sunum konum Türkiye de kutlanan milli ve dini bayramlardı. milli bayramları anlatırken 30 ağustosa ' otuz ogust' demişliğim vardır. durumu hoca anında çakıp hemen deftere not aldı. sınıfta kimse çakmamıştı cin bir arkadaşın 'hahahah ohhh otuz ogust dedi la ' cümlesi ile sınıfa da rezil oldum. başka bir durumda speaking sınavında Ankara da yabancılara nereyi gezdirirsin sorusu geldi. anlattım, anlatım Ankara sıkıcı bir mekan piknik için Gölbaşı da gölün kenarında piknik yapalım diyecektim fakat ağzımdan 'we can come to near the göl for picnic' lafı çıkınca yine hoca deftere not aldı. arından aynı arkadaş yine kahkaha attı ' hahhahha ohhhh near the göl dedi hahhah lake lan o lake' gibi 2 rezil durum yaşadım.
karatekirin calistigi firmaya koreden iki tane uretici firma mensubu herif gelir. herifler havaalanindan alinir, karsilanir, yol boyu muhabbet edilir ki herifler isinsin ortama, alisveris daha kolay olsun.
ofise gelinir, cay kahve fasli... sonrasinda is konusulmaya gelir sira. ofiste karatekir, firma patronunun kiro yegeni ve iki herif vardir.
urunler hakkinda gerekli bilgiler alinirken patron yegeni birden urunlerin ozellikleriyle ilgili bir sey sorar karatekire, karatekirde heriflere soracaktir.
patronun yegeni: agbeyy, sorsaga bu seattler * safir cam miymis?
karatekir: tabi. egggm... are these watches have sapphire....immm...( lan cam neydi, unuttum amk! hssstrrr, lann nasil unuttum ki!!)
seklinde dusunulurken birden goz pencereye takilir. ehh, nolcaksa olsun denilir ve tum gozler sorunun tamamlanmasini beklerken asrin sorusu karatekirin agzindan cikar:
karatekir: are these watches have sapphire window?
herifler: ahhh...sorry? *
karatekir: well, i mean these watches have sapphire..immm... like windows...( bir taraftan da bilekteki saatin cami gosterilerek)
herifler: haaa..yess..yesss... sapphire glass. yes!
kotu hissediyor insan sanki, yani mevzu derdi anlatabilmek tabi de, sanki mekanik sistemlerdeki bir parcanin adida degil unuttugum sey!
telaffuz konusunda yaşanan sıkıntılarla taçlanabilecek salaklıklardır.
peşin not: olaydaki iki şahıs da erkek
oturuyoruz kafede yeni tanışmışız elemanla, sohbet hoş ama ders vakti gelmiş. muhabbet sarınca akşam okuldan sonra takılırız, bişeyler içeriz diye plan yapıyo çocuk. benim de akşam işim var meşgulüm diycem çocuğa, cümle içinde 'busy' dediğimi zannederek ısrarla 'pussy pussy' diyomuşum meğer, çocukcağızın surat düştü birden, şekli değişti ne diyeceğini bilemedi. sonra arkadan başka bi arkadaş geldi durumu ele aldı da allahtan, sıkıntı daha fazla büyümeden halloldu. *
ilkokulda ingilizce dersinde hoca kitaptan bir bölüm okutur ve paragrafta geçen koskoca ''the beatles'' ı ''dı bitlis'' olarak okumak herhalde bu işin doruk noktasıdır.
kendimi konuşurken bir bok sanmam ve, hızlı konuşacam diye, cümlenin sonuna doğru her hatırlayamadığım kelime için, ''something like that'' deyip de bağlamaya çalışmam.
bir de marmariste çalışıyoruz tabii ki, sürekli ingilizler var, her gün doğal olarak konuşuyorsun, acentadayız; başka bir acentadan (rakip oğlum rakip) rus elemanın birini getirdiler, bisiklet kiralayacakmış; tabii çatara patara ingilizce konuşuyor; biz de tabii her gün ingilizlerle cebelleşiyoruz ya, - sanki aksan kasınca bok var -, elemanı hemen kafa kola almaya çalıştım. tabii rus turisti getiren abi de 50 lerinde filan, oranın kurtlarından... hemen yapıştırdı lafı;
- tabi elin rusunu buldun aksan yaparsın, ingilizlere de yapıyor musun böyle ?
ben de tabii ki dumurlara doğru yol aldım, adam haklıydı sapına kadar. mahalle maçında, mahallenin kendini bi bok sanan piç veledinin, ''yeneriz len biz bunları'' demesi gibi bir şey...
yani anlayacağınız, öyle aksanmış maksanmış yalan işler. ingiltere de ya da bilimum amerika , kanadada yaşamış adamın ingilizcesi belli eder kendini. bizim haddimize değil. biz türkçe yi güzel konuşalım yeter !
lisede, aynı sırada oturduğunuz kanka ile akşam eve geldiğinizde telefonla konuşurken, anne anlamasın diye ingilizce konuşursunuz. içinizde ne var ne yok herşeyi dökersiniz ortaya. anne konuşulan herşeyin notunu alır, tek tek hesap sorar.
demek ki neymiş? annelerin ingilizce bilip bilmediğinden emin olmadan kanka ile ingilizce konuşmak salaklığı yapılmamalıymış. biz yaptık, oldu!
nedense sayıları türkçe söylemek. hele ki bu salaklığı final jurisi önünde yaparsanız daha da güzel oluyor. ''ground floor duplex with yüzdoksansekiz square meter garden.'' gibi.