adamlar buna sormuş; 'özgürlükten yana niye değilsiniz?' diye. oda şöyle buyurmuş time gazetesine;
«Beni Hürriyete muhalif görenler yanılıyorlar. Kullanmasını bilmeyen bir memlekete hürriyet vermek, kullanmasını bilmeyen birine tüfek vermeye benzer. Herif babasını, anasını, kardeşlerini öldürür. Sonra döner kendi kendisini vurur.»
offf ne çok bilgelik ve derinlik içeren bir açıklama yapmış. böyle ufku geniş, hayallerimizin ötesinde düşünebilen bir adam keşke başımızda olsa. *
«Beni Hürriyete muhalif görenler yanılıyorlar. Kullanmasını bilmeyen bir memlekete hürriyet vermek, kullanmasını bilmeyen birine tüfek vermeye benzer. Herif babasını, anasını, kardeşlerini öldürür. Sonra döner kendi kendisini vurur.»
sözüne sonuna kadar katılıyorum. anadolu çomarı ne anlar özgürlükten ! adam demek ki malının ne olduğunu iyi biliyormuş.
Ulu Hakan mı Kızıl Sultan mı tartışmalarına yol açan ve nerdeyse yıkılmış bir devleti 33 yıl ayakta tutan, evliya olduğuna dair rivayetler bulunan Osmanlı Padişahı
Döneminden sonra zaten devlet hızlıca yıkılmıştır, baskıcıdır ama bunu dönem şartlarına göre değerlendirmek lazım gelir.
Ermenilere kan kusturan, ulu hakan. Osmanlı'nın son dönemlerinin en büyük şansıydı. eğer Osmanlı'nın yıkılmak üzere olduğu zamana değil, öncesine padişahlık yapmış olsaydı kim bilir o şanlı tarihe ne kadar çok yakışacaktı. nur içinde yatsın.
kendisi türkiye'nin ilk modernistlerindendir.(modernist'i olumlu ya da olumsuz anlamda kullanmıyorum)
bir örnek verelim. Misal bu amca, istanbul göbeğine saat kulesi yaptırmıştır. aslında sadece istanbulun değil, ülkenin çeşitli yerlerine saat kuleleri yaptırmıştır. saat kulesi ne işe yarar? hayatı hızlandırır. yani bütün insanların ister istemez o ortadaki saatle iletişim halinde olması, onlara sürekli olarak zamanın geçtiğini gösterir. haliyle bişeyler yapma ihtiyacı hissettirir. bu aslında batılıların yaptığı bişey. sürekli bişeyler meşgul olma. zamana karşı yarışma. vs. böyle bişey modernizmle gelmiştir.
diğer yandan kendisinin ney(çalgı) sevmemesi, hususi olarak opera ve tiyatrolara katılması batılı yaşam tarzına çokta karşı olmadığını gösterir.
ayrıca batılı tarzda açılan ilk üniversiteler bu amca zamanında açılmıştır. ona muhalif olanlarda bu okullardan mezun olmuşlardır.
he böyle batılı batılı diye adamı yaftalamayalım. kendisi dönemin diğer muhafazakar diyebileceğimiz entellektüelleri gibi, batının tekniğini alıp kültürünü almamak gibi bir amaç peşindeydi. ama kendisinin ve diğer abilerin yanıldığı şey, batının tekniği dediğimiz şeyin bizatihi batının kültürünün ürünü olduğunu unutmalarıydı.
"Bizim kuşağın mekteplerde okuduğu Sultan Hamid değerlendirmesi ise bugün artık tekrarlanmıyor. Kimsenin de Sultan Hamid üzerinden spekülasyon yapmasına gerek yok. Dirayetli Türk hükümdarıydı. 10 Şubat 1918de bundan tam 97 yıl önce Beylerbeyi Sarayı'nda vefat etti. Rahmetle anıyoruz..."
