ölüm her zaman geliyor... bütün hücrelerimiz, etrafimizdaki hersey habire ölüp ölüp diriliyor. ama "bizim" ölümümüz de ruhumuzun bedenimizinden ayrilmasi olayi oldugu icin, herhaldeki gercekten büyük bir olay...bizim "biz" dedigimiz bir benligimiz varsa, demek ki o "biz" olsa olsa ruhumuz olur. yoksa bizim "biz" dedigimiz bir benligimiz olamazdi.
evet ölüm...en güzel ölüm kimseye ihtiyac duymadan yasayip öyle ölmektir. mesela örnekler var, adam beyin kanamasi gecirmis, ama ölmemis, kendinde degil altina siciyor, yemegi yediriliyor, kendi öz kizni tanimiyor, kendisinin bile ne oldugundan haberi yok.... o vaziyette bir 10 yil daha yasiyor... cevresi resmen "ölse de kurtulsak" havalarinda... sonra adam ölüyor, cenazesi "dügün" gibi birsey. akranlari utanmasalar zil takip oynayacaklar....
..bir de böyle bir ölüm var.
öyle ölmeden, ölmek daha iyi, cünkü o vaziyette diger insanlarin hayatlarini kisitliyorsun. kendilerini sana bakmaya mecbur hissediyorlar. en güzeli söyle cok kuvvetli bir beyin kanamasi, ya da kalp krizi, zaaank diye gidiyorsun, tertemiz... kimsenin hayat düzenini bozmadan yasadin, cenazenden iki gün sonra da herkes gene isine gücüne döndü...ne güzel...
ek : madem konusu geldi, bir animi yazayim bu konuyla ilgili de tam olsun... 17-18 yaslarindayim ve bir öglen vakti ankara gari yakinlarinda bir yerlerden raylardan trenyolunda karsidan karsiya gececektim. ileriden "mavi tren" geliyordu... ben treni gördüm, orada 3 hat vardi, mavi 1 yoldaydi. ben 2.yolda onun gecmesini beklemeye basladim, birden "ya burada trene cok yakin olcaz,3. yola geceyimde arada bir hat daha fazla olsun" diye gecirdim icimden ve geriye birkac adim atip 3.yola gectim. bana 50 metre falan kala, o ana kadar dikkatimi cekmeyen bir makastan mavi makas degistirip, 2.yola gecti !!!...ve ben 3.yolda beklerken mavi 2.yoldan önümden gecti...eger icimden öyle gecirmeseydim, ben az evvel o hatta bekliyordum...
arada bir aklima gelir bu... demek ki orada ölmeyecekmisiz.
Yaşam yarım kalan bir şiir, ne harcanacak zaman ne de lüzumsuz yere ağlamak ve sızlanmak olmasa... Şu kısacık ömrümüzde ölüm gibi bir gerçek ensemizde dururken her an, neden lüzumlu lüzumsuz harcarız kendimizi?
yaşam varla yok arası kısaca Nefes nefese ciddi bir şekilde Yaşamak gerek hayatı... anları dakikaları saatleri... "Ne olur ne olmaz belki" diye. Ardımızdan yapılacak ne çok yarım iş bırakırız Yaşam bizi terk edince. içtiğimiz yarım bardak su. daha sonraki gün buz dolabında bizi bekleyen kahvaltı, Elbise dolabımızda giyilmeye hazır elbiseler, düzeltilmeyi bekleyen ters düz olmuş ayakkabılar. Sevgiliye henüz söylenememiş sözler. Ucu içe doğru katlanmış, okunmayı bekleyen kitaplar, Yüreğinde anılarımızı söküp atamayan gerçek dostlar.
garantisi yok aldığımız nefesi verebileceğimizin... şairin dediği gibi " ölüm göğün yüzünde, ölüm yerin dibinde, ölüm soluk alışında, ölüm başucunda... "
27.08.2009
eksikliklerle doldurduğunuz koca bir yaşam var elinizde. beklemekle geçen koca bir yaşam; bazen bir umudu beklediniz, bazen bir kahramanınızı beklediniz... şu an yaşıyorsunuz, ama ölüm çok yakında yanınızda olmaya kararlı. ve şimdi onu da bekliyorsunuz, derin bir sukünetle...
kim anlayabilir ki sizin sitemlerinizin neden olduğunu, kim anlayabilir ki sizin neden bu kadar öfkeli ve üzgün olduğunuzu. bilemezler, anlayamazlar. çünkü bunu siz yaşıyorsunuz, bunu siz görüyorsunuz. gözyaşlarınızın ne demek olduğunu bir tek siz anlayabilirsiniz. çünkü ölüm size geldi, bir başkasına değil size..
