kendine kızmak, kendini affedememek. kendini salak yerine konmuş ya da bizzat salak gibi hissetmek. çaresiz kalmak. ne yapılması gerektiğine karar verememek bir türlü. tüm seçeneklerin boktan olması, kaçıp gitmek istemek ama seçmek zorunda olmak. durduğun yerin, kaldığın yerin, olduğun zamanın içinden sıyrılmayı deli gibi istemek ama illa bir şeylerin oturması için zamanının gelmesini beklemek zorunda olmak ya da korkaklıktan buna inanmak. kaçmak, kaçtığının yine seni bulması. bilsen de önlem almamak, yorgun olmak. omuzlarının küçük; başına açtığın işlerin büyük olması ya da sana büyük görünmesi...
sınavlar ,sınavlar , sınavlar. hangisini geçerim hangisinden kalırım telaşı. her sabah yepyeni bir sıçtın mavisi görmek ve nasıl oluyorsa bu mavinin tonunun hep mükemmel derecede aynı tonda oluşu. yağmur , sırılsıklam olmak * haziran ayında bu lanet yağmurun balkanlardan gelen soğuk hava dalgası olup olmadığını kavramaya çalışmak ** yağmurun bardaktan değil kazanla boşalıyormuşçasına yağışında converselerle suyun içinde yüzmek, duş etkisi yaratan hava. feysteki yağmurun altında ıslanmak isteyenler sayfasından kaçış nedenim **, beni hayattan soğutan şey. *
Üniversiteden mezun olduktan sonra, aslında ne kadar kendini geliştirirsen geliştir, ne kadar geceni gündüzüne katıp nescafe ile yaşayıp sınavlara çalışırsan çalış işsiz olacağın gerçeğiyle yüzleşmektir. Daha da hayattan soğutan ise, herkesin bi suyun başını tutmuş olması durumunun sonucu olarak, senden akademik anlamda düşük birinin karşına geçip iyi yerlere geldiğini iğrenç bir gülümsemeyle söylemesidir. gel de sövme bu hayata.
sen sıcacık yatağında karnın tok uyurken birilerinin bir yerlerde açlıktan öldüğünü bilmek ve bunun aklından hiç çıkmayarak uykularının kaçması...adalet mi bu yaa
en sevdiğiniz kişilerin sorunları karşısında çaresizlik içinde olup bitenleri seyre dalmak.
elinizde gelen tek şeyin, kimi zaman - sade ve sadece - olanlara tanık olmakla sınırlanması.