iLBER ORTAYLı
30 küsür yıl denge politikası uygulayarak ülkeyi savaşa sokmamış, bir felaketten korumuş, postaneyi ilk kuran sayısız hizmet yapan son dönemin en önemli osmanlı padişahıdır. seveni kadar zamanında nefret edeni de vardı. örneğin dış güçlerinde desteğiyle suikast düzenlenmiş fakat kıl payı bir cuma namazı vakti ölümden dönmüştür. buna çok üzülenlerden zamanın con con türklerinden tevfik fikret beyefendi(!) suikastın başarısız olmasına ne kadar üzüldüğü ile ilgili bir lahza-i taahhür adlı bir şiir bile yazmıştır. bir bölümü şöyledir:
Ey şanlı avcı tuzağını boşuna kurmadın,
attın...ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!
yanlışları da olmuştu elbet hamidiye taburlarını kurdurması azınlıkları kızdırması vs. ama topyekün düşünürsek allah rahmet eylesin büyük adamdı deriz.
donanmanın anasını bellemiştir. 31 mart'ta sözde bitaraf kalarak avcı taburlarının ve yobaz taifenin 10 gün boyunca istanbul'un ırzına geçmesine ses çıkarmamıştır. korkak ve evhamlıdır.günlük politika peşinde koşmuştur.
Sevmeyenleri Allah la arasinda sorun kisilerdir... Ulu hakan ve halife dir...Ümmet in basidir.. Bir cok etnik unsur ve farklı dinlerden mensubu bulunan Osman linin omrunu uzatmistir.. Darbeye maruz kalmadaydi belkide kurtaracakti...... Muhteşem zekasi ve ustun ahlaki ile geride bir çok seven ve sevmeyen birakmistir... Mirasi ve ideolojisi devam etmektedir.... Yahudilere yer vermeyi kabul etmedigi icin kizil sultan yaftasini vurmuslardir.... Dostlari islam nufuz ettikce seslerini yukselteceklerdir; düşmanlarının seslerinin kesilmesinden korkmalarinin tersine....!!!!
'' Abdülhamit'e gelirsek. Abdülhamid'in Pan-islam politikası da çok tartışıldı. Abdülhamid'in Pan-islam politikasını nasıl yorumluyorsunuz?
'2. Abdülhamid'in Pan-islam politikası isabetlidir. Orada yapılmak istenen şu: islam dünyasında evvela enformasyon topluyor. Kullandığı adamlar doğru bilgi getirecek. Bu çok önemli bir şey... ikincisi oradaki muhtelif kuvvet odaklarını -tarikat olabilir veya modern laik bir eğitim cemiyeti olabilir- etkin bir şekilde etkiliyor ve takip ediyor. Yani biz o kadar kuvvetliyiz ki, diyor ihtiyarın biri,
"Padişah, halife ne yapıyor" diye sormaya başlıyor. Onun kendi sıkıntılı hayatında tutunacağı dal istanbul'daki halifedir. Çok iyi yetişmiş adamları var. Bu mekteplerden, Mülkiye'den, Galatasaray'dan her yere gidiyorlar. Casusluk, eski politika, bunu yapıyor. Fakat iş meselesi, memleketin sanayileşmesi zayıf. Onun için gerçekten olduğu gibi büyük bir kuvvet olamıyor; çünkü Avrupa convert'i çerçevesinde Osmanlı büyük devletlerden biri, bu çok açık, yaptığı şeylerden biri de oradaki Müslümanlara vatandaşlık vererek cemaatler üzerinde çok etkin bir şekilde kontrol kurmak. Bu çok önemli.
insanları ve kitleleri yerinde tutmalı; güç vermese bile imaj veriyor.
Cumhuriyeti kuran kadrolar da Abdülhamid'in yaptırdığı okullardan mezun olan subaylar. Abdülhamid olsaydı, Osmanlı Balkan Savaşlarına ya da Birinci Dünya Savaşı'na girer miydi? Hayır, Sultan Abdülhamid tahtta kalsa kesinlikle böyle bir savaşa girmeyi önlerdi, çünkü kendi çıkarmadığı bir Rus Osmanlı savaşından dolayı neredeyse Balkanları kaybetti. Böyle bir şeye girmezdi kesinlikle. ''
basına sansür, internette kelimelere uygulanan sansür, rtük ile yayınları denetleme, özel mahkemeler kurup insanları yargılama, devletin kolluk güçlerini kendi adamlarından oluşturma, karikatür dergilerine dava açma, ihbar hatları kurma, cumhurbaşkanına hareketi hapis cezalı suç kapsamına alma gibi olaylarla tanınan recep tayyip'in idolüdür. hemen hemen aynı süreçlerden osmanlı'da geçmiştir.
