insanın iç dünyası

entry3 galeri0
    1.
  1. yeni bir şeyler diyordu bilgin, eski bir şeyler söylerken bile yeni bir şekilde diyordu filozof; gezginse bırak anlatayım diyordu;

    böyle başladı insanın iç dünyasına yolculuk; paralel evrende bir arkeologdu artık gezgin, onun günlüğüne konuk olacağız:

    "saat 5.30, öğlenin kavurucu sıcağına yakalanmamak adına erkenden gideceğiz kazı alanına. kazının ilk günü heyecanlı geçiyor ekip adına; bir filozof, bir bilgin ve bir gezgin olan ben. kahvaltıdan sonra jeep' e biniyor ve yola koyuluyoruz; yolumuz bir ormanın içinden geçiyor doğaya bakıyoruz birlikte;

    'doğanın güzelliği insanın bakışı kadardır. ' diyordu filozof.
    bilgin: 'doğa bakılmasa da güzel. '
    bense: 'ayağının değdiği yerin parçan olduğunu hisettiğinde güzel. '
    filozof dönüyor bilgine: 'insan bakmasaydı eğer beğenmek için doğaya, doğanın güzelliği kendinde kalmaz mıydı? '
    bilgin: 'kalırdı elbet, insanlar birbirine karşı da böyle değil mi? eğer güzel bakmazlarsa görebilirler mi güzeli, ayırabilirler mi çirkini? '
    atlıyordum ortaya: 'ya gördüğün gibi değilse her şey? '
    'kazıya başladığımızda göreceğiz. ' diyordu bilgin.

    suskunlukla izleyerek geçiyorduk yolu, 'elbet doğa göründüğü gibi hep, hep kendisi gibi; bu yüzden güzelliği aldatmaz hiç bir zaman. peki ya insanlar?' derken içimden kendi kendime varıyorduk kazı alanına.

    kazı alanımız insanlıktı, çok eski tozlu bir tarih, yavaşça yaklaştık.

    ilk kazma vuracağımız yer bir gülümsemeye denk geliyordu. kazıyorduk kazdıkça, en az bin kazma darbesi; sonrasında özüne ulaştık gülümsemenin; altında tarihinde mutluluk vardı, sevgi vardı, hoşnutluk vardı, bir çok güzel sayılan duygu vardı. bir de kazdığımız; bunun üstünden çıkana baktık; kandırma isteği, gizlenmek, kötülük etmek, yalan gibi şeylerdi kazdıklarımız.

    ilk bilgin konuştu:

    'gülümsemek insanlığın sığındığı birer korugandır.'
    filozof: 'gülümsemek, her zaman bu tarihi kalıntıları için değildir, bir insan gülümserken düşünmeli: neden gülümsüyorum? gülümsenirken biri kendine düşünmeli: neden gülümsüyor? bu harfiyattan arınmalı ve özüne dönmeli gülümseyiş.
    bense: 'güzel yine de, gülümseyişle kandırılmak bile güzel, dişlerin kıvrılan dudakların arasından görünüp, gözlerde yarattığı ışık, yine de güzel. bin bir harfiyat da dolsa üstü, gülümseyişler hep güzel. '

    bana doğru döndü filozof: 'her gülümseyiş içinde bir şey barındırır, ve güzellik ya da çirkinlik sadece içinde barındırdığında saklıdır.'

    önüne bakıyordu bilgin: 'gülümseyiş insanda bulunan bir tansık, bunu nasıl kullanacağı herkesin kendi elinde'

    ve ilk gün sona eriyordu böylece.

    --m.s. 13, paralel evren, akheramosis

    kazıya gezginin günlüğünü bırakıp filozof' un günlüğünden devam edeceğiz, filozofun günlüğünden ikinci gün:

    "sabah, saat yok; her insanın saati içinde saklıdır.

    kahvaltımızı yapıyor, yemek üstüne bir sohbete başlıyoruz.

