günümüze kadar yapılmış en büyük, kapsamlı, kanlı savaştır. en kısa haliyle 1.dünya savaşının sonuçlarının almanya'yı memnun etmemesiyle başlamıştır.1930lardaki büyük buhran başta amerika olmak üzere avrupayı da kavurmuştur. hitler'in başa gelmesi de bu dönem civarındadır. önce sistemi canlandıran politikalarla çözümler üretip, orduyu yapılandırarak saldırıya geçmiştir.1939 da almanyanın polonyaya saldırmasıyla başlar. her ne kadar başlatanın almanya olmasına rağmen savaşa katılan her bir ülkenin ciddi ve geçerli bir sebebi vardır.
almanya rusyaya saldırmasının faturasını ağır ödemiş ve normandiya çıkarmasından sonra 3 yılda kazandığı ingiltere ve ispanya hariç neredeyse tüm avrupa ve kuzay afrika topraklarını kaybetmiştir. şurda savaşın seyriyle ilgili bir gif vardır savaşın seyri ve toprakların değişimi daha rahat gözlenebilir:
hakkında ciltlerle kitap okuduğum, binlerce sayfayı bulan bir sürü kitabı okuduktan sonra sadece "biraz biraz" anlamaya başladığım , tarihin gördüğü en kanlı savaş.
askeri açıdan muharebeleri takip etmek, hangi muharebenin neyin sonucu olarak oluştuğunu bilmek ve kronolojik olarak savaşın gidişatını bilmek istemiştim. okumalarıma başladıktan sonra gördüm ki, bu hemen hemen imkansız birşeydir.
her tarafta dişe diş verilmiş savaşlar, kimsenin adını duymadığı yerlerde verilmiş, anlatanlara 700-800 sayfa kitap yazdıran, bir sürü muharabeler...
siyasi açıdan pek çok gariplik. dost düşman tanımlamasının güçlüğü. japonya mesela asya´da çin´in dışında bilimum ülkeye saldırır. bu ülkeler hollanda portekiz gibi, "müttefikler" yanlısı ülkelerin kolonileridir. japonya, "düşman" dır. ancak bu hollanda kontrolündeki bu ülkelerle japonya arasındaki "savaş ticareti" -mesela kauçuk çoktu tayland´da laos ta, sanki hiçbir şey olmamış gibi devam etmiştir !!!..
insanlığın bütün sınırlarının kalktığı tek olaydır bu savaş. almanların yaptıkları 300 denizaltı 1942-1943 yıllarında atlantik okyanusunda binlerce sivil gemi ve milyonlarca ton -13 milyon ton- erzak batırmışlardır okyanusa. "ingilzer adada aç kalsınlar, ve bizimle bizim istediğimiz şekil bir barış imzalasınlar" diye...bu gemilerde kaç kişinin öldüğü bugün bile listelenmemiştir.
gizli servis oluşumlarının, gizli dinleme oluşumlarının başladığı yer, tam olarak ikinci dünya savaşıdır.
"uzun mesafe uçuş" yapabilen uçaklar atlantiğin ortasındaki , uçakların ulaşamadığı 1600km lik kısımda alman denizaltılarının orada seyreden bütün gemileri "keklik" gibi avlamalarının önüne geçmek için - ki bu işi ancak 2,5 yılda başardılar- ikinci dünya savaşı içinde panik içinde hummalı çalışmalar sonucu yapılmıştır.
ikinci dünya savaşını her yönüyle anlamak, bir insan için çok güç bir konudur. işin teknik, askeri, politik, sosyolojik, siyasal öyle çok ünitesi vardır ki, bu durum , bu savaşla "hobi" bazında ilgilenmeyi hemen hemen imkansız hale getirmektedir. birçok tarihçi kendisini savaşın belirli bir açısına konsantre etmiş ve sadece bu alanı anlamaya çalışmıştır.
örneğin general montgomery´nin yazmış olduğu ve sadece afrika savaşlarını anlatan kitap 1000 sayfadan kalındır!!! kaldı ki afrika´daki savaşlar kadar, hatta daha önemli öyle çok olay, muharebe, politik çekişme vardır ki...
sonuçta sadece dresden bombardımanı , planlanması, sebepleri, hazırlıkları, sonuçları, kızılordunun frankfurt oder şehrini geçerken bu planda dresden bnombardımanının oradaki olaylara etkisi hakkında bildiğim en az 6 son derece kalın kitap vardır.