ikinci Abdülhamid, Osmanlı tahtına çıkmadan önce ülkeyi meşrutiyetle yöneteceği yolunda senet vermişti. Gerçekten de saltanatının ilk dönemlerinde verdiği sözleri tutar gibiydi: Tahta geçtikten dört ay sonra, 23 Aralık 1876da, Türkiyenin ilk anayasası diyebileceğimiz (bkz: Kanun-i Esasiye)yi ilan etti 19 Mart 1877de (bkz: Meclis-i Mebusan)ın toplanmasını sağladı
Ne var ki kısa bir süre sonra başka bir kişiliği ortaya çıkmaya başladı: Mithat Paşayı sürgüne göndermekle başlattığı baskı rejimini, Osmanlı-Rus Savaşını bahane edip Kanun-i Esasinin verdiği yetkiye dayanarak Meclisi kapatmasından sonra ezici bir diktatörlüğe dönüştürdü. Evleri basmak, kişileri sürmek, gazeteleri kapatmak, toplantıları ve belirli sözcükleri yasaklamak vb. gibi eylemlerle yıllarca sürecek ve gittikçe şiddetlenecek olan bu baskı rejimi, Abdülhamidin tahta çıkışından aşağı yukarı bir yıl sonra başlayacak ve toplumun özellikle aydın kesimini derinden sarsacaktır.
II. Abdülhamid doğuştan zorba bir karaktere sahip değildi fakat kuruntulu yaradılışı baskıya yönelmesinin en önemli nedenlerinden biriydi. Kuruntusu, cinnet geçirdiği için tahttan indirilen V. Muratı yeniden tahta oturtmak amacıyla başvurulan suikast girişimlerinden sonra iyice artmış, onu adeta gölgesinden korkan bir insan durumuna getirmişti. Kan dökmemeyi kesin bir ilke olarak benimsemesi, en büyük düşmanlarının rızıklarıyla oynamayıp onları büyük maaşlarla sürgüne göndermesi, çok uzun saltanatı boyunca yalnızca 5 idam cezasını onaylaması da bir zorbanın ya da diktatörün tipik davranışlarından oldukça farklıdır. II. Abdülhamidin son derece tezatlarla dolu olan yaşamı bu nedenle Sultan Azizin ölümü, ağabeylerinden birinin çıldırması, (bkz: Ali Suavi vakası) ve (bkz: 93 Harbi) trajedisi gibi diğer sorunlar göz önünde bulundurulmadan açıklanamaz.
Abdülhamid'de kendinden önceki Osmanlı padişahları gibi devleti dağılmaktan kurtarmayı hedefliyordu, ne var ki ülkeyi koyu bir istibdat(baskı) rejimi altında yönetmekle tahtını ya da devleti koruyabileceğini düşünmesi büyük bir hataydı. Bu rejimin bir ayağını hukukun: 'kanunsuz suç olmaz' temel kuralını hiçe sayan özel mahkemeler ve zaptiye(şimdi ki iktidar polisi denebilir.) örgütü oluşturuyordu; birbirini izleyen tutuklama ve sürgünler hemen herkesi sindirmeyi amaçlıyordu.
Bir başka sindirme aracı, alabildiğine yaygınlaştırdığı jurnal(ispiyonculuk) mekanizmasıydı. Hafiye ağı, başta istanbul olmak üzere, ülkenin başlıca merkezlerini sımsıkı sarmıştı. Başlangıçta sağlıklı haber alma, kandırılmama ve bürokrasiyi kontrol amacına dayanan jurnalcilik uygulaması, sonradan Murat ve Mithat fobilerinin de etkisiyle hem bilinçsizce genişlemiş, hem de bilinçsizce kişisel ihbar mekanizması haline gelmiştir. Bunun bürokrasi ve aydınlar üzerindeki zararlı etkisi Abdülhamidten sonraki dönemde de devam etmiş ve tartışmaları ikinci Meşrutiyetin en uzun süreni olmuştur.