    'yemek insanlığın sefasıdır' diyor gezgin.
    bilgin: 'yemek, enerji depolamaktan ibarettir. '
    bense: 'yemek, insanlığın ayak bağı, özgürlüğün mutlak sonudur. '

    yine koyuluyoruz yollara dünden kalan doğa sohbetimizle. bir batak çarpıyor gözümüze; göle başını hızla daldırıyor ve avıyla uzaklaşıyor.
    keyifleniyor gezgin:
    'gücün hükmü, yaşamın devamıdır. '
    ifadesiz bilgin: 'küçükler ve büyükler yaşamak için birbirine muhtaçtır. '
    asılmış yüzüm, aynadan görüyorum: 'adaletin sonu, eşitsiz gücün saklandığı kovuktadır. '

    kazı alanına varıyoruz yine, anlaşılan dün gece bizden sonra birileri gelmiş buraya; bekçiyi düşünüyoruz önce, görevini yapamayışını.
    bilgin: 'insanlar sorumluluklarını bilmedikçe, kendilerini de bilemez. '
    hüzünlü gezgin: 'oysa en büyük huzur; sorumluluğu yerine getirmektir.
    bense: 'istenmediği sorumlulukları yüklenen insanlar er ya da geç bu aymazlığa özgürlüklerini tercih eder, bu hiç bir zaman bekçinin sorumluluğu değildi; çünkü bekçi hiç işini sevmedi. '

    hırsızları düşünüyoruz birde.

    gezgin:

    'çalar insanoğlu ve insan kızı
    yaşamak için kanımızı'

    gülümsüyor bilgin:

    'yaşamak ister insanlık
    yaşamaksa paraya muhtaçlık'

    gülümseyerek dönüyorum ikisine:

    'eline vermessen insanın yaşamı
    ahlaksızlık olacaktır anlamı'

    es geçip bu olayı yine başlıyoruz kazmaya, bu sefer duyguları kazacağız ilk önce özlemek; bin bir kazma darbesi ardından çıkıyor özlemenin özü, içinde barındırıyor yalnızlığı, arayışı, isteği, arzuyu, yanında olma; gülüşünü görme isteğini..

    ilk yorumunu yapan kişi ben oluyorum bu sefer:

    'özlemek, kendi kendine yetmemektir. '

    itiraz etmiyor gezgin: 'özlemek, bağlanmaktır. '

    bilgin düşünceli, bozguna uğramış gibi: 'özlemek, yemek gibi bir ihtiyaç; yalnızlıktan kopmak biraz da. özlememek, işte orada başlar yalnızlık, özlenmemekte değil, kimseyi, hiç bir yeri özlemiyorsan yalnızsın.'

    bırakıyoruz hırsızlara ardımızda kazdıklarımızı, başka bir yere gidiyoruz. kazacağımız duygu: utanç. kazıyoruz: belki bin kazma darbesi, ardından çıkıyor özü: kibir, küçük düşme, insanları önemseme, kötü hareketler, ahlaksız hareketler, görünmek birine, biriyle konuşmak...

    bu sefer gülen de konuşan da bilgin oluyor:

    'utanır insan, insan olunca
    ne söyler derdini aya
    ne dinletir kendini şafağa
    utanır insan, bilgisiz olunca'

    gezgine geliyor konuşma sırası:

    'utanç, açık etmemek kendini
    gizlemek öz kimliğini
    belki de düşülen yolculukta
    ardına bakmak isteği. '

    kendi düşüncelerimi dökme sırası geliyor:

    'utanmak sınırlamaktır benliğini
    saklanma isteği biraz da
    ya da nasıl çekiyorsan pislikten elini
    kötüden kaçmaktır alaca karanlıkta. '

    ve bu gün de bitti diyoruz, koyuluyoruz tekrar konaklayacağımız alanın toprak yoluna; yolda karısını dövüyor biri, ayırıyoruz: derdi küçük oysaki.

    kızgın bilgin: 'ne sevebilir bir tokat kadını, ne ruhunu okşayabilir bir tekme.'
    sözünü kesiyor gezgin: 'istemediğin şeyleri yapan, her isteğine cevap vermeyen devlete karşı nasıl eğikse boynun, eğik olmalıdır bir insana karşı... '
    bu sefer söz kesme sırası bende: 'eğitmemiş ki insan oğlu kendini, nerden bilebilir bir insanın kimliğini, benliğini hissettiğini. '

    konuşuyoruz uzun uzun bu konu da, ve artık vakti geldi yine diğer güne hazırlanmanın.

    --m.s. 13; paralel evren; akheramosis"

    3. güne girilmişti. 2 günün sonunda gezginin ve filozofun günlüklerini takip etmiştik. bu gün bilginin günlüğünü okuyacağız kazıya dair.

