devrinde 93 harbine girilmesi meclis tarafından kararlaştırılan ulu hakandır. kendisi kesinlikle savaşa giremeyecek durumda olduğumuzun farkında olan bir zekaya sahiptir. siyasi zeka diyoruz. evet. şimdi diyeceksin ki adam padişah istese girilmez savaşa falan. bunun için de abdülhamit hanın kişiliğini daha yakından tanımak gerekir.
orhan koloğlu'nun ''kanuni olmak kolaydır, abdülhamid olmak zor.'' sözü ne kadar doğrudur. içten ve dıştan bir sürü düşmanla kuşatılmış, dünyanın en zorlu, en uzun yüzyılında yapayalnız bir hükümdar. -cennetmekan-
kendisine reva görülenleri mevla affetmemiş, yapanın yaptığı yanına kar kalmamıştır.
Sultanahmet'e her sabah erkenden gelip¸ mihrabın bir köşesinde gözyaşıyla sürekli inlemekte olan¸ saçı-sakalı ağarmış ihtiyar bir zat m.Akif'in dikkatini çeker. Nihayet bir gün yanına yaklaşarak neden bu kadar derbeder olduğunu sorar. ısrara dayanamayan adam halini gözyaşları içinde şöyle izah eder:
"Abdülhamid devrinde binbaşı idim. Anam-babam vefat edince Sadrazamlığa bir dilekçe gönderdim. "Mallarımız var¸ bunların bir bakıcıya ihtiyacı var; kabul buyurulursa istifa etmek istiyorum." dedim. Bana doğrudan hünkârdan bir yazı geldi. "istifan kabul edilmedi" deniyordu. Bizzat huzura çıkıp yüz yüze görüşmek istedim. Padişaha çıktım: "istifamın kabulünü istirham edeceğim; durumum budur." dedim. ısrarıma dayanamadı; öfkeli bir edâ ve elinin tersiyle: "Haydi! istifa ettirdik seni!" dedi. Gece¸ mânâ âleminde ordunun teftiş edildiğini gördüm. Efendimiz (s.a.v.) Yıldız Sarayı önünde orduyu teftiş ediyordu. Abdülhamid¸ edeple Efendimiz'in arkasında duruyordu. Derken¸ benim birliğime geldi. Başında kumandan olmadığı için darmadağınıktı. Efendimiz: "Nerede bunun kumandanı?" diye sordu. Abdülhamid de: "Ya Rasulullah çok ısrar etti¸ istifa ettirdik." dedi. "Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik!" buyurdu. işte ben o gün bugündür bunun hicranı ve pişmanlığı ile gözyaşı döküyor¸ kederleniyorum.''
ittihat terakki ve devamı olan chp zihniyetinin bu ülke ve insanımız için ne kadar zararlı olduğunu anlamamızı sağlayan şahsiyet.
büyük bir gemi düşünün her yerinden su alıyor. ve gemi yönetimine bir kaptan geçiyor ve su alan yerleri tıkıyor ve 32 yıl boyunca gemisini okyanuslarda yüzdürmesini becerebiliyor. sonra ittihatçı tayfalar geliyor ve bu kaptanı hal edip bir kamaraya kapatıyor, kaptan köşkünü ele geçiriyor ve 32 yıldır yüzen gemiyi 8 yıl gibi bir sürede okyanusun dibine batırıyor.
bu adamı kötüleyen ya da basit bir lider olarak gören kişi, tarih nedir bilmeyen hiç kitap okumamış bir öküzdür öküz.
tarih bilgisinden yoksun kemalist zavallılar tarafından her fırsatta hakkında atılıp tutulan gelmiş geçmiş en büyük padişahlardandır. bu bahsettiğim zavallılardan birinin profilindeki "zeka sorunu var" ibaresi de bir hayli güldürmüştür. değinmeden geçemedim.
