aha da yine yırtık dondan fırlar gibi ortaya atıldı abdülhamitçi eblehler!
ulan ahmaklar, daha kaç kere yazmam lazım: sizin gibi bebelerin ağzına "abdülhamit han efendimizin hatıratıdır" diye verilen şu tumturaklı laflar, abdülhamit nam baykuşun değil, süleyman nazif şerefsizinin laflarıdır. bu herif zamanında "abdülhamit'in hatıraları" diye kendi yazdıklarını tefrika etti, o gün bugün ebleh yobazcıklar sanırlar ki bunları abdülhamit yazmıştır! üstelik de yazanın kim olduğu bin kere ispatlandığı halde.
yobaz denilen beyinsiz it sürüsü öyle eblehtir ki "vatan toprağı kanla alınır, verilir hebe hübe" gibi lafları mal ettikleri şahsın kıbrıs, girit gibi nice vatan toprağını şuna buna peşkeş çektiğini bilmezden gelirler.
2. Abdülhamid, 33 yıllık saltanat döneminde Osmanlı; Tunus, Mısır, Kıbrıs, Sırbıstan, Karadağ ve Romanya olmak üzere 1 milyon 592 bin 806 kilometre kare toprak kaybetti. Yani bugünkü Türkiye’nin yaklaşık iki katı
Türk Topraklarını bildiğin içinde marabalarla köy satan ağa gibi satmıştır, hatta bildiğin bedavaya vermiştir.
Üstüne yetmemiş bir de devletin neredeyse bütün mallarını tapuyla kendi üstüne geçirmiştir.
Osmanlı imparatorluğunda Sultan her şeyin sahibi gibi sanılsa da Fatih, Yavuz, Kanuni gibi sultanların tamamı devletin malını ve parasını halkın varlığı olarak adlandırmış ve buna göre davranmıştır.
Hatta babadan oğla geçilirken "Sana devrettiğim hazineden bir kuruşa dokunmayacaksın, yapacağın gerek devlet gerekse kişisel bütün imparatorluk harcamalarını mevcut hazinenin üstüne bizzat kendin ekleyeceğin paradan yapacaksın" gibi bir adet de vardır.
Ancak bu gelenek ve devlet yapısı Kanuni'den sonra iyice bozuldu gibi Abdülhamit vb. sultanlar ile tam aksine dönmüştür, padişahlar hazır devletin mevcut gelirlerini kendi malı gibi sonuna kadar zevk sefa içinde yemiş, kafasına göre yüzlerce saray vb. kendi kişisel zevk ve kullanımları için kullanmış, sonunda da koca imparatorluğu iyice batırmıştır.
II. Abdülhamid Han’ın, ülke yönetimindeki başarıları günümüzde sıkça dile getiriliyor. Ancak o dönemde alınmış bazı kararlar tam olarak anlaşılamamakta ve çarpıtılmaktadır. Necip Fazıl’ın da dediği gibi “Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.” sözünden hareketle o dönemi, gelin birlikte analiz etmeye çalışalım.
II. Abdülhamid’in saltanatı boyunca tek karış toprağı istilacılara kaptırmadığı doğru değildir. Bu kayıplar onun iktidara egemen olmadığı veya kendi isteğiyle girilmeyen krizlerin neticesinde olmuştur. Aynı zamanda II. Abdülhamid, kendisinin hoşuna gitmeyen bazı kararlara gönülsüz de olsa imza atmak zorunda kalmıştır. 1878’de iktidarı tam olarak eline alarak, 1908’e kadar tek elden memleketi idare etmiştir. Hiçbir zaman diplomasinin gücünü elinden bırakmamıştır. işte nedenleri ile birlikte o dönemin toprak kayıpları:
Osmanlı – Rus Savaşı (93 Harbi) (1877-1878)
Sultan II. Abdülhamid saltanatının yedinci ayında Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Osmanlı Devleti’ndeki azınlık isyanları, Rusya’nın Balkanlardaki genişleme siyaseti, Romanya ve Bulgaristan’ın bağımsızlık istekleri ve Panslavizm akımı savaşın sebeplerindendir. Avrupa Devletleri savaşı önlemek için Tersane Konferansı’nı toplamışlar ve Osmanlı’ya ağır şartlar sunmuşlardır. Osmanlı Devleti bu şartları kabul etmeyince, Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştır. II. Abdülhamid’in diplomasi yoluyla savaşı önleme çabaları parlamentonun ve devlet adamlarının tutumu yüzünden pek işe yaramamıştır. Mithat Paşa, Damat Mahmut Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta Ruslar Balkan ve Kafkas cephelerinde ordularımızı yenilgiye uğratmıştır. Savaşın getirdiği sorunlar nedeniyle, 14 Şubat 1878’de Sultan II. Abdülhamid meclisi kapatmış ve yönetimi tekrardan eline almıştır.