    "dünya saatiyle 5.12; kahvaltı bu gün erken saate alındı.

    sohbetimiz paranoya üstüne idi. filozof konuştu:

    'paranoya, insanların içlerinde yaşattığı bir canavardır; bu canavar sinsice kişiyi ele geçirir ve kendine boyun eğdirir. '
    gezgin dalgındı: 'belki de insanlar paranoyalarını, önsezi zannederek en büyük kötülüğü yapıyorlar. '
    bir şeyler eksiti, tamamladım: 'paranoya sadece insanın kendisini değil, çevresini de içine alan önseziye dayalı, bir canavardır.'

    sigarasından bir nefes aldıktan sonra gezgin: 'paranoya aynı zamanda sevgilerde kıskançlığın kökeni, aşkın bitimidir. bir insan ne zaman paranoyalarını gerçeklerle karıştırıp bunu hayatındaki kişiye yansıtıyorsa tehlike çanları çalmaya başlamıştır. '

    kahvesini yarı da bıraktı filozof: 'sadece aşklar ve kıskançlıklar değil, insanın yakınına karşı yaptığı her kötülüğün kaynağıdır paranoya. mesela çok iyi iki arkadaş var. bunlardan birinin sevgilisi diğerinin arkadaşıyla çok iyi geçiniyor. bunun üstüne birinci kişi aralarında bir ilişki olduğunu düşünüyor ve ikisini de öldürüyor anlık bir sinirle. paranoya bir tür hastalıktır ve tehlikelidir. mantığın çok gerisinde kalır. '

    ekledim: 'paranoya, senaryonun gerçek olduğu sanrısıdır. '

    başka bir şey konuşulmadı kahvaltı boyu. kazı alanına doğru çıktık yola.

    gezgine döndü filozof: 'neden yaşamak gerekir? '
    gezgin duraksadı, ama yanıtı kendine göre yeterliydi: 'anlayan birini bulana dek aramak için, ya da anlatacak doğru dili bulmak için. '

    gezgin sordu aynı şeyi filozofa: 'sormak için, olabildiğince anlamak ve farkındalığı etrafına yaymak için; bir nevi sözsel, fikirsel ölümsüzlük için.'

    bana kimse bir şey sormamıştı, zira yine de söyledim: 'bence yaşamak, bir hedef bulmak ve ona ilerlemek için gereklidir. '

    bir şey söylenmedi bunun üstüne.

    ve kazı alanına vardık böylesine suskun. bu gün ben deniz bilgin, filozof ve gezginden oluşan arkeoloji ekibimiz, ağlamayı kazacaktı. başladık ilk kazma darbesi ile sonuncusunun arasında belki bir saat vardı, ama ulaştık tarihi gerçekliğine; altından: hüzün, aldatmaca, riyakarlık, çekememe, sindirememe, mutluluk, acı, yalnızlık... neredeyse tüm duygular çıktı. belkide duygu yelpazesi en geniş olandı ağlamak. ağlamak garip şey.

    durdu gezgin çardağa geçtiğimizde, bulduklarımızı inceledi uzun uzun: 'her durumda ağlayabilir insan, her durum uygundur belki ağlamaya. masumca çoğu kez, ama bazen riyakarca. her durumda ayıplanmadan ağlayabilir insan, gözyaşları kendiliğinden geliyorsa. '

    daldım sözün ortasına: 'ağlamak, konuşmak gibi bir şey. hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, ömrünün sonuna dek insan farklı duygular içinde ağlayabilir. ağlamak insanlığın joker hakkıdır. eğer kullanacak kelime kalmamışsa ağlamayı seçer insanlar genellikle. ağlayan insan güzel şey. hafiften burnunun kanatlarının kızarması, mahur gözleri ve normal yaşantısında hiç yakalayamadığı masumluğuyla. '

    filozof konuşmak istemiyordu bu gün pek, yine de söyledi aklındakini: 'ağlamak insanın tansığıdır. amaç taşımadığı sürece.'