bir kahramanınızdı
sizi yarı yolda bırakıp giden
gözyaşlarınızdı sizi ayakta tutan
umutsuzluklarla geçen bir zaman
ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir kalp
geride bıraktığınız
sadece ölümle gelen son mutluluğunuz...
hayata bak be diyorsunuz. geçebilecek mi bu zorlu, gözyaşlarıyla dolu hayat. ama sonra düşünüyorsunuz ki bunu dert etmenize gerek yok, ölüme çok az kaldı zaten. bu yaşta gördüğüz bu gerçekler fazla ağır geldi size.omuzlarınız kaldıramıyor artık bunca eziyeti, bunca zorluğu.. bırakıyorsunuz. ne olursa olsun. birgünüz daha bitiyor bugün siz biraz daha seviniyorsunuz. yaklaşıyorsunuz en sevdiğinize....
26.08.2009
bugün de mi ? bekliyorsunuz. hiç ihtimal bile olmayan ama değeriyle de paha biçilemeyen o insandan o değerli mektubu. kendinize beklemeyin diyorsunuz. ne o gelecek, ne de mektubu. gelebilecek olan tek şey gözyaşlarınız. beklemeyin ondan hiçbir şey beklemeyin...
o size sadece üzüntü mü? verdi. hayır o size bir insana sevgiden önce güven duygusunu öğretti. sizin ona inancınız yüzünden, ona olan güveniniz yüzünden bu kadar yıkılıyorsunuz. ondan gelen her hangi bir tepki sizin için çok büyük anlamlar gizliyor. siz onu kalbinizin ve zihninizin kahramanı yapmışsınız, ama o kahramanın bir gün sizi yarı yolda bırakacağı aklınızın ucuna bile gelmemişti. aslında o size söz de vermedi. peki neden bu öfke ve üzüntü... biliyorsunuz ama bunu söyleyemiyorsunuz. korkuyorsunuz, itiraf etmekten çekiniyorsunuz. bu hayallinizin de yarım kalmasından korkuyorsunuz. bugün de eliniz boş bugün de kalbiniz yaralı, bugün de hayalleriniz yarım...
ve bugün de uyuyorsunuz, kimsesizliğe, sessizliğe ve yok olmaya..
ölümün yanına büyük bir sevinçle gidiyorum
çünkü biliyorum biteceğini
inatlaşmadan, sessizce, usulca gidiyorum
ölüme giderken
gözyaşlarımla gülüyorum
şimdi bitti bütün herşey
geride bıraktığım
sadece yarım kalmış bir hayat...
insan gibi tanımlayacağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. yok gözleri kırmızıydı alevler saçıyordu; yok dili çatallıydı yalayışı tüylerimi ürpertiyordu falan..
bir duyguydu gördüğüm; yapış yapış histen bir sis bulutu şeklindeydi.
ama ölümdü; eminim bundan.
ilk anda fark edemediğim bir anaforu saklıyordu merkezinde; kara bir delik gibi. kara delik dediysem de kara değildi. daha doğrusu hiç bir renkte değildi. renksizliğin ta kendisiydi; hatta zamansızlığın.
kavga eden iki çocuk gördüm bugün. biri diğerinin elinden arabasını aldı. öteki ona sert bir tokat çıkardı. beriki önce şaşırdı, ağlamaklı oldu, sonra öbürününkinden de sert bir tokat çıkardı. derken diğeri rakibinin saçlarını kavrayıp son hızda çekmeye başladı.
araba yere düştü; unutuldu..
geriye ölüm kaldı işte; havada dönüyordu, leş gibi kokutmuştu her yanı.
kirli birşeydi.
illa bir insanlaştırma isterseniz benden ancak şunu sunabilirim size: Hani hep deriz ya her adamın içinde bir çocuk vardır.
aslında hayır; benim bugün gördüğüm çocuğun içindeki adamdı.
hem de en vahşisinden.
en ölümünden...
ikisi de en fazla beş yaşındaydı.
döne döne düştüler içlerinde oluşan leş kokulu renksiz anafora.