Rus Orduları Doğu’da Erzurum’u alırken, Batı’da ise Yeşilköy’e yaklaştılar. istanbul’un işgal edilmesi tehlikesi ortaya çıkınca Osmanlı barış istedi. 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması imzalandı.
Antlaşma Şartları Çok Ağırdı
II. Abdülhamid antlaşma şartlarını ve ağır tazminatı kabul etmedi. ingiltere’yi Rusya’ya karşı kışkırttı. Rusya’nın Balkanlarda tek güç olması ve sıcak denizlere inebilme ihtimali ingiltere’nin Rusya’ya baskı yapmasını sağlamıştır. Diğer Avrupa devletleri ile savaşı göze alamayan Rusya antlaşmayı yeniden gözden geçirmiştir. Berlin Konferansı’nın ardından 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Anlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti 35 yıl daha Balkanlarda kalmıştır. Ancak Osmanlı, ingiltere’ye bazı tavizler vermek zorunda kalmıştır.
Kıbrıs’ın üs olarak verilmesi hakkında çok tartışma var. Videolara yapılan yorumlarda bile bu durumun neden böyle olduğunu bilmeyen çok kişi var. Bu önemli durum “II. Abdülhamid Kıbrıs’ı ingilizlere verdi” diye geçiştirilebilecek bir durum değildir. Nedenleri iyi anlaşılmalıdır.
Ayastefanos antlaşması tam bir felaketti. Tazminatlar çok ağırdı ve kritik toprak kayıpları vardı. Bu durum düzeltilmeliydi. ingiltere ile yapılan diplomatik görüşmelerde, Osmanlı’ya yardım etmeyi kabul etmişlerdi. Ancak Kıbrıs’a göz dikmiş oldukları için burayı üs olarak istemişlerdir.
II. Abdülhamid, ingilizlere hayır dese, Ruslar Yeşilköy’de olduğu için, her an istanbul’u işgal edebilirlerdi. Evet dese, istanbul’u kurtarmış oluyordu fakat Kıbrıs çakalların eline düşüyordu. Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine ait olacağını, vermekte olduğu vergiyi Osmanlı’ya ödemeye devam edeceği, sadece askeri amaçlarla üs olarak kullanılacağı ve Rusların işgal ettikleri yerlerden çekildiklerinde, ingiltere’nin de buradan çekileceği maddelerinde antlaşma sağlanmıştır. Ayrıca ingiltere bu antlaşma kabul edilmezse Kıbrıs’ın işgal edileceğini belirtmiştir. işte bu sıkıntılı durumda, devlet adamlarının da baskısıyla II. Abdülhamid antlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. ingilizler sözünü tutarak, Rusya’ya anlaşmayı değiştirmesi için baskı yapmışlardır. Ancak Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’na girdikten sonra ingilizler burayı ilhak etmişlerdir.
Fransa’nın Tunus’u işgali (1881)
Fransa, bazı sınır olaylarını bahane ederek, Osmanlı’nın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan ve çeşitli bunalımlardan yararlanarak Tunus’u işgal etmiştir. Bu durum, o dönemde Yunanistan ile sınırların belirlenmesi sorunuyla uğraşan Osmanlı’yı zor duruma düşürmüştür. Diğer yandan mali sıkıntılar ve askeri açıdan hazırlıksız yakalanmak II. Abdülhamid’i sıkıntıya sokmuştur. Abdülhamid Tunus’a savaş gemileri göndermeyi düşünmüş, ama bu niyeti zamanında haber alan Fransızlar tehditkâr bir tavır almışlardır.