    çardakta dinlenirken, iyice durgunlaşmış olan filozof sordu: 'gökyüzüne baktık hepimiz, aynı şeyi gördük ama düşüncelerimiz muhtemelen çok farklı oldu; oysa gördüğümüz şey aynıydı; buna rağmen bu farkın sebebi nedir? '^

    'sen baktığında huzur görürsün, çünkü huzura ihtiyacın vardır, o baktığında güzellik görür; çünkü güzelliğe açtır; kimisi bakar yalnızlığı görür; çünkü o sıralar yalnızdır. baktığımız şeyi farklı yorumlamamız sadece karşımızdakiyle değil, kendi içimizde de olabilir o anki konumumuza göre; farklılığın sebebi duygusal alandaki uyuşmazlıktır. '

    gezgin karıştı söze:

    'farklı düşüncelerimiz olur, çünkü aynı gök yüzüne bakmayız. hepimiz aynı düşünseydik ne anlamı kalırdı gök yüzünün; bir anlam katmaktır farklılık.'

    filozof sakalını çekiştiriyordu: 'farklıdır, çünkü rüyalar değişkendir, tıpkı istekler gibi.'

    kesip konuşmamızı tekrar başladık kazmaya; kazdığımız yalnızlıktı. altından pek bir şey çıkmadı saf yalnızlığa ulaştık. sanırım tek başına kazmalıydı özünü görmek için kazan. bunu atlamıştık. yine de elimize alamasak da biliyorduk tarihi gerçeğini.

    'yalnızlık realitenin bir parçasıdır. aslında herkes yalnızdır, çünkü kimse kimseyle tam olarak özdeşleşemez. her şeyi anlattığın, konuştuğun, seviştiğin, kahrını çektiğin, yanından ayrılmadığın insanın yanında bile yalnızsın. çünkü yalnızlık türleri de insan sayısı kadar fazladır. sadece kendimizi kandırırız, yanımızda kimse olmayınca yalnız sanırız. oysaki hep yalnızız. ' dedi filozof.

    'yolculuğun doğasıdır yalnızlık, nasıl büyük bir gruba tek el ateş edildiğinde bir kişi ölecekse öyle işte. çok kalabalıktır, insan kalabalığım der; fakat ölen sadece kendisidir. işte böyledir hayatta. '

    katılıyordum söylenenlere bir şey hariç. 'demiştim, yalnızlık özlememekte başlar diye. insan bir şeyi, birisini özlemiyorsa yalnızıdır. yalnızlığın tanımı yanlış, yalnız demek hiç bir şeye ihtiyaç duymamak demek. '

    ve yorgunlulukla bitiriyorduk kazımızı hava kararırken.

    dönüş yolunda çoktan çıkmıştı yıldızlar ortaya:

    'yıldızlar gibi bir şey öyleyse yalnızlık ?' dedi gezgin.

    'evet yıldızlar gibi bir şey, bakınca yıldızlar yakın sanırsın; ama her biri çok uzak kendine ait bir yerin parçasıdır, ve yanıp düşerken insanların deyimiyle kayarken de tek başlarınadırlar. haklısın, yalnızlık yıldızlar gibi bir şey; milyon tane bir arada ama her biri tek.' diye gülümsedi, yüzüne yayılan bir ağırbaşlılıkla filozof.

    duraksadım: 'yıldızlar gibi... '

    ve böylece 3. günün de sonuna gelmiştik.

    --m.s.13; paralel evren: akheramosis"

    gezginin, bilginin, filozofun günlüklerini incelemiştik bu kazı için. şimdi ise hepsinin birden hikayesini göreceğiz günlüklerinden kopup.

    "saat henüz 4, uyumadı; ne gezgin, ne bilgin, ne de filozof. tartışıp durdular bu güne değin kazdıklarını.

    'insan iç dünyasında barındırdığını yansıtmaz çoğu kez hareketlerine, çünkü maskedir hareketler.' dedi bilgin.
    gezgin: 'insan bazende sakınır içini, değerinin bilinmeyeceği için göstermek istemez.'
    ve filozof: 'insanlar mı diyorsun? yamyam küresinin içinde birer tansıklar belki! '

    gezgin döndü kendine, başladı söze:

    'insan dediğin yola düşmeli, herkes bilmez kim olduğunu. sen bilgin, sen kimsin? ya da filozof sen kimsin? biliyorum ki cevabınız var. ama düşünce derinliğine ulaşmamış, kendi içine yolculuğa çıkmamış insan nereden bilebilir kim olduğunu? işte burada başlıyor her şey. bilmiyorlar iç dünyalarını, bilmemezlik onlara boşluğu sunuyor, zamanla boşlukta mutlu oluyorlar, bu boşluk kara delik anaforu yaratıp hapsediyor kimliklerini içlerine ve ulaşamıyorlar hiç bir zaman hakikatlerine. mûsikidir hafiften insan, mûsiki gibi ahenk yakalayamadıkça hareketleri ve içiyle, umutsuzdur, çaresizdir, boştur.'