ölüm geldi. derin sessizliğini hissettirerek. çığlıkları kulağınızda siz birilerini bekliyorsunuz, birilerinin desteğini belki de. ama bunu yapmayın. en çok üzülebileceğiniz olaydır. sizi bu kadar yaşlandıran olay hastalığınız mı? belki. ama sizi yaşlandıran, olgunlaştıran konu hayat. hayalleriniz yarım hayallerinizin üstüne kurulu. yarım kavuşmalar dolu bir hayat, yarım yaşanmışlıklar dolu bir zaman. siz bunların arasında ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. belki başarılı olursunuz bir ihtimaldir buda. ama siz böyle düşünmüyorsunuz çünkü öyle tecrübeler edindiniz ki bunla vakit geçiremiyorsunuz. kaygılarla, üzüntülerle, hayal kırıklıklarıyla doldurduğunuz bir hayat...
siz bunları hakkettiniz mi? size göre hayır. kaç yaşındasınız siz daha, neye, ne kadar zamanınız var. ben söyleyebilirim. çok az zamanınız var herşeye. bugünü değerli kılmadığınız sürece sizin için o gün ölmüş bir gündür. gerçi sizde ölecekseniz bunu düşünmüyorsunuz. herkesin içindeki o umut gün geliyor sizde yok. olmaması için de sebepler çok. birinci sırada ölüm olabilir. ama çevrenizdekilerin içlerinde size dair umutlar var. siz ise onları kırmamak için bazen rol yapabiliyorsunuz. ama gerçekler sizin canınızı sıkabiliyor. onun için zaten bu iç çekişleriniz, onun için zaten bu haykırışlarınız; herkese ve herşeye...
siz haykırıyorsunuz, kimse sizi duymuyor. ne kadar kendinizi heba etsenizde olmuyor, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. özlüyorsunuz okulunuzu, arkadaşlarınızı en çok da gülümsemeyi... içten, temiz ve saf gülümsemeyi. hayata karşı gülümsemeyi. siz bunu başaramıyorsunuz. önünüzde bunun için çok engel var. siz daha bir engeli bile kaldıramıyorsunuz. ilerdeki engellere yenik düşmekten korkuyorsunuz. zamansa size destek bile olmuyor, neden destek olsun ki... sen misin bir tek bu hayatta, sen misin bir tek acı çeken. bunu öğrenmediğiniz sürece bencilsinizdir. ama siz bunu gayet iyi öğreniyorsunuz. bunları hastanede kaldığınız süre içinde öğreniyorsunuz, sizin gibi insanlar, hepsinin hayatta kalma endişesiyşe yanıp tutuşan yürekleri var birisi sizden de küçük birisi daha yeni başladı hayatı yaşamaya ama onuda aldı hayat. artık bunları gördükten sonra biliyorsunuz ki bu hayatta acı çekmek normal...
karşınızda sevdikleriniz zihinlerinde sizi üzmemek için çabalayan bir düşünce. sizse onları kendinizden uzaklaştırıyorsunuz . ağlamak; öğrendikleriniz arasındaki en büyük olay. hayata tutunmaya elbette çalışıyornuz, defalarca deniyorsunuz ve her seferinde hayat sizi yarı yolda bırakıyor. sizi vazgeçiyorsunuz. diyorsunuz o zaman beni al yanına...
riskleri göze almayı öğreniyorsunuz, öğretiyorsunuz; sizin yaşamanız mucize mi? sizin gözünüzde evet öyle, gerçi sevdiklerinizin gözünde de öyle. ama bunu size söylemeye çekiniyorlar, sizi üzmek istemiyorlar.
en çok onlar üzülüyor, en çok onlar yıpranıyorlar. onlar kim mi? çok sevdiğiniz aileniz; anneniz, babanız ve kardeşiniz... ağlıyorlar sizinle birlikte ağlıyorlar, gülüyorlar sizinle birlikte gülüyorlar, ölüyorsunuz tek başınıza siz ölüyorsunuz... onları geri de bırakım üzüyorum, geride kalanlara üzülüyorsunuz neden beni bu kadar çok sevdiniz?, neden bana bu kadar değer verdiniz? diye haykırıyorsunuz (ah!! ümit dolu gençliğim) yine onları üzüyorsunuz farkında olmadan. ama bunu yapıyorsunuz dedim ya elinizden gelen bu kadar. şimdi bekliyorsunuz o günü... geleceğini biliyorsunuz.