Sorun diplomatik açıdan da çıkmazdadır. Çünkü Fransa, ingiltere ve Almanya tarafından desteklenmektedir. Diğer güçler de bu olayla ilgilenmemektedir. Neticesinde duruma müdahale edilmekte geç kalınmıştır.
istanbul’dan yardım alma umudunu kesen ve tamamen aciz kalan Tunus Beyi, 12 Mayıs 1881’de Bardo Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır. Bu antlaşma ile Tunus Beyi, siyasi ve ordu işlerini bir Fransız Genel Valisine bırakmıştır. iki yıl sonra da “La Marsa” sözleşmesiyle tamamlanmış olan bu antlaşmayla, Fransız himayesi resmen kurulmuştur. Bu duruma karşı çıkan ayaklanmalar insafsızca ve kanlı bir şekilde bastırılmıştır.
Osmanlı Devleti, bu oldu bittiyi tanımayı reddetmiştir. Devlet Salnamelerinde Tunus, tıpkı Bosna veya Kıbrıs gibi, “imtiyazlı vilayetler” arasında sayılmıştır. Yaşanan kriz, Osmanlı imparatorluğu’nun diplomatik açıdan nasıl tecrit ve askeri açıdan da ne kadar aciz olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
Fransız himaye rejimi 1956’da Tunus’un bağımsızlığını kazanmasına kadar devam etmiştir.
ingiltere’nin Mısır’ı işgali (1882)
1878 Berlin Kongresi’nden sonra açık bir şekilde Ortadoğu politikalarında değişiklik yapmış olan ingiltere, Akdeniz’de kontrolü ele geçirmek için 1882’de Mısır’ı işgal etmiştir. ingiltere, Mısır’ı işgal ettikten sonra bunun geçici olduğunu bildirmiş, fakat hangi tarihte çekileceğini bildirmekten kaçınmıştır. Ayrıca Fransa ve Rusya gibi güçlerin tepkisinden çekindiği için Mısır’ı doğrudan yönetimine dâhil etme cesareti gösterememiştir.
II. Abdülhamid bu duruma karşı, dikkatli bir politika izleyerek bölgedeki egemenlik haklarını korumaya çalışmış, bölgenin sömürgeleştirilmesine yönelik ingiliz politikalarını engellemiş ve geciktirmiştir. Osmanlı’nın boyun eğmeyen tutumu ve ingiltere’nin uluslararası alanda yalnız kalmasına yol açan işgalin meşruiyeti sorunu, Londra hükümetini Osmanlı Devleti ile görüşme masasına oturmaya zorlamıştır.
Osmanlı tarafı Mısır’ın tahliyesini bir takvime bağlamak istedikçe ingiltere ayak diremiş, müdahale hakkının sadece kendilerinde bulunmasını istemiştir. Bu durum ingiltere’nin Mısır’ı boşaltmaya niyetli olmadığını göstermiştir. II. Abdülhamid, diplomatik kanalları kullanarak durumu değiştirmeye çalışsa da olumlu bir sonuç alamamıştır.
II. Abdülhamid, 27 Nisan 1909’da tahttan indirilse de, onun bu diplomatik direnişi sayesinde Mısır’da Osmanlı egemenliği I. Dünya Savaşı’nın çıktığı 1914’e kadar devam etmiş, bu tarihte ingiltere Mısır’ı himayesine almış, 1922’de ise tek taraflı olarak Mısır’ın bağımsızlığını ilan etmiştir. Ayrıca Lozan Antlaşması’nda da Mısır ile ilgili bir madde vardı.
1908 yılında Selânik’teki Üçüncü Ordu subayları ayaklanıp, askerî müfettiş Şemsi Paşa’yı vurmuştur. ittihat ve Terakki’nin büyük rol oynadığı bu olayla padişah yeniden meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmıştır. 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Devrimden iki ay sonra, Abdülhamid tartışılmaz bir şekilde zayıflamıştır. Güvendiği adamların çoğu kaçmış veya içeri atılmıştır. Ordunun denetimini de büyük ölçüde yitirmiştir.
Bu olayların ardından Osmanlı Devleti, diplomatik krizlerle karşı karşıya kalmıştır. 5 Ekim’de Bulgaristan Prensliği tek taraflı olarak tam bağımsızlığını ilan etmiştir. Ertesi gün Avusturya-Macaristan ise Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini açıklamıştır. Birkaç gün sonra ise Girit, Yunanistan Krallığına bağlandığını ilan etmiştir. Bu olaylar yeni rejimden kaynaklanmaktadır. Meclis-i Mebusan açılacağı için, imparatorluğa bağlı topraklarda seçimler düzenlenip söz konusu bölgelerin meclise mebus göndermeleri sağlanacak demektir. Bu durum söz konusu devletlerin özerkliğini ciddi bir tehlikeye sokabilir.