    bilgin yola düşmekten daha önemli bir şey bulmuş gibi düşünceliydi:

    'insan, düşünmeli. bildikleriyle bilmediklerini çarpıştırmalı hep. işte yol dediğin bu. ben kimim? evet bu soru önemli bir soru. eğer ki kişi buna ismiyle cevap verebiliyor ve içeriğini düşünemiyorsa eksiklik var demektir. önemli olan bilmek, önce kendini sonra da dünyayı. ikisinden birini bilmezsen yol da yok demektir hakikatte. kendini bilmek sadece bir durak, önemli olan saf bilginin ışığında yürümek. insanın iç düyası bir tansıktır, tıpkı şu an ki kazımız gibi keşfedilmek ister, kaşif olmak gerekir; önce gezgin olup yola düşeceksin, bilgin olup bileceksin gittiğin yolu, kaşif olup keşfedeceksin yeni yolları, sonra da filozof olup eriteceksin bunları kendi belleğinin kazanında; işe o zaman yaklaşacaksın yolun sonuna; ama yol bitmez, yol hep yeni virajlara, yeni ayrımlara gider, yol bir hayat biçimidir.'

    bilginin sözlerinde en önemli payın kendisine verilmesinden pek etkilenmişe benzemiyordu filozof, yüzünde 'evet doğalı bu' der gibi bir ifade vardı. son bir nefes alıp sigarasından, ayakkabısının tabanında dondurdu küllerini, ve ağzından dökülmeye başladı kelimeler:

    'insan, cevaplarını yeni sorularla güçlendirmelidir, her cevap yeni bir soruya yol açmıyor ve bitiriyorsa kendinde soruyu; işte burada kaybolmuş demektir kendini keşfetme arzusu. ben kimim? diye sordun, tamam. ama bu yetmez; belli bir cevap vereceksin elbet. sonrasında soracaksın: benim kimliğimin amacı ne? devam edeceksin. bu amaç ne kadar peşinden gidilebilir? bitirmeyeceksin. amacımın yolu nereden geçer? amaç tek mi olmalıdır? her amaçta yeni bir amaç mı edinmeli? ben olduğumu düşündüğüm idea beni karşılıyor mu? başka bir doğru olabilir mi? ne kadar doğrudur bulduğum? eksik olan neler var? bu eksikleri gidermeye nereden başlamalı? hayatın bana etkisi ne? kimliğimi şekillendirmemde payı olanlar neler?....
    böyle uzayıp gidecek sorular. işte yol dediğiniz bu; sonsuz sorular toplamı. '

    sustular, yorgun düşmüşlerdi uykusuzluktan. bir ulak geldi; hermes kadar yüce sayıyordu kendini bakışlarına dikkat edilecek olursa, haber var dedi ve iki tane beyaz zarf bıraktı masa üstüne. birinci zarfın üzerinde 'yönetici' ikincisinin üstünde ise 'insanlık' yazıyordu, arasında bir zarf daha fark ettiler, daha küçük, eski sarı bir zarf: 'kaşif' yazıyordu. gezgin uzandı beyaz zarflardan yönetici olana, açtı okumaya başladı:

    'kazı ekibi,

    yaptığınız çalışmaların insanları boşluğa sürüklemeye ve isyan duygusunu provake etmeye yönelik olduğu kurulca belirlenmiştir.

    yapılan oylamada suçunuz: insanları işlerinden ayırıp hayali dünyalarda boğulmaya sürüklemek, toplumu yozlaştırmak, gençleri kötü yönde etkilemek, toplumsal yapının devamına negatif etki bırakmak olarak belirlenmiş, idamınıza karar verilmiştir. yarın akşam üstü saat 4' de ekiplerce bulunduğunuz yerden alınacak ve infaz edileceksiniz. davaya itiraz hakkınız bulunmamakla birlikte, kaçmanız taraftarlarınızın da katline sebebiyet verecektir.

