"Do you like soccer" diye soran yaşlı Amerikalı işverenin karşısında sus pus kalmak ve ısrar üzerine evet demek. Utançtan yerin dibine girmek ama dakikalar sonra aslında o kelimenin 'sucker' olmadığını anlayıp utanç duymada farklı boyutlara ulaşmak.
bir kediyi konuşturan salak ergenin lafıdır:
i'm the turkish cat.
ingilizce'yi öğreten öğretmeni bu ergen yüzünden işini iyi yapmadığını algılayarak işi bıraktı. *
ingilizce konuşurken içtiğiniz sigaranın külünü dalgınlıkla içkinize dökmeniz, oynadığınız sivilcenizi karşınızdakinin suratına patlatmanız gibi herhangi bir dili konuşurken de yapabileceğiniz salaklıklardır.
ı want to be engineer yerine, hocanın suratına bakarak böğüre böğüre 'ı want an enginner' demek. hoca şöyle kaşları çattı baktı,düşündü. sonra bütün sınıf farkına vardı gülmeye başladı, tabi kızda güldü. arkadan da 'kız mühendis istiyomuş abii sana bakmaz' diye cümleler gelmişti*
parlamenter monarşiyle yönetilen bir arap ülkesinde düzenlenen bilim fuarına yarışmacı olarak katılınır. üç gün boyunca yüzlerce kişiye proje ana hatlarıyla anlatılır. akademisyenlere, bilimle uğraşanlara veya sadece meraklı olanlara ise proje detaylarıyla aktarılır. genel olarak pozitif yorumlar alınır ve ego tatmin edilir.
ülkenin kodamanları dördüncü gün fuarı teftişe gelir. spor bakanı, kültür bakanı ve ülkenin prensi gelenler arasındadır. bizim standın hemen girişin yanında olması ve iki standlık yeri kaplaması sebebiyle heyet ayrılmadan önce hep beraber bizim standı ziyaret etmiştir. iki arkadaşım projelerini anlattıktan sonra sıra bana gelir. akıcı ingilizcemle günlerdir tek hata yapmadan anlattığım projeyi, bir kez daha anlatmak için kolları sıvarım. *
ülkenin prensi, ülkenin bir bakanı ve fuarı düzenleyen kuruluşun ceo'sunun oluşturduğu üçlü dibimde, yirmi kişilik heyet onların arkasında beni izlerken prens bana "hello" der. refleksif olarak "hi" şeklinde cevap verdikten sonra beynim "öncelikle misafirperverliğiniz için teşekkür ederiz" gibisinden bir şey demeye karar verir ve "hospitality miydi lan misafirperverlik?", "thanks mi desem thank you mu desem?" şeklinde ikilemler saliseler içinde beyinde dolaşır.
bir saniyelik bir beyin donmasının ardından nedense "ııııı..... welcome!" derim. prens "yok canım sen hoşgeldin, buralar hep bizim" der. sıçtığının farkına varan beynim hemen toparlanır ve "sorry ehehe" dedikten sonra projeyi anlatmaya başlar. tanrıya şükür proje anlatırken tek bir hata yapılmaz ve ardından oraya götürdüğümüz hediyeleri prense takdim ederiz.
ingilizce konuşurken yaptığım en büyük salaklık budur sanırım.
edit: yoğun istek (bir kişi) üzerine yarışma sonucunu açıklıyorum. 100 üzerinden 99 alarak (bir puanı nereden kırdıklarını çözemedim) best research prize kazandım.
jüri heyetinin en saygın üyesinin o ülkedeki en iyi üniversitede biyokimya bölüm başkanı olması ve projemin de biyokimya alanında olması ödülü kazanmamda büyük bir etkendir tabii.
ikinci edit: yarışmayı kazanınca ne olduğunu sordu bir arkadaş. cv'ye yazmaktan başka bir faydası olmayacak gibi duruyor şimdilik. ha bir de yaklaşık 1500 tl'lik bir ödül vardı sembolik, onu da arkadaşlarla yedik.
çok iyi konuşmaya çalışanların düştüğü durumdur. kurallara uymaya çalışırız bir yabancı ile konuşurken, sanki onlar türkçe'yi öğrendikleri zaman tam anlamı ile konuşabiliyor.
bazı şeyleri doğru okuyamadığımız, doğru telaffuz edemediğimiz için utanmak, "ingilizcemi geliştiremiyorum" diyerek üzülmek, sıkıntı yaratmak. harbi salağız ama.
hangi yabancı türkçe'yi doğru okumaya çalışıyor? düşünsenize bi. "ben var gelmek, ben seni sevmek, sen çok iyi..."
bu tarz konuşan insanlar türkçe'ye yeterince saygı gösterseler doğru okumaya çalışırlardı zaten. adamlar "ben var gelmek" diyor, biz hala ingilizceyi geliştirelim aman doğru telaffuz edelim derdindeyiz.
Kafa dalgın, sınav çıkışı, boktan bir not bekleniyor. Karşıdan, yabancı olduğu belli güzel bir kız geliyor. Cilveli cilveli sorar:
k- I would like to see Mr. Oguz (çok değerli ve çok dalga geçen bir hocamız)
a- Why would you like to see it?
k- It?????
a- Ay pardon her her.
k- Herrrr????
a- ya tamam çok pardon his, him.
k- Oh this is too disrespectful!!!!! This is mocking.
a- (dilleri iyice karıştırmış olarak) Bana bak sana pardon dedik ya anlamıyor musun on kez söyledim anlasana özür özür özür! Kaz kafalı mısın niye anlamıyorsun!!!
k- I don't understand you and you can't shout at me!!! (kız hışımla ayrılır gider)
a- (hala aptallığın doruklarındadır) ya özür de diledim ama...
gayet guzel yol tarifi yapildiktan sonra etrafina bakmasi soylenmek istenen turist cana 'turn around' demek bunlardan basima gelenidir. Turistin arkasina bakarak ne diyo la bu dusuncesiyle uzaklasmasi. Adam giderken hassktr demem. Vapurlar filan.
Hazırlıkta, derste kitaptan bir paragraf okurken bir eylemin zamanını belirtmek amacıyla ''...at 9 o'clock.'' ifadesini, ''...et dokuz o kloak.'' şeklinde telaffuz etmiştir birileri.
Edit: kopulacak bir şey de değil ama sınıf koptu sonra.
okulun duzenledigi uluslararasi- ayni zamanda unviersiteler arasi- bi spor turnuvasinda voleybol maci izliyorduk. arkadaslar yanindaki kiza sor su sari takim hangi ulkeden diye. ben de donup sordum kiza
- Do you know which country is the yellow team ?
kiz bana
-Armenia ( ermenistan )
diye cevap verdi/