sean penn'in yönettiği ve izlendiğinde, bir sırt çantasıyla her şeyi geride bırakıp yollara düşme isteği uyandıran mükemmel bir film. hemen her insanın aklında yer etmiş olman her şeyi terketme isteği "alexander supertramp"te vücut bulduğundan filmi seyrederken bir garip oluyor insan. ama her zamanki gibi özgürlüğün bedeli ağır oluyor. ama tüm bunlara değeceğini de özellikle belirtiyor yönetmen. çünkü insanın sahip olduğu en değerli şey "özgürlük"tür.
özellikle hayatımızın başta internet olmak üzere, telefon, kredi kartı, lüks eşyalar ve tanımadığımız insanlara bağlı olduğu şu garip zamanda, özgür olmaya dair umutlarımızı bir nebze de olsa tazeliyor bu film.
Filmi izleyeli uzun zaman olmasına rağmen halen filmin içindeymiş hissi uyandırıyor bende. Filmin her dakikası adeta ders niteliğinde. insanın içindeki özgürlük kavramını film izleyince sonuna kadar dışarı çıkarıyor ancak bununla beraber ne kadar korkağız kavramınında dile getiriyor. Emperyalist devletlerin defterlerindeki sıraya göre hareket ettiğimizi, nasıl bizi piyon gibi kullandıklarını, tarih öncesi devirlerdeki kişilerin içindeki serbestlik, rahatlık, özgürlük duygusunun nasıl bastırıldığı sistemli bir makinaya döndürüldüğümüzü gözler önüne sermiştir. Modern kuklalar klişesine uyuyoruz.
film harika, insana uzun uzun kapıya baktırıyor, acaba gitsem mi? diye. burası türkiye. şimdi filmdeki arkadaş üniversiteden mezun olduğunda bankada birikmiş parası var, bizimde var yalnız bir farkla bizim borç hanemizde birikmiş bu para. devlet adamın peşini bırakmaz. kimlik kartlarını, banka kartlarını kesip ateşe verdin diyelim, polis çıkar lan kimliğini tipi bozuk dediğinde ne yapacaksın, hem dağ bayır gezip doğal yaşamak kimin haddine bu ülkede kör bir f16 füzesiyle paramparça olabilirsin veyahut bir grup gerillayla karşılaşıp; biz burada savaşıyoruz sen ne geziyorsun lan götoş diyerekten kaçırılma ihtimaliniz var. velhasıl kelam zor sevgili okur. peşinize jandarması, polisi, bankası cartı curtu düşer, bu ülkede insan başını alıp gidemez, göndermezler. ha film diyordum, güzel, hatta çok güzelde bizim ülkemizde zor. evet.
insana samimi gelen, izlerken düşündüren, muzikleri çok güzel olan christopher johnson mccandlessin hayatını anlatan top 100 e kafadan girebilecek hoş bir film.
izlemeye değer bir filmdir. konusu alıştığımız ama her seferinde yine özlediğimiz tarzdan ama replikleri, oyunculukları ve özelikle görüntü yönetmenliği çok başarılıdır cabası müzikleri kusursuz denecek kadar güzel yerleştirilmiştir.
(bkz: alexander supertramp)
izledikten sonra çantanı toparlayıp dünyayı gezmek için yola çıkasın geliyor adeta. başarılı bir yapıt, izlerken sıkıldığını hissetsen de biraz seyrine değer filmlerdendir.
yalnız ve mutlu olabilmeyi başaran alexander supertramp'ın bakışları ve gülüşü eminim izleyen herkesin içini sıcacık yapıyordur. çoğu sahnesinde 'ah keşke ben de orada olabilseydim' dedirten, gerek müzikleriyle gerek yaşattığı görsel şölenle izlenmesi gereken muhteşem bir film.
'mutluluk sadece paylaştığın zaman gerçek.' sözü filmde supertrampin ölmek üzere fark edipte yazdığı sözdür. filmde beni en etkileyen anlardan biridir.
--spoiler--
Yolu olmayan ormanlarda mutluluk vardır.