Hem Jön Türkler hem de ittihat ve Terakki Cemiyeti sert bir darbe yemiştir. Diplomatik açıdan hiçbir şey yapamamışlardır. Ülkede bu kayıplara karşı büyük üzüntü duyulmuş ve gerilim artmıştır. Sonrasında 31 Mart Olayının ardından padişah tahttan indirilmiştir.
Sonuç Olarak…
II. Abdülhamid’in toprak bütünlüğünü nasıl koruduğu ne yazık ki tahttan indirildikten sonra anlaşılmıştır. Görüldüğü üzere, daha ilk andan itibaren ittihat ve Terakki kayıplara başlamıştır. Tecrübesizlikleri ve ihtirasları ile memleketi savaşlara sürükleyip, felâketini hazırlamışlardır. Zaten sonrasında olan olayları siz zaten biliyorsunuz. Balkan Savaşları, italya’nın Trablusgarp’ı işgali ve I. Dünya Savaşı’na girilmesi ittihat ve Terakki’nin adımlarıyla olmuştur.
tarih bilgisi televizyon dizilerinden aklında kalan kırıntılardan ibaret olan toplumumuzun şu sıralar şakşakçılığına soyunduğu sondan bir önceki osmanlı padişahı.
93 harbinin sorumlusu mithat paşa olmasına rağmen faturası Abdülhamid e kesiliyor adam henüz abdülaziz'in katillerinden hesap bile sormamıştı.
Ayrıca ittihatçılar devrimle ve zorla meşrutiyet ikan ettirirken Avusturya bosnayı ilhak etti, kısacası dönemin kurtçukları ülkeyi karıştırır ama faturası yine abdülhamide kesilir. Aynı şekilde Bulgaristan da bağımsızlık ilan etti hem Abdülhamidin elinden iktidarı al hem de hala padişah ı diye onu suçla. Bana alçakça geliyor böyle yapmanız.
Ayrıca o anıt çok sevdiğiniz beceriksiz jön Türk paşaları yüzünden dikildi. Tersane konferansını nasıl baltaladıklarını, yaptıkları darbeleri unutmayın, 93 hsrbi ile ilgili bir kitap bile okusanız kritik geçitlerin aşılmaz dağların nehirlerin nasıl savunmasız bırakıldığını görürdünüz.
yobazlar böyledir, apaçık gerçeklere takla attırıverirler! 93 harbini mithat paşa değil, abdülhamit istedi. zira kendisini iktidara getirenlerden kurtulması için bir savaşa ihtiyacı vardı. savaşı da onun yüzünden kaybettik, zira savaşın yönetimini istanbul'da masabaşında iş görmeye çalışan bazı paşalara bıraktı. yetinmedi, askerlikten hiç anlamadığı halde kendisi de müdahale etti.
kaldı ki abdülaziz'in öldürüldüğü de bir yalandır; intihar etti. büyük alim prof. dr. ismail hakkı uzunçarşılı bu konudaki gerçekleri kanıtları ile birlikte ortaya koyalı yıllar geçti ama hala aynı terane.
Yurtdışından borç para alıp kendisine, kızına, damadına ve yeğenlerine saray yaptıran (bu arada saray yaptırdığı damadı abdülhamid'in kızını yine saray yaptırdığı yeğeni ile aldatmıştır)
Ve bu israfları yüzünden düyun u umumiye yi ülkemize musallat eden ulu(!) Hakan.
Bir de darbe yaparlar diye haliçte donanmayı çürütmüşlüğü vardır.
ek: hâlâ yahudilere israil'i satmadığı, kanka alınan kanla verilir falan dendiği sanılıyor amk. en komiği bismark'ın uydurma sözü ama. onu kimse geçemez. dünyada 100 gram akıl varsa 100'ü de bunu uydurandadır amk helal olsun kim uydurduysa. binleri, on binleri inandırdı.
"Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfirdi:
Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi.
Ne edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar;
Geyirir leş gibi, mu´tâdı değil istiğfar:
Aksırır sonra, fütûr etmiyerek burnumuza…
Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza
Savurur balgamı ta alnımızın ortasına,
Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük tasına!"
