çoğu zaman bir kırılma noktası vardır eleştirilen insan olma sürecinde. eleştirmek için önem vermek gerekir, kafa yormak, üzerinde durmak her zaman gözönünde bulundurmak. ama mesafe ortaçağ kalelerindeki timsahlı hendekler kadar ayarlı ve güvenlidir ilk başta, sonra bir uyuklama halinde truva atı alınıverir içeriye, sakin bir bekleyiş, şüphesiz bir kabullenme, ve kaçınılmaz son. işte kırılma noktası o tahta atın masumiyetine inanmakla başlar. ya da inanmak istemekle. çünkü daha fazlasına sahip olma gibi bir ukalalığı vardır ego nun. bazen sorgulamaktan muaftır istenen obje. iradenin güvenlik kamerasından bir palyaço kılığında geçer, ceplerindeki silahları son mermisine kadar üzerinize boşaltır. yaralandığınıza o kadar inanırsınız ki, ölmediğinize şükreder, yaralı yaralı hayata devam edersiniz. aslında ne mermi vardır ortalıkta, ne de kırılma noktası, her şey unutkanlıkla başlamıştır, bir gün hatırlanınca, kale; yine eskisi gibi içerisinde mutlu insanların yaşadığı güzel krallığınızdır.
en güzel örneği "baba ile oğlu" veya "anne ile kızı"dır...
misal çocuk babasını hep eleştirir, kimi zaman içinden kimi zaman haykırarak "azıcık modern ol, bizi de anla" temalı şeyler söyler; kendince haklıdır aynı babanın da olduğu gibi... sonra da o anlık düşünceleriyle beylik bir laf eder: "ben baba olursam çocuğuma senin gibi davranmayacağım" aynı babanın da zamanında dediği gibi... ve o çocuk büyük bir ihtimalle dedesine de aynı şeyi haykıran oğulun çocuğu olduğunu kanıtlarcasına babasının kopyası olacaktır... aynı şey anne ile kızında da görülür...
ama şunu iyi bilin ki bir gün baba olursam çocuğuma internete girme demeyeceğim... *
çoğu kişinin yüzleşmekte zorluk çektiği bir durumdur.. kişi kabul etse de hep bir "ama" sı vardır. onun arkasına sığınarak rahatlar.evet eşeklik etmişim eleştirmekle demeye pek dili varmaz.
aslında kişi kendinde olan ama görmek istemediği, nefret ettiği özellikleri başkasında gördüğünde daha çok eleştirir. bir gün bunlar reddedemeyeceği bir biçimde kendinde ortaya çıktığında rahatsız olur.