* mesela ulu hakan'ın donanmayı haliç'e hapsettiğinden söz ederler. bunu da büyük ihtimal mektepteki kemalist zihniyetindeki tarih hocalarından duymuşlardır. zira ikinci abdülhamid düşmanlığı mekteplerde aşılanmaya başlar. mesela vahdettin de hainin tekidir(!) 93 harbi'nde batırılmaktan kurtulan hasarlı gemilerin neden haliç'te tutulduğundan bahsedecek olursak:
1. gemi üretim altyapısı hazır olmayan devletlerin sırf dışarıdan gemi satın alarak donanmalarını ayakta tutmaları mümkün değildir; bu süreç, tıpkı şimdiki f-16'lar gibi dışa bağımlılığı arttırır. kaldı ki, sultan abdülaziz'in kurduğu donanmanın hızla yenilenmesi gerekiyordu. 93 harbi'nden yenik çıktığı için rusya'ya milyonlarca altın tazminat ödemek zorunda kalan iflas etmiş devletimizin, gemilerin yenilenmesi bir yana yüzdürülmesi için bile kuvveti kalmamıştı.
2. abdülhamid, donanmayı toplu halde haliç'te tuttu. çünkü bu düşman için akdeniz'de dolaştırılmasından daha caydırıcıydı ve en hesaplısıydı.
3. bütün bunlara rağmen abdülhamid sayesinde denizaltı icad olunduğunda onu ilk edinen devletlerden biri olmuştuk. ancak o, temelde "karacı"ydı. silah yatırımlarını top ve tüfeğe yapmıştı. nitekim çanakkale savaşlarında kullandığımız krupp toplarının bir kısmı onun devrinde satın alınmış ve boğazlara yerleştirilmiştir.
4. ulu hakan eğer söylendiği gibi donanmaya düşman olsaydı, ruslar ayastefanos antlaşması'nda bazı gemilerimizi tazminat olarak istediklerinde direnmez, verip kurtulurdu. oysa cevabı son derece düşündürücü ve şaşırtıcıdır: "donanmanın elden çıkarılmasına kesinlikle razı değilim. bu maddeyi reddetmek için her türlü fedakârlığa hazırım. bu uğurda gerekirse canımı feda ederim."
* 12 adayı veren topraklarımızı korumak için söyledikleri hayranlık uyandıran abdülhamid değil inönü'dür. hatta onlar az gelmiştir imroz, Bozcaada ve Tavşanlı dışındaki bütün Ege adalarını, batı trakya'yı, musul'u, kerkük'ü, süleymaniye'yi ve hatay'ı da hediye etmişlerdir.
* o, yükselme döneminin değil, dağılma döneminin padişahıydı. sefere gidecek değildi. bütün bunlara rağmen kurduğu muazzam istihbarat ağı sayesinde düşmanlarını birbirlerine düşürerek dünya tarihindeki en ucuz cenkle devleti ayakta tutmayı başardı. ülkemizin dört bir yanında, hatta şu an ki sınırlarımızın dışında bile o saraydan çıkmayan padişahın yaptırdığı camilere, saat kulelerine ve başka amaçlı binalara rastlanır. düşünebilen için bu hayret vericidir!
cumaya gittiği yıldız hamidiye camii'nde kendisine süikast düzenlenmiştir. 26 kişinin öldüğü, 58 kişinin de yaralandığı o müthiş patlamadan abdülhamid allah'ın yardımıyla sağ kurtulmuş ve herkesin kaçıştığı patlama yerinden çevresindekilere "korkmayın!" diyerek soğuk kanlı bir şekilde arabasını kendi sürerek sarayına dönmüştür.
işte bütün bunlara rağmen koskoca padişaha korkak diyenlerse bir işe yaramayan canlarını kaybedecekleri korkusuyla ülkelerinin doğusuna gezmeye dahi gidemezler. ama abdülhamid yaşasaydı tıpkı kendisine süikast düzenleyenleri affettiği gibi iftiracı olan sizleri de affederdi. o, atatürk gibi her daim yanında yer alan adamları ipe göndermedi veya mahkum etmedi. (bkz: #15317991) o, kendisine süikast düzenleyenleri bile adamı yaptı ve düşmanın üzerine saldı. onun "baskıcı" diye nitelendirilen dönemi boyunca devlete zararlı görünen kimse idam edilmedi, sadece sürgüne gönderildi. ama atatürk'ün döneminde sadece şapkaya karşı geldiği için binlerce insan idam edildi öyle değil mi? bu soruya "öyle değil" diye cevap vermenizse gerçekleri değiştirmeyecektir!