Rejimin diğer önemli dayanağı ise (bkz: sansür)dü. Osmanlı Devletinde ilk sansür kararnamesi Abdülaziz döneminde (1861-1876) yayımlanmıştı ama II. Abdülhamid döneminde kapsamı akıl sınırlarını aşan boyutlara ulaştı. Kapsamına yalnız gazete ve dergileri, kitapları almakla yetinmeyen, tramvay biletlerine, ilanlara, konyak şişesi etiketlerine kadar akla gelen ve gelmeyen her şeye yönelen bir sansür!
Abdülhamid tahta çıktığında 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi(hem basına hukuki bir düzen vermek hem de faaliyetlerini sınırlandırmak amacıyla, 31 aralık 1864 tarihinde kabul edilen tüzüktür. bu tüzükle birlikte basında ön sansür kaldırılmış, basın rejimi batı ülkelerinde olduğu gibi özgür bırakılmaya çalışılmıştır.) yürürlüktedir. Meclis-i Mebusan, Mithat Paşanın sadrazamlığı sırasında hazırlanan (bkz: Matbuat Kanunu) tasarısı üzerinde uzun uzun tartışır. Tasarı, mizah gazetelerini yasaklayan ve gazete çıkarmak için garanti parası yatırılmasını (havuz sistemi) öngören maddeleri çıkarıldıktan sonra kabul edebilir. Abdülhamid, Ayan Meclisinden de geçerek onayına sunulan bu tasarıyı hasıraltı eder. Zaten kısa süre sonra da Meclisi dağıtacaktır.
1876 Kanun-i Esasisinin 12. maddesi basında kanun dairesinde özgürlük tanıyordu: Matbuat kanun dairesinde serbesttir. Bu önceki döneme göre ileri bir adım olmakla birlikte, daha ileri adımlar atılmasını bekleyen. I. Meşrutiyetin ilk günlerindeki özgürlük ortamından yararlanmak isteyen yazarlar 12. maddeyi eleştiriyorlardı.
Ceza yasalarında basın özgürlüğünü kısıtlayan pek çok madde dururken, 12. maddenin bir anlamı olmayacağını düşünenlerden biri de Hayal adlı mizah dergisidir. Dergide yayımlanan bir karikatürde, elleri ayakları zincirle bağlı Karagöze Hacivat Nedir bu bal Karagöz? diye sormakta ve Kanun dairesinde serbesti Hacivat! yanıtını almaktadır. Abdülhamidin bu karikatürün Kanun-u Esasiyi aşağıladığı gerekçesiyle açtırdığı dava sonucu Hayali yayımlayan (bkz: Teodor Kasap), 1884 tarihli Matbuat Nizamnamesine göre üç yıl hapse mahkûm ediliyordu.
Meclis-i Mebusanın kapatılmasından sonra yayımlanan bir kararname ile sansür konusunda bir adım daha ileri gidiliyor ve hükümete zihinleri karıştıracak yayın yapan gazeteleri hemen kapatma yetkisi veriliyordu. Zihinleri karıştıracak yayınlarının neler olduğu ise tamamen yoruma dayalı olduğu için ucu ve kapsamı son derece açıktı!
Çok geçmeden, Abdülhamid sansür kurulunu oluşturuverdi. Kurula Matbuat Müdürlüğü adı verilmişti. Bu müdürlük, Dahiliye Nezaretine (içişleri Bakanlığı) bağlı Matbuat-ı Dahiliye- Müdürlüğü ile Hariciye Nezaretine (Dışişleri Bakanlığı) bağlı birimlerine ayrılıyordu.