    --kapital evren; m.s. 13; sınıfsal toplum düzeni başkanı'

    tebessüm etti bilgin:

    'insanlar, biz bu kazıyı yarıda bırakmış olsak da, bir gün hakikate ulaşacaktır. '

    mutlu bir gülümseme vardı filozofda:

    'hayatını verecek bir düşüncelere sahipsen, en zenginsin demektir. '

    bir sigara yaktı gezgin:

    'insanların bilincine yapılan her yolculuk sonunda karanlığı getirir. böyle oldu bitti işte bizimkisi de. neyse ki mutluyuz, olması gerekeni yaptık. '

    ikinci zarfa geçildi, bilginin ellerindeydi zarf, kadife sesiyle okumaya başladı:

    'sevgili kazı ekibi,

    çalışmalarınızı ilgi çekici bulmakla beraber, çıkarımlarınızı doğrulamakta güçlük çekiyoruz. yaptığınız çalışmalar sadece bildiklerimizi hatırlatıyor, fakat yine de bir anlam yüklemekte zorlanıyoruz. bir çok tarihin özüne inmenize rağmen artık çalışmaları durdurmanızı istiyoruz.

    çalışmalarınız içimizde bölünmelere neden olmakla kalmayıp, kendini aradığını söyleyen insanların yaşamlarını aksatmalarına neden oluyor. biz insanlık olarak yönetilmeye, emek gücümüzü satmaya, kanmaya, kandırmaya, yalan söylemeye, yalan dinlemeye mahkumuz. bizim doğamız sahteliği gerektirir. biz bunu kabul ettik, sadece kafa karıştırıyorsunuz; bizim için uğraştığınızı iddia etmenizi mantıksız buluyoruz. muhakkak en yapabileceğiniz en büyük iyilik, iç dünyamızı rahat bırakmak olur. biz ne sonsuz özgürlüğe, ne kendimizi bilmeye, ne içimizi tanımaya ihtiyaç duyuyoruz. tek ihtiyacımız yaşamımızı devam ettirmek için emeğimizi, özgürlüğümüzü, kendimizi ve değerli olan ne varsa hepsini satmak. bu konuda bir yanılgıya düştüğümüzü sanmıyoruz. pragmatik olmayan hiç bir çalışma, oportünist özelliğimizi korumayan hiç bir yol bizim için değildir.

    --bir neslin tanıyamadıkları, metafizik evren; m.s.13; boş nesil'

    kederliydi filozof:

    'insanlık içinde bu kadar büyük bir boşluk olmasını anlayabiliyorum elbet, zira neden kaçar insanlar kendilerinden. '

    umudu kırılmıştı bilginin:

    'insanları hakikate götürmek, yaşarken olabilecek bir şey değil. insanlar sadece ölümlere ve ölülerin sözlerine saygı duyar. soru belki hala yaşamamızda, idam sonrası fikirler değişecektir sanrısı yaratıyor belleğim.'

    yine de gülümsüyordu gezgin:

    'küçük bir çoğunluğun yola düşmesini sağlamışız, bu topluluk öncüdür, ve idamdan sonra gerisi gelecektir elbet.'

    omuz silkti filozof ve dostları kaşifin mektubuna uzandı yavaşça:

    'dostlarım,

    çalışmalarınızın sonunu biliyordunuz daha önceden, muhakkak hakikati göstermeye çalışmak ölümün yoludur, kurul idam kararınızı onayladı; belki almışsınızdır haberi.

    şunu söylemek istedim, bu mektup elinize ulaştıktan sonra geleceğim yanınıza, son kazınızda benim de bulmak istediklerim olacak; bir gezgin, bir bilgin ve bir filozof eksilirken insanlık tarihinden; bir kaşifin onların çalışmalarını biraz daha ileri götürüp onlarla birlikte silinmesine itiraz edeceğinizi sanmıyorum,

    sevgiler; kaşif.'