25.08.2009
bütün umutlarınızın kırılmasına rağmen yine de bekliyorsunuz mektubunuzun gelmesine. bugün de boynunuz bükük kalıyor. oysa ki söylemiştiniz kendinize. bırak bu hayali diye. ama söz geçiremediniz zihninize de kalbinize de. bugün tarihe gömülüyorsunuz. büyük bir sessizlikle odanızda çalışıyorsunuz. tarihin savaşlarını, gerçeklerini görüyorsunuz. orhan bey döneminden başlıyorsunuz. (tarihte olmazsa) saatinizin tik tak sesleri size ölümü hatırlatıyor ve saati kırmanıza sebep oluyor. hastalandıktan sonra sinirli misiniz? aslında hayır. çevrenize zarar vermiyorsunuz veya siz öyle sanıyorsunuz. siz en büyük zararı kendinize veriyorsunuz. kalbinizi kırıyorsunuz.
zamanla yarış yapamadığınız için, ona kafa tutamadığınız için tek hamleyle saati kırabiliyorsunuz. abinizle oturuyorsunuz . abinizin yanında biraz da olsa yüzünüz gülüyor, etrafta maç muhabbetleri dönüyor... zorla da olsa biraz yemek yiyorsunuz. balkano çıkıp gökyüzüne bakıyorsunuz. hiçbir şey düşünmüyorsunuz. sadece sessizliği dinliyorsunuz. sessizliğin huzurunun keyfini çıkarıyorsunuz.
ve bugün yarım bırakıyorsunuz yarım hayallerinizi ve herşeyi...
öldüğüm zaman yanımda mıydın?
değildin
sana yazdıklarım
haykırışlarımdı
sen bunları duydun mu?
hayır
ben bekledim
gönlümün bomboş ve karanlık sokaklarında
bir ışık bekliyordum
bu ışık götürür dedim
belki senin yanına
ama o ışık yanmadı
aydınlığa kavuşamadan gidiyorum
karanlığa...
24.08.2009
bugün büyük bir heyecanla bir mektup bekliyorsunuz. ama o mektup gelmiyor.bir yıldızınız kayıyor. kendinize şunları söylüyorsunuz: boşver bu hayalimde yarım kalsın, atayım onu da zihnimin karanlık köşesine. yarım kalan hayalerim de yarım... bir gününüz daha avuçlarınızdan kayıp gidiyor. daha fazla birşey yazmak istemiyorsunuz. zihninize kısa kes diyorsunuz, noktayı koyup bitiriyorsunuz...
22.08.2009
mektuplar sizi ne kadar etkiler. mektup almayı, mektup yazmayı ne kadar da çok seviyorsunuz. ama hiç kimseden, hiçbir şekilde mektup almıyorsunuz. oturuyorsunuz, yazıyorsunuz bir sevdiğinize:
'bugün bir kez daha anladım senin yanımda olmadığını, bir kez daha sildim gözyaşlarımı, kalbimi bir kez daha temizledim. ve yine bekledim. dua ederken gelmemen için aslında iç çekerek bekliyordum gelmeni. bu mektubu yazmaya cesaret edememiştim. sana sevgiden önce büyük bir güvenle birlikte saygı duyuyorum. ne kadar mutlu olduğunu görüyorum. uzaktanda olsa. yanında olmayı isterdim, hem de çok.. ama seni üzebilirim, gözlerime her baktığında gülen gözlerle değil, ağlayan gözlerle karşılaşacaksın ve ben bunu istemiyorum. bana söylediklerini hiçbir zaman unutmuyorum 'seni üzebilirim bu bana zarar vermez belki ama sana zarar verir en çok da bundan korkuyorum.' bu sözlerin birlikte bir kez daha güvendim çünkü yalan söylemedin. kendine iyi bak.'
bu mektubu göndermeye bir yanınız çekiniyor, bir yanınız ise göndermelisin diyor. ve gönderiyorsunuz. gönderdiğiniz yer karlarla kaplı bir yer. beyazının hiç eksik olmadığı, ama sizin gözleriniz bu beyazlığı görmüyor çünkü siz zifiri karanlıkta kaybolmuşsunuz.
ve birgün daha haykırışlarınızla bitiyor.
20.08.2009
bugünde ömrünüzün tükendiğine dair sohbetlerin geçtiği gününüzdür. yine ağlıyorsunuz. dökecek ne kadar gözyaşım varmış diyorsunuz.bugün hava almak istiyorsunuz. dışarı çıkmak, gezmek belki de ay ve yıldızlara eşlik etmek istiyorsunuz. bir banka oturuyorsunuz. ağlayarak ay ve yıldızları da üzüyorsunuz. onlar ise ısrarla parıldıyorlar. sizse onlara bakmıyorsunuz bile, gülümsemiyorsunuz. kalkıp evinize gidiyorsunuz. hastanade olmadığınız için şükrediyorsunuz. (bir hafta da olsa) eve geldiğinizde yemek yemenizi söylüyorlar. acıktınız mı? hayır, acıkacak mısınız? hayır. iştahınız herşeye kaçıyor hastalandığınız zaman. sürekli öksürüyorsunuz. yüzünüzde öyle bir ifade var ki. nasıl anlatabilirim bilmiyorum. size herşeyi yasaklıyorlar. doğru dürüst haber izleyemiyorsunuz, film izleyemiyorsunuz. ki siz tam bir filmkoliksiniz. tarih kitaplarını bile elinizden almaya çalışıyorlar. ve siz herşeye tamam diyorsunuz ama buna hayır diyorsunuz. tarih size, siz tarihe bağlısınız. eksikleriniz için çalışıyorsunuz. belki diyorsunuz belki iyileşirim. ve yine mezarınıza gidiyorsunuz. yatmaya korktuğunuz yatağınıza. birgün daha bitiyor. uyumak mı? hayır. gözlerinizi yummaya çalışıyorsunuz. bir an için iyileştiğinizi düşünüyorsunuz. ama öksürüğünüzle bu hayalleriniz de yarım kalıyor. atıyorsunuz zihninizin en karanlık köşesine. derin uykuya yatıyorsunuz. kendinize şunu söylüyorsunuz: ölüme biraz daha yaklaştın, tatlı rüyalar.
