insan Olmak insanın kendi sorumluluğunun doğrultusunda gösterdiği çaba yaşamın özüdür.
içinde bulundukları anı yaşamayan ve yaşama etkin bir biçimde katılamayan insanlarda ölüm korkuları oldukça yaygındır.
Sevgi, beraberliğe yaşam katabilmeyi ve canlılığını artırabilmeyi içerir.
Dünyada iki tür insan vardır:
Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler.
Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler!
Yaşamak, kendisi olabilmeyi ve yaşama etkin bir biçimde katılabilmeyi tanımlar.
Bu, insanın kendi sorumluluğunu, bir başka deyişle yaşamına anlam katma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğunu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar, onun için sevebilir!
Diğer insanların gerçeklerini anlamaya çalışacağımız yerde onları dünyada yalnızca kendi gerçeklerimiz varmışcasına yargılamak etkin olabilmemizi engeller ve yalnızlığa yol açar.
Kendi benliğine yabancılaşmış bir insanın değerleri ve inançları tehlikeye karşı savunma niteliğinde olduğundan davranışları da katı, inatçı ve esneklikten yoksundur. Bu, kendi gerçeklerini algılayabilen bir insanın esnek bir biçimde sürdürdüğü kararlılıktan farklıdır.
içinde yaşadığımız dünyanın zor bir alan olduğundan yakınarak zamanı tüketmek yerine, onu ve gerçeklerini olduğu gibi kabul etmek zorundayız.
içimizden gelen ses, eğer onu dinlemeyi başarabiliyorsak, bize hangi doğrultuda davranmamız gerektiğini söyler.
Gerçek anlamda sevgi, diğer insanları da kendimiz kadar sevebilmeyi içerir, kendimizden çok yada kendi yerimize değil. Bir başka deyişle sevgi, diğer insanların seçimlerini kendi seçimlerimiz gibi sevebildiğimizde gerçekleşir.
Yaşamak ve sevmek birbirinden ayrı olgular değil, bir bütündür. Kendimizi yaşayabildiğimiz ve beraberliklerimize bir şeyler katabildiğimiz her yerde sevgi vardır.
Bugün insanların birbirinin karşıtı olan iki ayrı eğilimi doğuştan getirdiğine inanıyorum.
Bir yanda dostluğu, sevgiyi ve yardımlaşmayı içeren bir eğilim, diğer yanda bencilliğe ve bozup yıkmaya yatkın bir eğilim.
Her insanda bu eğilimlerin ikisi de var; ama hangi eğilimin egemen olacağını bireyin doğduğu andan bu yana geçirebildiği yaşantılar belirliyor.
Destek ve dayanışma ortamında yetişen bir insanda olumlu ve yapıcı duygular, kendini gerçekleştirme yollarını engelleyen bir ortamda büyüyen bir insandaysa bencil ve yıkıcı eğilimler etkinlik kazanır.
Çevresinde her şey yolunda gittiği halde kendi yaşamını yine kendisi bozan insanların sayısı o denli çok ki!
insan doğası yalnızca belirli bir zaman kesiti içinde nasıl değerlendirilemezse, toplumlar da geçmişlerini özümseyemedikleri sürece kendilerini gereğince anlayamazlar. Bir duyguyu "nasıl" yaşamakta olduğumuzu fark edebilmek, onun geçmişe dönük nedenlerini açıklayabilmiş olmaktan çok daha büyük önem taşır!
insanları sevebilmek, onlarla başedebilecek yöntemleri geliştirebilmeyi gerektirir. insan kızgın olduğu için diğer insanlardan korkar, insanlardan korktuğu için de onlara kızar.
insan kendine değer verebildiği oranda başkalarına da değer verir; diğer insanlara gerçek anlamda değer verdiğini hissettikçe kendisini de değerli bulur. insanın kendi sorumluluğunu üstlenmesi, bir başka insanın sorumluluğunu üstlenmesinden çok daha güçtür.
Bir insanın kendisine karşı sorumluluklarıyla başkalarına karşı sorumlulukları iç içe geçmiş tek bir olgudur, birbirinden soyutlanamaz. Kendini gerçekleştirme, kendini yaşamayı göze alabilecek yürekliliği gösterebilmeyi ve kısır döngülerden özgürleşebilmeyi tanımlar.
insan olmak bir kaliptir.
o kalibi toplum belirler ve sekillendirir,
ana maddesi özgürlük olur ve toplum yok eder o terimi,
kendi icinde bitirir...
hirslarina zaaflarina alet eder onu.
bugün insan olmak aslinda derin bir cahillige mahkum olmaktir.
paranız,
kartvizitiniz,
mühim yerlerde tanıdığınız,
yoksa türkiye'de zordur.
insandan çok modern maraba sıfatında, yönetenlerin layık gördüğü statülere hapsedilirsiniz.
ruhen ne olduğunuz hiç önemli değildir.
onlar gerçekten sizi tanımazlar bile.
insan olmak toplumda elde ettiklerinize bağlıdır.
sahip olduklarınız kadar insansınızdır.
aslında bir buzdağı gibisiniz.
kavramlar kurallar, önkabuller sadece görünen tarafınız.
bu kitabında Engin Geçtan insan olmanın ikilemini şöyle anlatır:
"Çağdaş toplumlar kendine özgü bir olguyu da birlikte getirmiştir.
insan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir.
Bu, soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. ileri geri hareket ederes sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar."
herkes bir hayat yaşıyor etrafında. onların gözünden,
onların hayatlarına bakmaya çalıştığında anlıyorsun hayatın zorluğunu. senin hayatın hiç bir zaman zor olamaz.
onlar, artık onlar her kimse seni hayatlarında figüran olarak bulunduruyor.
sen ölsen ne olur ki? hangi film figüranı öldü diye iptal edildi? hangi figüran ben oynamıyorum arkadaş diyebildi?
küçük hayallerin peşinden, küçük insanlar gibi koşup, hayaline ulaşınca büyük insan gibi sevinen varlıklardanız.
biz asla büyük lokmaya oynayanlardan olmayacağız. bu bir yaradılış meselesi. biz tırmalarız, pençe atıp kopartamayız.
ülkemizde önemli psikanalistlerden engin geçtan ın kaleme aldığı genel psikoloji açısından son derece önemli kitap. Hayatımda en çok etkilendiğim tekrar tekrar okuduğum eser.