    şimdi rahatlamışlardı, tam konuşmaya başlayacaklarken kaşif yaklaştı yanlarına, pelerini toprak yolun tüm tozuna hükmediyordu. hiç bir şey söylemeden huzurluca oturdular; son kazıya gidiyorlardı artık. arabaya bindiler, gökyüzünü seyre dalmışlardı;

    'bulutlar' dedi kaşif. 'bulutlarda yürümek gibi keşfetmek önemli olanı; heyecanlı biraz, biraz korkulu: ama delicesine huzurlu'

    gülümsedi hepsi. kazı yerine vardılar, buluntuları inceledi kaşif memnundu halinden, yorum yapmadı; yürümeye başladı kazı alanında, ve bir zemin üstünde durdu, heyecanlıydı; filozof, bilgin ve gezgin anlam verememişti bu duruşa; görünürde hiç bir şey yoktu. 'burayı kazacağız.' dedi kaşif.

    başladılar kazmaya kazdıkça kayıplar çıkıyordu ortaya; insanlık tarihinin toprağı altın gömülmüş ve aslı kalmamış kırık duygular:

    yoğun sevgiyi, çok sevmeyi çıkardılar önce toprağın altından, insanlıktan eski; insanlık kadar mucize bir şeydi buna dokunmak.

    'işte, işte insanlığın gerçeği' dedi kaşif halinden memnun kekremsi sesiyle.

    gülümsedi bilgin:

    'insanın iç dünyasındaki anahtardır bu bulduğumuz. aşk der kimileri, oysa aşk bir yanılgı; bir yerlerde söylenmişti: bir insanı tanımıyorsun, nedir kimdir bilmiyorsun; ama çok etkiliyor seni ses tonu, kokusu, ya da herhangi bir dış özelliği; saçı, kaşı mesela. sonra da tanımaya başlıyor, seni memnun edecek özellikleri aşılamaya, kabul ettirmeye çalışıyorsun; sanki eline aldığın hoş bir kalıba istediğin renkteki hamuru sokuşturmaya uğraşmak gibi bir şey; işte aşk bundan ibaret ve o hamur o kaba hiç bir zaman uymayacaktır, uymadığında bir değişim yaşanacak; işte buna da aşk bitti deriz. bir de yoğun sevgi var, çok sevmek var; insanlıktan silinen. işte bu da sonsuzluğa giden yolun bilicisi. çok sevmek, önce bir insanı bilmek; ve kabul etmek tüm özellikleriyle, aşkın çok üstünde bir şey yoğun sevgi... ' uzaklara dalıyordu yarım kalan sözleriyle beraber gözleri.

    gezgin de bir şeyler söyleme gereği hissetti.

    'illa ki bir insan, birisini yoğun olarak sevecek diye bir şey yok. yoğun sevgi aynı zaman da bir soyuta da duyulabilir; insanlara hakikati gösterme isteği mesela, bence bizdeki yoğun sevgi; sonunda ölüm olduğunu bile bile düştüğümüz bu yolda bir tür yoğun sevgi. '

    filozof açmıştı ki tam konuşmak için ağzını, gelmişti idama götürecek olan görevliler, üstünde konuşulmamış yeni buluntuları bıraktılar geride: saygı, özgürlük, bilgiye ulaşma arzusu, eşitlik, adalet, hak, doğruluk, fikir....

    aldılar bir belirsiz zaman dördünü, götürdüler idam alanına; keşif alnından. kalabalıktı çevre. ilk önce gezgin asılıyordu suçu okundu:

    'gezgin akheron,

    suçun, insanları arayışa sokacak yollara sürükleyerek kaos ortamı yaratmak, suçunun cezası idam. son sözün nedir?'

    kendinden memnun çıktı akheron taburenin üstüne, geçirdi yağlı ilmiği boynuna:

    'insanlar,

    suçum size ne olduğunuzu söylemektir belki de, belki de ne olduğunuzu gösterecek olan yola sokmak. eğer bu suçsa; hepinizi ortaklığa çağırıyorum, gelin insanlar; sizi hakikate çağırıyo...'

    sonrası karanlık, dört biliciden biri karanlıkğa gömülmüştür artık. bilgini getirdiler ardından, taburenin üstüne çıkarıp okumaya başladılar suçunu:

    'bilgin ammut,

    suçun, insanlığa yönelik fikirlerinle toplumu yozlaştırmak; gezginin gösterdiği yola girmelerine ön ayak olmak. idam cezan kurul tarafından onaylanmıştır. son sözün nedir?'

    konuşmadı bilgin bir şey söylemedi. sadece insanlara dönüp gülümsedi, ve kendini o karanlık boşluğa bıraktı. son sözü, bu hareketiydi; yozlaşmış toplumun haline gülüp, onları terk etmek..

    filozof çıkıyordu idam sehpasına şimdi, tabureye tırmandı: suçunu okuyan ulağa konuşmamasını işaret etti, şaşkın sustu ulak.