Yalnız yürünen deniz kıyısında sevinç.
Topluluklar vardır kimsenin zorla girmediği derin denizlerde, sesinde de müzik.
insanı az seviyorum diyemem,
Ama doğayı daha fazla.
--spoiler--
her izlediğimde hayatı sorgulamama neden olan, her seferinde hayatın şu karmaşasından uzaklaşma isteği uyandıran muhteşemi de aşmış filmdir.
ayrıca müziklerini de eddie vedder yapmıştır ki bi sountrack ın nasıl olması gerektiği için: (bkz: http://www.youtube.com/watch?v=pRUGvArWXLk)
ne zaman izlesem elimin sırt çantama gitmesine, dolapta çadırı aramama sebep olan filmdir. ayrıca film müziklerini eddie vedder yapmıştır ve gayet güzeldir özellikle long nights ve society gayet güzeldir.
christopher mccandless'ın hayatı konu edinmiş güzel ve izlenmesi gereken bi filmdir. aslında her insan biraz yapmak isteyip de cesaret edemediğini görecektir filmde.
uzun zaman önce izlediğim film. hatırladığım kadarıyla fena değildi insan özeniyordu o bohem tarza falan ama dağ bayır, çayır çimen de bir yere kadar arkadaşım, ha ben eşekle mutluyum diyorsan ok kib.
yarım saat tahammül edebildiğim, marjinal olma çabası güden bir adet liselinin kendini dağa bayıra vurduğu, tuhaf bir şekilde sanki bizim ülkenin ergenleri gözlemlenerek yapılmış bir film hissi uyandıran sıkıcı film.
Baş kahramanının Serdar Kılıç'tan özel ders alması gereken film.
Konusu güzel olan; ama hikâyesi tırt olan film ya da yaşam öyküsü. Gerçek bir hayat öyküsünden uyarlanmıştır.
Hikâyedeki kahramanımız son derece idealist ve kararlıdır. Hayatındaki tüm klişeleri, ona zorla öğretilen ya da dayatılan modern hayatı sorgular ve bütün bunları reddetmeye karar verir. Doğaya, yani hayatın kendine dönmeye karar verir, kredi kartını, paralarını ateşte yakar; ve beş parasız, göçebe gibi, oradan oraya yol alır.
Buraya kadar güzel ve etkileyici. Ama filmin bundan sonrası bu arkadaşın ne kadar mal olduğunu anlatıyor.
Dikkat, bundan sonrası spoiler,
Kardeşim, madem doğayla bir bütün halinde yaşamaya karar verdin, neden doğada yaşamla ilgili kendini geliştirmeden, neyin ne olduğunu bilmeden kendini sonu gelmeyecek bir mecraya salıyorsun? Parasız bir yaşam, çok ütopik gibi görünebilir; ama aslında imkânsız değil. Türkiye'de böyle yaşayan insanlar var, biz bilmesek de. Bu durumda hangi bitki nasıl yetiştirilir, hayvan nasıl avlanır, ev nasıl yapılır, ateş nasıl yakılır; bunların hepsini bilmek ve uygulayabilir olmak zorundasın.
Adam filmin sonunda acından ölüyor yahu, biraz insaf. Mecazi değil, gerçekten acından ölüyor.
(filmde zehirli bir bitkiden öldüğü söylense de, bu gerçek sebebi değil. Yapılan otopside açlıktan öldüğü saptanmış.)
Bir insan kendini bile bile ölüme gönderir mi, bu kadar mal olunur mu yahu?
sözlükte hakkında atılıp tutulup vıcık vıcık hale getirilen bir filmdir.
öve öve bitiremeyip "ulan ne güzel ben de yapayım..." diyenlerin kaçı dağda tek başına 1 gece olsun kalabildi şimdiye dek merak ediyorum. karadenzi yaylalarında veya güneyde tatil yapmaya benzemez bu işler.
kesinlikle izlenmesi gereken bir film ve senaryosunun da gerçek bir öyküden yola çıkılarak yazıldığını düşünecek olursak etkilenmek işten bile değil.
lakin yürek ister supertramp olmak.