Yavuz Sultan Selim'in türbesi Fatih'teki Yavuz Sultan Selim Camimin avlusundadır. Burada, II. Abdülhamid zamanında yaşayan bir türbedarı vardır. Bu türbedar fakir bir insandır, hanımı hamiledir. Bu hamile hanım bir sabah der ki: ''Efendi, yine türbeye gidiyorsun. Canım kiraz istiyor. Akşam gelirken bir kilo kiraz âl da gel.''
Türbedar, ''Tamam'' der, türbeye gider, akşama kadar hizmetini görür. Fakat akşam eve gelirken kiraz falan alamaz. Kirazın okkası pahalıdır, satın alacak para yoktur. Akşam eve gelir, kapıyı açar açmaz hanım, ''Hani kiraz, almadın mı?'' diye sorar.
Boynunu büker, ''Hanım, bugün işim çoktu, ayrılıp da çarşıya inemedim, yarın Allah nasip ederse alırım'' der ve hanımı yarına atar. Yarın yine türbeye gelir, akşama kadar düşünür. ''Bu akşam yine hanıma söz verdim, ben ne yapacağım?'' der.
O gün ikindi üzeri kendi kendine düşünürken elindeki süpürgenin sapını Sultanın sandukasına vurur. Der ki: ''Ey koca sultan, bunca senedir hizmet ediyorum sana, hiçbir himmetini görmedim. Hanım hamile. Bir okka kirazı dahi alamıyorum. Ne olur, himmet etsen de şu fakirlikten kurtulsam.''
Bu sözü sitem içerisinde söyler ve eve gider.
Akşam hanım yine,''Hani kiraz?'' deyince, boynunu büker, ''Hanım, yarın mutlaka alacağım'' der.
Üçüncü gün tekrar gelir, türbeyi açar, temizler, melul mahzun beklerken birden türbenin kapısında Padişahın faytonu görülür. içerisinden bir emir subayı iner, koşa koşa gelir. ''Efendi, türbedar sen misin?'' der.
türbedar ''Evet, benim'' der.
''Çabuk, Sultan seni istiyor, giyin gideceğiz.''
Adam şaşırır. Abdülhamid han'ın bir türbedarı çağırması, herhalde bir kusur sebebiyledir. Eli ayağı titrer, ''Efendim, benim kusurum yok, bir yanlışlık olmasın, belki başkasını çağırıyordur.'' derken, ''Türbedar sen değil misin?'' diye emir subayı tekrar eder. ''Benim'' deyince de, ''O halde buyur. Sultan seni çağırır, çabuk'' der.
Eli ayağı dolaşarak Padişahın faytonuna atlar ve saraya getirilir. Sultan Abdülhamid'in huzuruna çıkarırlar.
''Türbedar Efendi, sana söylerim, dedemin türbesinde ne oldu, çabuk söyle!''
Titremeye başlar ve olayı hatırlar. Der ki: ''Sultanım, hanım hamile, iki gündür kiraz istiyor, alamadım. En sonunda dün de elimdeki süpürgenin sapıyla Sultanımızın sandukasına vurdum ve onun himmetini istedim.''
Abdülhamid han ''Anladım'' der ve hemen çıkarır bir kese altın atar önüne. ''Bir daha böyle birşey olursa, Cennetmekan dedemi rahatsız etme. Sen dün orada dedemin sandukasına vurmuşsun, o da gece sabaha kadar benim başıma vurdu, beni uyutmadı. ''Niçin benim türbedarımla meşgul olmazsın?'' diye beni azarladı. Bir daha bir sıkıntın olursa dedemi rahatsız etme, doğru bana gel'' der.
Bir kese altını aldıktan sonra türbedar geri dönerken, Padişah emir subayına emreder: ''Bundan sonra Yavuz Sultan Selim dedemin türbedarlarının maaşı iki misli arttırılacaktır.'' Ve böylece türbedar hem bir kese altın alır, hem de maaşı iki misline çıkarılır.
muhtemelen döneminde ülkede devlet kurumları tarafından en çok fotoğraf çekilmiş olan osmanlı padişahıdır. döneminde ülkede farklı pek çok konuda geniş fotoğraflamalar yapılmıştır. bunların önemli kısmı devlet arşivlerinde olup, bazıları da albüm haline getirilerek diplomatik ilişki içinde olunan devletlere (örneğin abd) hediye edilmiştir.