15.08.2009
bugün arkadaşlarınız sizi ziyarete gelecek. biraz üzgün, biraz mutlu bir şekilde bekliyorsunuz. ve geliyorlar, hepsinin yüzünde zor da olsa bir tebessüm var, hepsine önceden söylenmiş arkadaşınızı üzebilecek konularda konuşmayın diye. kardeşim dediğiniz, onu bir kardeş gibi sevdiğiniz arkadaşınız bile iki kelimeyi bir araya getirmeye zorlanıyordu. hepsinin ne düşündüğünü tahmin edebiliyorsunuz. hepsi ağzınızdan çıkacak söze bakıyorlar. pür dikkat gözleri sizde. şapkanıza bakıyorlar. merak ediyorlar, nasıl oldu diye. siz de çıkartıyorsunuz şapkanızı. ve olay o anda bitiyor. hepsi gözlerini farklı yerlere çeviriyor. neden? yok cevabı. onları zorlamıyorsunuz, onlara eskisi gibi olmalarını söylüyorsunuz, beni üzmekten korkmayın diyorsunuz. ama onlar konuşmuyorlar, konuşsalarda komik olaylardan bahsediyorlar. bağırıyorsunuz onlara, samimi olmalarını istiyorsunuz. onlara gitmelerini söylüyorsunuz. sırtınızı bir kez daha çeviriyorsunuz ve ağlıyorsunuz. karanlık, kapkaranlık odanızda yine tek başınasınız. bunun böyle olmasını siz istediniz. birilerini yine bekliyorsunuz. ama onda da artık umudunuz kalmıyor. ve yine ölüme evet diyorsunuz. birini üzmek bu kadar kolay işte, sevdiklerinizi kendinizden uzaklaştırıyorsunuz. böyle mutlu olabileceğinizi düşünüyorsunuz.yine ay güzelliğini gösteriyor siz de merak ediyorsunuz. acaba bana da birgün kapkaranlık gecelerime böylesine güzelliğiyle ışıldayan ay doğacak mı diye. ve zorla da olsa uykuya dalıyorsunuz.
belki de korktuğu şey direnmektir
bir umutla yola çıkarsın
anlarsın ki
boş bir umut peşinde gidiyorsun
işte o zaman dönersin
geç olmadan
yüzünü ölüme dönersin
seni bir tek o bekler
üzmemek için
üzülmemek için dönersin
herkese ve herşeye..
bir şeyi bilmek bilmemekten daha iyidir, hazırlıklı olmak belki herşeye. hayat boyu bunun için mücadele etmiyormuyuz gelecegimizi bilmek sonumuzu planlamak bir süpriz gibi hep yarını beklemek. önce büyümek için mücadele ediyoruz sonra seviyoruz ayrılıyoruz hep acıdan ölecek gibi olup bir şekilde sarılıyoruz hayata, soluk almaya, sevmeye illa birisini değil bir kuşu belki bir çiçegi sevmek için yaşamıyormuyuz. beklenen son ne zaman gelirse gelsin hep erken olmuyormu zaten. kimisi her zamanki gibi sabah çıkıyor evden akşam dönecek gibi, kimimiz farkına bile varmadan hiçbiseyin. kimimiz belki hayattan en çok zevk aldıgı an da yada en çok sevdiği şarkıyı dinlerken bırakıp gitmiyormu herşeyi.. her an kapı çalacak da içeri girecekmiş gibi olmuyormu geride kalanlara.direnmekten başka çare varmı yaşamaya, yaşamak diyorum çünkü insan yaşamaya direnir ölüm ise karşılıksız bir teslim oluştur.. teslim olmamak için direnmek gerek her koşulda.