    'insanlar, ben filozof osiris.

    ulağa gerek yok, suçum; gezginin açtığı, bilginin söylediği yolu sizin yorumlamanızı, anlamanızı sağlamak. cezam ise idam. bu yol herkesin içinde var olan dünyanın yoludur, umarım bir gün birileri en ucuna dek gider; unutmayın, tarih kaybolmuş nesillerle doludur. bir neslin tanıyamadıklarını düşünüyorum. bu neslin tanıyamadıklarını. çok büyük şeyler bunlar. aranızda biliyorum ki vazgeçmeyecek olanlar var.

    ne oyuncağınızdır dünya, ne sahipsiz bir köpektir benliğiniz. '

    bıraktı kendini boşluğa. bilicilerin 3. sü de yitmişti.

    kaşifi getirdiler okudular suçunu:

    'kaşif,

    akheron, ammut, ve osiris' e yardım edişin, bir suç ortaklığıdır. bu üçünün oluşturduğu akheramosis, senin idam nedenindir. üçüne olan yardımın kurul tarafından onaylanmış, akheramosis' e yaptığın katıdan dolayı, idamına karar verilmiştir. söyleyeceğin bir şey var mı?'

    boynundaydı kaşifin kara ilmik.

    'yöneticiler,

    ne ilktik, ne de sonuz dünyada. şimdi öldük belki, ama çiçeklere benzer ışık. çiçeği öldürürsünüz; etrafa bin polen saçılır, polenler bin çiçek verir. kendi ayağınızın dağıttığı polenlerde boğulacaks....'

    böylece kaşifle birlikte, dört kişi ayrılmıştı dünyadan.

    işte buydu, gezginin, bilginin, filozofun günlüklerinin sonu.

    insanın iç dünyası, keşfedilmeyi bekleyen bir tarihtir; yeter ki kazacak bilicileri bulundur içinde..

    --m.s.13, paralel evren, akheramosis"

    -----

    akheramosis- gece ve gündüz sadece yer değiştiriyor.

    bir insan- duymuştum, birbirini takip ediyorlar.

    akheramosis- aslında aynı şeyi söyledik, ama sen duyduğunu ben düşündüğümü. bu durumda aslında sadece ben bir şey söyledim, seninki sadece binlerce sesin tekrarladığı.

    bir insan- söylediklerini anlamıyorum, duymuştum; sen kendini ne kadar üstün görürsen gör: "bildiklerin, karşıdakinin anlayabileceği kadardır. "

    akheramosis- yanlış değil, ama pek doğru da sayılmaz: düşündüklerimin anlaşılmadığı yerde bir varlıktan da söz edemem.

    bir insan- peki, nasıl diyorsan. öyleyse konuş bana insanın içini.

    akheramosis- insan iç dünyasında kendine küçük sığınaklar yaratır, güçsüz düştüğünde bu sığınaklara her zaman bir yenisi eklenir. insanın içi, duygular ve eylemlerin özüdür; bu öze ne kadar ihanet ediyorsak o kadar az sığınağımız var demektir.

    bir insan- söyle bana anlattıklarını neden anlattın ?

    akheramosis- iç dünyandaki soranı cevapladım, sen istedin ben anlattım. insanlar ,meczup gezginleri kendi kendine konuşur sanır, oysa olan gerçeklik ve düşünülen her zaman birbirinden farklıdır. insan iç dünyasının asıl hakimidir, ne zamanki farkındalığını kaybeder, o an bir valıktan söz etmek de olanaksızdır. senin yanılgında bu.

    bir insan- şimdi öyle bir söz söyle ki, bu söylediklerinin hepsini tek sefer de anlatsın.

    akheramosis- insan ve iç dünyası gece ve gündüz gibi yer değiştirir, kimi yer değiştirdiğinin farkındadır, kimi birbirini takip eder derler. aralarındaki fark bir grup vardır, diğer grup varlıkları taklit eder.

    -----

    --------------------------------------- dublin' de bir gece vakti, i.s. 1698, temmuz 23; akheramosis
    1 ...
  2. 2.
  3. dış dünyanın sarıp sarmaladığı, kişinin kendisiyle baş başa kaldığı, hayallerini, umutlarını sığdırdığı sığınağı.
    0 ...
  4. 3.
© 2025 uludağ sözlük