milli Mücadele kadrolarının büyük bölümü eski ittihatçılardan oluştu. Başta Mustafa Kemal olmak üzere Rauf, Fethi, Kâzım Karabekir, ismet (inönü), Celal (Bayar), Adnan (Adıvar), Şükrü, Rahmi, Çerkes Reşit, Çerkez Ethem, Bekir Sami, Yusuf Kemal, Celaleddin Arif, Ağaoğlu Ahmet, Recep (Peker), Şemsettin (Günaltay), Hüseyin Avni, Ziya Hurşit Beyler gibi milliyetçi liderlerin tümü eski iTC kadroları ve hatta Teşkilat-ı Mahsusa görevlileri idiler. ittihatçı hareketin basın ve propaganda sözcülerinden Ziya Gökalp, Mehmet Emin (Yurdakul), Mehmet Akif (Ersoy), Celal Nuri (ileri), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Falih Rıfkı (Atay), Velid Ebüzziya ve diğerleri Milli Mücadele'nin de savunuculuğunu üstlendiler.[kaynak belirtilmeli]

Karakol Cemiyeti’nin başının Mustafa Kemal’e “bizim başkumandanımız sizsiniz” dediği rivayet edilir. Karakol’un yerini bir süre sonra belirli bir programı olmadığından Ankara’ya bağlanan Mim Mim alır. 1920’lerde bile Enver için bazı vilayetlerde mitingler düzenlenir. istanbul’un işgali de gizli/yeraltı ittihatçıların daha itaatkar hale gelmesine neden oldu ve bu Milliyetçiler için önemliydi. Millî mücadele içinde olasılıkla ittihatçılardan oluşan ve antiemperyalist, islamcı-radikalist, karporatist özellikle taşıyan bir sol kanat vardı. Mustafa Kemal de Mayıs 1921’de taraftarlarını Müdâfaa-i Hukuk Grubu etrafında topladı. Muhalifler de Mustafa Kemal’in salahiyetlerinin sınırlandırılması için ikinci Grubu kurarak yanıt verdi. Bir yandan da Enver Paşa Anadolu’ya gelmek için uğraşıyordu ancak Karadeniz’de Milliyetçilerce engellendi. Yunan zaferi 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal’e olağanüstü yetkiler tanıyan sürece kaynaklık etti. 23 Ağustos – 15 Eylül arasında Sakarya Meydan Muharebesi Mustafa Kemal’in liderliğini teyit ettirdi. Zafer Mustafa Kemal’in liderliğini sağlamlaştırsa da siyasal muhalefet devam etti. Askeri kriz sonrasında Mustafa Kemal ve bazı komutanların siyasal mevkilerini korumaları, Trakya ve istanbul henüz geri alınmamışken Mudanya’nın imzalanmasında acele edilmesi, Cumhuriyetin ilan edileceği düşüncesi, Ankara’nın sürekli başkent olacağı gibi konular gericileri ve birçok kesimi rahatsız ediyordu. Daha sonra Atatürk yurt içinde seyahate çıktı ve kamuoyunu etkilemeye çalıştı. Birinci Meclis’in son toplantısında, 15 Nisan 1923’te, Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edilerek Dokuz Umde dışında siyaset yapmak fiilen yasaklandı. Bu kapsamda izmir Suikastı yargılamalarının iTC'ye uzanan siyasi yönü vurgulanır.[20]
Doğrudur, chp'nin atasıdır.

Yobazları odunla hizaya getirmeyi iyi bilirlerdi.
görsel
Selam olsun Enver'e, talat'a ve cemal'e..
Biz x, y, Z partili değil; türkçüyüz, demokratız, ittihatçıyız..

"adalet, hürriyet (özgürlük), uhuvvet (kardeşlik), müsavat (eşitlik) ve ittihâd (birlik)"
bugün ki önemi daha da hissedilir olmuştur. Yaşasın hürriyet...
Kurucularının çoğu sebataist,ermeni,mason olan islam düşmanı güruh.
kendilerinin abdülhamid dönemi'nde sesini çıkarmak için mason olduğu, halkın da kendi sesini çıkarabilmek için üye olduğu cemiyettir. kurucularından abdullah cevdet, abdülhamid destekçiliği ile kimi insan tarafından sevilir, kimisi tarafından da sövülür biridir.
kurucularinin tumunun balkan daglarinda haydut kovalayan, gonullu her cephede savasip mehmetcigin ve milletin ne durumda oldugunu birebir goren yigitler oldugu olusum. sultan gibi butun gun sarayda yatmiyorlardi. lan anlamiyorum size kul diyen herifin pesinde olup bitiyor, sizin icin can verenlere sovuyorsunuz. bu mu dindarlik, ahmak misiniz la siz?
Tüm ittihatçılara selam olsun, tanrı Türk'ü korusun.
Hayırlı geceler kandaşlarım!