sonuçta - ikinci dünya savaşı tarih içerisinde bildiğim, "en kompleks" konudur. konuya hiçbir zaman tamamıyla hakim olamadım, ve bütün savaşı kronolojik olarak bilen bir şahıs olduğunu da sanmıyorum. "karınca duası" gibi küçücük minnacık harflerle basılmış olmasına rağmen 2000 sayfanın üstünde bir kalınlığa sahip olan winston churchill´in "2.dünya savaşı" isimli eseri odak noktasına, sadece ingiltere´nin nazi almanyası, abd, fransa ile serüvenini anlatır, abd-japonya çekişmesine pek girmez, kızılordu- wehrmacht çekişmesine de "şöyle bir" değinir.
halen daha etkileri bitmiş de değildir ikinci dünya savaşının. çin denilen ülkenin bugün süper güç olaya yönlenmesinin ardındaki sebepler bile 2.dünya savaşıyla ilintilidirler.
insanlık tarihinin her bakımdan "extrem" lere ulaştığı çok önemli bir dönemdir.
hitler kurban olarak seçilmiş, almanlar katil ilan edilmiştir. lakin, japon, rus ve amerikalıların yaptığı katliamları sümen altı etmişlerdir. dresden bombardımanı, berlin bombardımanı, pasifik savaşında adalarda kısılıp kalmış japon askerlerine uygulanan imha yöntemleri kan donduran cinsten olsa da, kazanan haklıdır felsefesiyle görmezden gelinir. kahrolsun naziler demek hayli yetersizdir bu savaş için. kendi adamlarını yem olarak cepheye süren, hayvanları bile savaştıran stalin denen caniyi atlamamak gerek.
özet olarak dünyayı sömüren ingilizlere, amerikalılara, ruslara ve diğer avrupa ülkelerine karşı Almanya ile japonya'nın bizim neyimiz eksik biz de sömürmek istiyoruz deyip paylarını alma istekleridir ki tarihsel ve coğrafi olarak bakıldığında bu isteklerde japonların ve almanların haklılıkları daha büyüktür (sömürünün haklı yanı olmaz o başka mesele de japonyanın götünün dibindeki adalarda ingilizlerin ne işi var! diye sormak da lazımdır). Nitekim dünyayı yüzlerce yıldır sömüren haydutlar yeni palazlanan haydutları tepelemiş üzerine bir de onlara şöyle kötülerdi böyle kötülerdi diye kendi kötülüklerine bakmadan lanetler yağdırmışlardır. Merak ediyorum acaba Amerika japonya ile savaşa girdiğinde çalışma kamplarına götürülen yüzbinlerce japon kökenli amerika vatandaşına, yani amerikalılara, beyaz amerikalılar yenileceklerini anlasalar neler yapacaklardı? yahudilerle aynı sonu paylaşacak mıydı o çekik gözlü amerikalılar paylaşmayacak mıydı? sovyetlerin hitlerden aşağı kalmayan hatta birçok kez geçen yaptıklarına değinmeye bile gerek yok lakin amerikanın bu yönünü pek bir insan bilmez.
Şu an ''Dünya ne boktan bir yer oldu'' diyorsak bunun en büyük sebeplerinden biri ve belki de en büyüğüdür. Birçok kavramı yaratmıştır bünyesinde ve bu kavramlar insan öldürtmüştür !
bu savaşa katılmadığı halde en büyük ekonomik darbeyi yiyen tek ülke türkiye cumhuriyetidir. savaşa katılan galip ya da mağlup hemen hemen tüm ülkeler savaştan hemen sonra sanayileşme yarışına girerek dünya devi olmuşlardır lakin savaşa katılmayan türkiye, mevcut yönetimi sebebiyle sanayileşme politikalarını tamamen terkedip tarım toplumu haline getirilmiş ve sovyet tehlikesi var diyerek abd güdümü altına sokulmuştur.
Kahire de yapılan müttefik toplantısında churchill ismet inönü ye neden savaşa katılmadıklarını katılmaları gerektiğini söylemiş ismet inönü ise şöyle bir cevap vermiştir : '' -burası iyi korunuyor mu ? +tabiki, uçaksavarlar tanklar ile çok sıkı korunuyor. -halkımı koruyacak uçak savarlarımız yok biz ne yapacağız peki ? >roosevelt< : hahahah iyi sıkıştırdı şimdi ne diyeceksin ? ''
türkiye savaşa fiilen katılmasa da savaş bittikten sonra almanyaya savaş ilan etmiş ve çok ciddi olmasa da bir savaş tazminatı almıştır. bunun dışında sınıra yığnak yapılmış ve seferberlik ilan edilmiştir
büyük trajedilerin yaşandığı, başlı başına bir çok boyutu ile incelenmesi gereken bir süreç olmasına karşın, savaşı anlama gayretinin sadece savaş sürecini incelemek ile güdük kalacağını düşünüyorum.
savaş sonrası en az savaş kadar, hatta bugünün belirlenmesinde savaş esnasından çok daha önemli bir dönemdir. dünyanın iki bloklu hale dönüşmesi ve bu bloklar arası soğuk savaş döneminin önemini kendisine vererek, ve etkilerinin büyüklüğünü göz ardı etmeden ama kendisine çok fazla değinmeden kapitalist blok içince yaşananları değerlendirmek önemli olacaktır.