Sansür kurulunun hangi ilkelere göre çalışacağını belirleyen dokuz maddelik gizli bir yönetmelik, Yıldız Sarayı başkâtibi Tahsin imzasıyla Matbuat Müdürlüğüne gönderilmişti. Kuralda 1880 yılına kadar birkaç, memur görevliyken görevli sayısı 1902de 15e, 1905te 20ye, 1908de 25e yükseldi. Görevli sayısı zamanla arttıkça, hem basılan kitap sayısı hem yapılacak iş azalmış, üyeler işi sigara kâğıdı ve kibrit kutusu kapaklarındaki resimleri incelemeye ve sansür etmeye kadar vardırmıştır. Sansür işleriyle birinci derecede Sarayla doğrudan ilişkide bulunan ve oradan talimat alan Matbuat Müdürü ilgilenmekteydi. Çağın Matbuat Müdürleri Mehmet Efendi ile Ahmet. Arifi, Behçet, Hıfzı ve Ebülmukbıl Kemal beylerdir. Bunlardan Hıfzı ve Kızılkuyruk sanıyla anılan Ebülmukbil Kemal, en acımasız, dolayısıyla en ünlü sansürcü başkanlardır.
Abdülhamidin 1888 yılında yayımlattığı, 1873 tarihli Basmahane Nizamnamesini yürürlükten kaldıran Matbaalar Nizamnamesi, basılacak her şeyin sıkı bir denetim altına alınması amacıyla hazırlanmıştır.
Bu nizamnameye göre basımevi açmak isteyenler, padişahın kutsal haklarına, devletin çıkarlarına dokunan yayınları basmayacakları yolunda senet verdikten sonra, Dahiliye Nezaretinden ruhsatname alabilmektedirler. Maarif, Matbuat Müdürlüğü memurlarıyla zaptiye görevlileri, gezginci kitapçılarla kitapçı dükkânlarım denetleyip arayabilirler.
Basımevinde çalışanlar için de ruhsatname alınacaktır. Her basımevi, bastığı kitap sayısını bildirmek ve Matbuat Müdürlüğünden istenildiğinde kullandığı basım araçlarının türünü, cinsini ve örneğini vermek zorundadır.
Basımevinin, çalışma sırasında kapısı yalnızca bir zemberekle kapalı olacak ve iki yanında yapılar varsa buralara pencere, kapı gibi geçitler bulunmayacak. Başka ülkelerde basılmış kitap ve dergilerle resim, madalya, arma gibi şeyler istanbulda Maarif Nezaretinden, illerde valiliklerden ruhsat verilmedikçe Osmanlı ülkesine sokulamaz. Sokaklara asılacak ilanlar için belediyeden ruhsat alınır. Bu ilanları asan kişilerin de ruhsat tezkeresi almaları gerekir. Tiyatrolara asılacak ilanlar başka bir dilde yazılmışsa ilana Türkçe çevirisi de eklenmelidir
Ancak bunlar bile yeterli görülmediğinden 1895te yeni bir Matbaalar Nizamnamesi hazırlanır.
Kitap sansürüyle 1881de Meclis-i Maarif yerine (bkz: Encümen-i Teftiş ve Muayene) adlı bir kurul görevlendirildi. Maarif Nezaretine bağlı olan bu kurulun görevi Türkiyede basılacak bütün dini kitaplar, risaleler, bilimsel ve edebi her çeşit basılı şeyler, siyasetle ilgili olmayan süreli risaleler, resim, levha, madalya ve armalarla Türkiyeye girecek yabancı basının içeriğinin sakıncalı olup olmadığının gümrük ve postanelerdeki özel memurlar tarafından kestirilemeyen kitap vesairenin incelenmesiydi.
Ne var ki bir süre sonra kitap sansürü kurulu da II. Abdülhamid için yeterli gelmemeye başladı. (bkz: Tetkik-i Müellefat Komisyonu) (1897) ve (bkz: Kütüb-ü Diniyye ve Şeriyye Tetkik Heyeti) (1903) oluşturuldu. Bu kurullar kitapları birer kez daha incelemekle görevlidirler. Yani denetim ve sansür oldukça basamaklı, hiçbir şeyin gözden kaçırılmasına tahammülün olmadığı çok sıkı bir yapıya kavuşmuştur artık. Denetlenen her eser, zararlı olmadığına iyice emin olabilmek için birkaç kez denetlenmektedir. Kuruntu had safhaya ulaşmıştır.
