eğer 23 yaşındaysanız ve üniversite okuyorsanız bu filmi; ulan valla benim de aklıma gelmişti diye izlersiniz.
tanım: ölmeden önce izlenmesi gereken filmlerdendir.
Film hakkında yeterince bilgi verilmiş, Eddie Vedder, Sean Penn, Emile Hirsch vs. Çoğu kişi beğenmiş filmi tıpkı benim gibi çünkü kendiniz için bir şeyler buluyorsunuz film içinde. Durmadan alışveriş yapan modayı takip eden süslü züppe bir kız tabiki de beğenemez filmi. Öncelikle film harika diyorsunuz müzikler çok iyi filmin sonunda ağlıyorsunuz ama film bittiğinde bence çok güzeldi demekle yetinmemeliyiz eğer sizi etkiliyorsa yanlış giden bazı şeyleri değiştirmelisiniz içinizde. Toplumdan, insanlardan söz ediyor kariyer, spor, kızlar, arabalar, zenginlik, villalar mutlu olmak için bunlara gerek yok, yeryüzünde görmeye değer bir çok yer var neden buraya hapis olalım? Bir öğrenciyseniz hayatınız okul ve ev arasında gidip geliyor esir alınıyor, sorumluluklar artıyor neden peki ileride iyi bir kariyer sahibi olup mutlu olabilmek için mi(?) konunun çok dışına çıkıyorum ama camdan bir bakın dışarıya göze hoş gelen ne var ve ya içinize huzur veren ne var? Her şeyden bıkıyorsunuz bunu ben de yapmalıyım diyorsunuz çantamı alıp yollara çıkmalıyım ve özgürce dolaşmalıyım. Öncelikle ben bunu çok düşündüm, çok istedim fakat imkansız olduğunu düşünüyorum. En büyük handikap yaşadığımız yerin Türkiye olması.
kariyer, para, sağlıksız aile ortamı ve saçmasapan sorumluluklardan sıyrılıp kendini doğaya vuran bir gencin; jon krakauer'ın kitap haline getirmesiyle 1996 yılında en çok satanlar listesinde yer almış ve sean penn'in yönetmenliğinde vizyona uyarlanmış sürükleyici ama kısa hayat öyküsüdür. özgür ruha sahip christopher mccandless'in hikayesinde hepimizin kendimizden birşeyler bulması mümkündür.
insanın arayışlarını, toplumun tuzaklarını ve yaşadığımız hayatları bizlere sorgulatacak, akıllardan kolay kolay silinmeyecek gerçek bir öykü. eddie vedder'ın sesi ve konu ile birebir örtüşen sözleri filmi daha da unutulmaz yapıyor. hem kitap olarak okunmalı hem de film olarak izlenmeli.
there is a pleasure in the pathless woods
there is a rapture on the lonely shore
there is society where none intrudes
by the deep sea and müzic in its roar
ı low not man the less but nature more...
sürekli var olan herşeyi bırakıp gitme dürtüsünü alevlendiren film. aile sorunları ve anlaşılmayan biri...
üniversite bittikten sonra kartlarını kesip, paralarını yakıp ve arabasını bırakıp gidiyor. ismini değiştiriyor, yok oluyor ve istediğini içinden geldiğince yaşamak için gezgin oluyor.
izlenmeli, çok sevdim.
Defalarca deneyip bitiremediğim filmdir çünkü , o çocuk neden ben değilim neden neden sorularından kurtaramıyorum kendim en son bitmesine yarım saat kala bırakmıştım galiba bir daha deneyeceğim.
hayatta alınan başarıların sadece toplumun istediğini,toplum eleştrisi çok yüksek ve de bu aramızdaki gereksiz savaşa ekonomik durumun sadece insanın nasıl olduğunu belirlediği bu dünyaya karşı çekilmiş bir filmdir
gerçek yaşanmış bir hikayeyi, kurgulayan filmdir. kimilerinin sıkıcı bulup yarısında kapattığı film, kimilerinin hayatında kesin çizgiler oluşturur, bir hayatı değiştirir ve bünyeyi sağlam sarsar. öyle ki toparlaması güç hayal kırıklıklarıyla yüzleşmek zorunda bırakır, acıtır.
aynı zamanda filmin müziklerini eddie vedder yapmıştır ki hayatımın arka fon müziğini yapsındır. görsel bir şölen olan sahneleri, muazzam sesiyle eşsiz kılar.
bir ayağı diğerinden birkaç cm daha kısa olmasına rağmen bir zamanlar herkesi imrendirecek kadar güzel dans eden şair lord byrondan ;
yolu olmayan ormanlarda mutluluk vardır, yalnız yürünen deniz kıyısında sevinç. topluluklar vardır kimsenin zorla girmediği derin denizlerde, sesinde de müzik. i̇nsanı az seviyorum diyemem, ama doğayı daha fazla
güzel kelimesini; gsi ve lsinden tutup tırnak içine koyan şey, güzellik kelimesinin göreceliliğinden ötürüdür. beni kullanmaya iten ise, takdire şayan bir cesaret örneği oluşu, ki bir ayağınız ötekinden kısa ise dans etmek yıkılması gereken bir tabudur.
bla
bla
bla
alexander supertrampe ;
--spoiler--
elimden gelse, seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum ..
bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?
bana ataol behramoğlu'nun (bkz: yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var) şiirini hatırlatan film. soundtrack'leriyle, magic bus'ıyla, süperelmasıyla 10'larca 100'lerce kez izlenebilir, sevdiklere tavsiye edilesidir ayrıca.
doğru ve yanlış, istemek ve yönetmek kavramları arasında izleyiciyi kararsızlığa sürükleyen, topluma dışarıdan bakabilmenin hazzını ya da hazımsızlığını iğnelemelere başvurmadan anlatan güzel tatta film. müzikleri başlı başına enfestir.
cesur bir filmdir. zira ciddi bir modernizm/kapitalizm eleştirisi yaptıktan sonra eleştirisiyle vardığı noktanın başarısızlığını göstermiş, bundan gocunmamıştır.
zaman mefhumunun çok önemli olduğunu bize yansıtan sürrealist bir film. kişinin toplum içinde yaşadığı toplumsal sorunu çok iyi yansıtabilmiş bir sean penn filmi.
parasız nasıl hayat yaşanılabileceğinin ve hayatın deneyimlerle öğrenileceğinin anlatıldığı gerçek hayattan uyarlama olan film, emily hirsch in genç yaştaki mükemmel oyunculuğu ile birleşince ortaya böylesinde üstün mesaj veren ve kendine hayran bırakan bir film çıkmış.
--spoiler--
McCandless, iki yıllık yolculuğu boyunca bir kez bile ebeveynleri ve en önemlisi her şeyden çok sevdiğine inandığımız kız kardeşi ile haberleşmiyor.
--spoiler--
insanların didişmelerinden,bürokrasiden,gereksiz yere yapılan streslerden,para kaygısından ve monoton hayattan sıkılan maceraperest ruhlu bir gencin hayatının anlatıldığı olağanüstü film.