öncelikle 100-150 yıldır dağınık bir hegomonik düzen sergileyen kapitalist dünya, savaştan abd'nin tek hegemonik güç olarak çıkması ile birlikte tabiri caizse kendisine bir lider bulmuştur. fakat bu hegemonya tek taraflı abd'nin gücü ile aldığı bir hegemonya değil aynı zamanda kapitalist dünya ülkelerinin kendi onayı ile de verdiği çift taraflı bir etkidir. çünkü kapitalizmin dağınık hegemonyasının artık işlemediği ve tek hegemonyanın işlevlerine ihtiyaç duyduğu ortadaydı.
bu işlev kısaca şöyle açıklanabilir; dünya kapitalizmine yön vermesi gereken sermaye türü artık üretici sermayedir ve üretici sermayenin dünya üzerinde hareket ve işlem kabiliyeti arttıracak düzenlemelere ve bu düzenlemeleri oluşturacak kurumlara ihtiyacı var. bu kurumları oluşturma görevi için, savaş boyunca bütün avrupa devletlerinin aksine üretim kapasitesini %70'lere yakın arttıran ve üretici sermayenin bu doğrultuda palazlandığı abd en uygun devlet olarak ortaya çıktı. yani abd hegemonyasını kurarken aynı zamanda daha önce benzeri görülmemiş bir sorumluluğu da üzerine alıyordu.
aynı sorumluluk doğrultusunda hepimizin aşina olduğu kurumlar bretton woods konferansı ardından abd liderliğinde kurulmaya başlandı. imf dünya çapında para sermaye hareket kabiliyetini arttırmak ve bu hareketleri düzenlemek, dünya bankası aynı işlevi üretici sermaye için yerine getirmek yani dönemin belirleyini olan üretici sermayenin uluslarasılaşmasını sağlamak ile görevlendirildi. bunların yanısıra cenevre görüşmeleri sonrası düzenlenen gatt anlaşmaları ile de ticari sermayenin aynı şekilde uluslarası hareket koşulları belirlenmiş oldu.
kapitalist dünyanın kendi içinde yaşanan bu gelişmeler ile beraber müdahele etmek de gecikmemesi gereken bir diğar hayati konu ise, eski sömürge yeni ulus-devletlerin varlığıydı. az gelişmiş, çevre, uydu veya üçüncü dünya ülkesi gibi bir çok kavram ile tanımlanmaya çalışılan bu ülkelerin uluslarası kapitalist iş bölümüne entegrasyonunun hozla sağlanması gerekmekteydi, lakin sovyetler bu ülkeleri kendi tarafına çekebilirdi. bu noktada bizi de yakından ilgilendiren kalkınma kavramı ortaya çıktı. bu kavram 50'li yıllara ait ve o dönemi refere eden bir kavram olmasına karşın günümüzde hala etkisini devam ettiriyor ve bu kavrama hala çok olumlu anlamlar atfediliyor. bunu tükiye'nin son on yıldır iktidarını elinde bulunduran partisinin isminden de rahatlıkla tespit edebiliyoruz. ama kalkınma söylendiği kadar olumlu, masum bir kavram mıdır acaba?
kalkınma kısaca, gelişmiş ülke diye adlandırılan ülkelerin gerisinde olduğu yie kavramsal olarak iddia edilen ve bu sefer az gelişmiş olarak adlandırılan ülkelerin, gelişmiş ülkeleri yakalama sürecidir. bu anlamda ekonomik kalkınma ve ekonomik büyüme birbirinden ayrılır. son 60 yıllık süreç ana akım akademisyenlerin aksini çabalamak için çok büyük uğraşlar vermesine rağmen, kalkınmanın bu tanımının işlevsizliğini göstermiştir ve göstermeye de devam etmektedir. kaldı ki artık sovyetler gibi bir tehdit de kalmadığı için büyük kapitalist ülkeler için bu kavramın oynadığı rol de önemini kaynetmiştir. ama dediğim gibi bizim gibi ülkeler de ikinci dünya savaşı sonrası ortaya atılan bu hayal hala ilk zamanlarındaki diriliğini korumaktadır, ve kalkınma hala kendisine atfedilen olumlu anlamları ile olup olmadık durumlarda ve yerlerde kullanılmaktadır.
insanoğlunun en acı ve savaştan en çok nefret etmesine yol açan tecrübelerinden biridir. lakin yavaş yavaş o acı tecrübe unutulmaya ve savaş gazları yeniden artmaya başlamış şu garip dünyamızda.