Abdülhamid sansürünün ilginç özelliklerinden biri de belirli sözcüklere getirilen yasaklamalardır. Abdülhamidin yasaklattığı sözcükler diye düzenlenen listelerin çoğu kez uydurma olduğu bilinmektedir. Zira hiçbir zaman böyle bir resmi liste olmamıştır. Ama her sansür memurunun hem korkudan hem de kraldan daha çok kralcı olması nedeniyle kuruntulu padişahın takıldığı ya da takılabileceğini düşünülen bütün sözcükler her türlü yayından çıkarılmıştır. Sansür kuruluna gönderilen 9 maddelik gizli yönetmelikte bu konuda herhangi bir açıklık olmamasına karşılık, sansürcüler yasak kelimeler listesini günden güne genişletmişlerdir. Ünlü romancımız Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl adıyla yayımlanan anılarında o dönemi ve sansürü şöyle anlatmaktadır.
Günden güne değinilemeyecek konuların ve kalemin ucuna geldikçe atılacak sözcüklerin, hele ne türden olursa olsun saraya, yönetime, olup bitenlere işaret denebilecek sözlerin sayısı arta arta öyle bir toplama çıkmıştır ki, basın alanı artık içinde dolaşılamayacak kadar daralmış, kullanılabilecek sözcüklerin dili, ilkel bir kavramın dili kadar küçülmüştü. Hürriyet, vatan, millet, zulüm, adalet gibi elli, yüz sözcük ile başlayan yasak sözcüklerin gün geçtikçe toplamı kabaran yeni kovulmuş eşlerini öğrenmeli ve bunları her zaman hatırda tutarak, kalemin ucuna geldikçe pis bir böcek gibi fırlatıp atmalıydınız.
Ne var ki tüm bu dikkatine karşın Halit Ziya Uşaklıgil'de sansür memurlarının hışmından kurtulmayı başaramadı. Kırık Kalpler adlı romanının sansür memurları tarafından büyük bir bölümünün sansüre uğrayarak delik deşik edildiğini görünce, II. Meşrutiyet ilan edilene kadar bir daha kalemi eline almadı.
Hüseyin Cahit Yalçın da Edebiyat Anılarında şunları yazıyor:
Bana merak olan nokta şudur: Acaba burun sözünün basında yasaklandığı Abdülhamide söylense çevredekiler bu dalkavukluğu, bu yasağı hangi yolla açıklayacaklardı? Yeryüzü halifesine, Şevketli efendimiz, sizin pek biçimsiz bir burnunuz var da onun için bu sözü yasak ettik mi diyeceklerdi. Herhalde onların ne diyeceklerini bilmem. Ama ben izlanda Balıkçısını çevirirken coğrafyayla ilgili burun sözü geldikçe karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri diye yazıyordum.
Bir örnek daha: Tahttan indirilen V. Muratı akla getirecek Murat ve Muradiye sözcükleri kullanılamayacağı için, 1904 yılında Bursadaki Muradiye Camiinin onarımının bittiği ve açılış töreni yapıldığı haberi şöyle anlatılmaktadır: Ebülfeth Sultan Mehmet Han Hazretlerinin pederi cennet makarlarının Bursadaki cami-i şerifi mükemmelen tamir edilmiş Haberin konusu Muradiye Camii ama sansür yüzünden caminin adı hiçbir yerde geçmiyor!
Dizgi yanlışları ve Arap harflerinin yazılışından ileri gelebilecek yanlış okumalar da sansürün denetiminden kaçmamaktadır. Denetimden kaçan yanlışlar da gazeteye, gazeteciye pahalıya mal olmaktadır. Örneğin tahtakurusu sözü, (bkz: tahtı kurusun) biçiminde okunabileceği için sansürce yasaklanmıştır. Devletin resmi gazetesi (bkz: Takvim-i Vekayi), Hollanda kraliçesine bir nişan itasını (verilmesini) konu alan haberdeki nişan itası sözü nişan hatası olarak çıktığı için kapatılmıştır. Saraya verilen jurnale göre, böylelikle 12 yaşındaki bir çocuğa nişan verilmekle hata edildiği belirtilmek isteniyordu.