(bkz: Mehmet Âkif Ersoy)
yerilmesi ve övülmesi konusunda ifrat ve tefrit arasında kalınmasına karşıyım ama öylesine malca yorumlar var ki insan embesilliğin böylesine hayret ediyor!
her on sayfada bir bismarck ın gramaj ölçüsüyle verdiği bir zeka hesabı yok diyoruz ama geri zekalılar gelip hala bismarck şöyle dedi böyle dedi diyor. öyle bir sözü yok adamın, yeter artık. zaten bismarck dediğin adam 1889'da şansölyelikten düştü, neyi görüp de böyle bir yorum yapacak?
biri gelip demiş ki; mithat paşa tershane konferansı'nda olay çıkardı. bu tarih bilmez herifler kanun-ı esâsi'nin neden ilan edildiğini fark edememiş herhalde. aynı tipler bir de diyor ki abdülhamid işi diplomasiyle çözecekti askdssakds... lan hayatında saray dışına sadece amcasının avrupa gezisi sayesinde çıkmış biri neyle çözecek o sorunları?
abdülhamid'in diğer sorunları çözüşüne bakalım:
tunus'u kaybettik, savaşmadık. yunanistan ile savaştık, kazansak da avrupa'ya rest çekemeyip teselya'yı kaybettik. ingilizler mısır'a el koydu, protesto bile edemedik. keçecizade, zamanında girit'i ancak aldığımız fiyattan veririz diyordu, bedavadan verdik. kıbrıs'ı ingilizler'e pazarlık armağanı olarak verdik. daha da uzar gider.
93 harbi'ni kaybediş sebebimizin abdülhamid'in olmayan askeri bilgisiyle savaşı yıldız sarayı'ndan yönetme sevdası olduğunu yazmaz mesela çoğu eser. bu yüzden onun fazla ilişmediği doğu cephesinde ahmet muhtar paşa nispeten olmayan demiryolu ve yetersiz ikmale rağmen rus ordusu'na direnebildiyse de batı cephesinde kaybettik ve abdülhamid hemen cephenin suçunu süleyman paşa'ya, savaşın suçunu da mithat paşa'ya atıp meclisi tatile yolladı.
rus çarı ii. alexander ordusuyla cepheye geldiği halde ordusunun sevk ve yönetimini kurmaylarına bırakmış, hatta romanya'nın desteğini almak için romen ordusunun işlerine de fazla karışmamıştı. diğer yandan stratejik deha sultan ikinci abdülhamid sonraki 33 yılda olduğu gibi sarayından çıkmadan savaşı kendi idare etmeye çalışıp rus ordusuna ayastefanos'ta anıt dikmişti.
vatan toprağı tehlikedeyse savaşırsın. bunun adı tunus olur, girit olur fark etmez. bugün afrin de bile savaşıyorsak bir sebebi var. o beğenmediğiniz ittihatçılar libya'yı ve makedonya'yı kaybetti ama savaşarak, hem de abdülhamid'in karmakarışık bıraktığı yetersiz ordu ve çürüttüğü donanmayla savunmaya çalıştı. kaybettiler ama en azından savaştılar. yine olmayan aklınıza laf ettiğiniz mustafa kemal de ülkenin padişahı filan değil, sadece mirliva'sıyken mondros sınırlarına yakın bir ülke bıraktı sana. emin ol arap kardeşlerin hıyanet etmeseydi oraları da katardı ülke sınırlarına. aklınca laf atıyor pezevenk, halbuki arap topraklarını saymazsak ülkenin tamamı kurtarıldı.
ülkeyi 33 yıl zor koşullarda yönetmek başarıysa, ondan çok daha zor koşullarda olan çin'i 47 yıl boyunca yöneten imparatoriçe cixi'ye ne demeli? cixi düştükten sonra 10 seneye kalmadan çin bölünmüştü, üstelik dünya savaşı'na da girmedi.
tanım: tıpkı selefi sultan abdülaziz gibi ülkeyi zor günlerde yönetmiş, modernleşmeye katkı yapmış, borç alımlarını durdurmuş olan osmanlı padişahıdır. yıldız sarayı'ndan çıkmamış, ülkeyi yönetecek bir kadro ortaya çıkarmaktan korkmuş, ülkesini bayındır hale getirememiştir. kurduğu hamidiye alayları çok ciddi problemlere gebe olmuştur. allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.