Bu nedenle Osmanlı imparatorluğunun resmi gazetesi, ikinci Meşrutiyetin ilanına (1908) kadar çıkmayacaktır
Sansür kurulunun öküz altında buzağı aramak denilecek bu uygulamalarına verilebilecek başka bir örnek de Dr. Besir Ömer Paşanın (bkz: Servet-i Fünun) dergisinde yayınlatmak istediği yazının sansür kuruluna takılmasıdır. Konusu su olan yazı için seçilen resimde, bir adam çeşme başında dua etmektedir. Yazının denetiminden geçememesinin nedeni, duanın Müslümanlar açısından kutsal olması ve pek çok kişinin bu resimden işimiz duaya kaldı anlamını çıkartabileceğidir!
Sansür politikasının en büyük sonuçlarından biri de imparatorluğun eski dönemlerinde kültür merkezi olmak durumunda olan istanbulun bu özelliğini yitirmesi olmuştur. Kitap basımının zorlaşması ve önemsizleşmesi, Mısırın Bulak basımevinin ürünlerinin (hem Türkçe, hem de Arapça) değer kazanmasına sebep olduğu gibi, Al Cavaib gibi ünlü bir Arapça gazeteyi kapatıp yerine istanbulda kendi yayın organını yayınlayamamış olması sonucunda Kahire, istanbulun yerini alarak islam dünyasının kültür merkezi olmaya başlamıştır. Keza aynı şekilde 1880lere kadar bir basımcılık merkezi olan Beyrutun niteliğinin kaybettirilmesinde sansür uygulaması önemli bir rol oynamıştır. Çünkü kitapların ilk provaları sansür için doğrudan doğruya istanbula gönderilirdi ve dizilmiş metinler çok uzun süre kullanılmadan beklemek zorunda kalırlardı. Böylece Beyrutlu yayıncılar yavaş yavaş Mısıra yerleştiler ve ingiliz desteğiyle Mısır islam dünyasının yeni kültür merkezi haline getirildi.
II. Meşrutiyetinin ilanından 31 Mart Olayına kadar basın yıllardır beklediği yazma özgürlüğüne kavuştu. Mizah dergileri Abdülhamid dönemini yeren karikatürlerle doldu taştı. Ne var ki 31 Mart Olayından sonra yeniden başlayan sansür uygulaması II. Abdülhamid dönemini aratmayacaktı...
Necip Fazıl Kısakürek' in" ulu hakan II. Abdülhamit han" adlı kitabında geçen bir duası vardır. Çok acı. Zor dönemlerin sultanıdır. Mekânı cennet olsun.
Allahım helal etmiyorum!
Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!
Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili'nin (SalAllahu Aleyhi ve Sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!
Allahım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım!
Ya Âdil!
Bana "Kızıl Sultan" adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun!
Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?..
Fakat yâ Rahman!..
Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz!
Bize acı!
Resûlünün, Sevgilinin, Kainatın Efendisinin nurunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!
Yâ Kâdir!
Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allahım!
Ya Ma'bud !..
Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum!
Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!..
Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allahım!Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda Seni bir kere anabildim, Resûlüne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!
Yâ Sübhan!
Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana "Ümmetim, ümmetim!" diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi "Milletim, milletim!"diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ "Ba'sü ba'de'l-mevtsiz" bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..
Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı.
Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allahım!
sansürcü bir padişahtır. pantolon üstünden güzel gelebilir. içini görmek gerek.
basına sansür, internette kelimelere uygulanan sansür, rtük ile yayınları denetleme, özel mahkemeler kurup insanları yargılama, devletin kolluk güçlerini kendi adamlarından oluşturma, karikatür dergilerine dava açma, ihbar hatları kurma, cumhurbaşkanına hareketi hapis cezalı suç kapsamına alma gibi olaylarla tanınan recep tayyip'in idolüdür. hemen hemen aynı süreçlerden osmanlı'da geçmiştir.
bu adama karşı ayrı bir hayvanlığım var.
üç kıtanın son hanıdır da sürekli üzerinden anlatılan kıssalar, ki çoğunluğu doğrudur bunların beni benden alır.
sonuncusu da müşfika kadınefendi karısı yani o anlatıyor:
hastayken bir kere çorabını giydirdim, yedi kere hakkını helal et dedi.
abdestsiz yere basmazmış. allah mekanını cennet etsin.
kızıl diyenin bağrından gök girip kızıl çıksın.
gök sultun, göğe yaraşır sultan, hakan.