üstad necip fazıl'ın da deyimiyle ulu hakan'dır. 30 küsür yıl osmanlının en sıkıntılu dönemlerinde en mantıklı adımları atmış, mustafa armağan hoca'nın da dediği gibi adeta kurtlarla dans etmiştir. osmanlıda ki emanetleri tam 33 yıl puslu yollarda saklamaya çalışmıştır.
Daha Sultan II. Abdülhamid Osmanlı tahtına oturmadan yirmi yıl önce, yani 1857 de Galiçya'da petrol çıkınca, leş kargalarından farksız Avrupa devletleri, Osmanlı topraklarında her türlü rezilliğe soyundu! Ve Abdülhamid Han tahta çıktığında istihbaratçılar hepten kıyasıya bir savaşa tutuşmuştu! Abdülhamid tahta oturur oturmaz, ingilizler Adana-Mersin Demiryolu imtiyazını aldılar. Ama sultan, durumu dengelemek için Almanlara Bağdat Demiryolu imtiyazını verdi. Sultan Abdulaziz'den bu yana Mezopotamya havzasında bütün imtiyazları ele geçirmek isteyen ingiliz destekli petrolcüler, Abdülhamid'in oyununa geldi böylece.
Almanlarla 1886'da yapılan Bağdat Demiryolu Anlaşması üzerine ingiliz, Fransız, Rus istihbaratçılar bölgede siyasi bunalımlar yaratıp birbiri ardına pis tezgahlara soyunarak Osmanlı'yı canından bezdirmek için her türlü yola başvurunca sultan asıl amacın petrollere el koymak olduğunu anladı tabi! Ve 1890 yılında hemen bir irade-i Seniye çıkararak petrol bölgelerini Memalik-i Şahane yani Padişah Mülkü olarak ilan etti. Böylece petrol bölgesini güvenceye alıyordu. Ancak petrol şirketleri padişaha gerekli dersi vermeye kararlıydı. Durup dururken, Bosna-Hersek'ten Yemen'e kadar Osmanlı Topraklarında ulusçuluk kavgaları başladı. Aslında Osmanlı topraklarında ulusçuluk hareketlerini başlatan ve yabancı istihbarat birimleriyle her türlü işbirliğine giren, Fransa'da üstlenmiş Jön Türk tayfasıydı. Yani Türk'tü bu adamlar ve kendi devletlerini parçalamak için petrolcüler ve casuslarla el ele vermişlerdi! Bu arada, petrol tutkusuyla gözü dönmüş ingilizler istanbul'a yeni bir büyükelçi yolladı. Shell Petrol Şirketi'nin başındaki Deterding'in has adamı Sir Philip Currie, istanbul'a gelir gelmez padişahı sıkıştırmaya başladı. Almanlar boş durur mu? Onlar da Kayzer'in yakın adamı, istihbarat uzmanı, casusların ağa babası Von Wahgenheim'ı istanbul'a büyükelçi olarak atadı! Padişah iki yandan da baskı altına alınmıştı. Abdülhamid Han, ingilizlere yüz vermedi, onlar da petrol imtiyazını alamayınca Akabe Körfezi'ne çıkarma yaptı, sudan bir bahaneyle. Abdülhamid, bunun üzerine müthiş bir hamle yaparak Almanların imtiyazlarını arttırdı, Hicaz Demiryolunu onlara verdi. Ve Alman donanması Akabe'ye dümen kırdı o saat! Bunu gören ingilizler hemen işgali kaldırdı. Ama Abdülhamid satranç tahtasının başından kalkmaya hazır değildi henüz. ingilizlerin Mısır konusunda taraf olmayacakların yolunda yazılı güvence istedi ve aldı Londra'dan!
O sırada, Almanlar lafı eveleyip gevelemeden, Musul petrollerini açıkça istedi Abdülhamid han'dan. Padişah, Büyükelçi Wahgenheim'a kapıyı gösterince, askeri eğitim ve devlet düzeni konusunda Prusya hayranı, Enver Paşa'ya yöneldi Almanlar. Fransızların yönlendirdiği Jön Türk hareketi böylece ittihat ve Terakki'ye dönüşerek Berlin'in denetimine girdi. Enver ve arkadaşları artık istanbul'u değil Berlin'i dinliyorlardı!
Sonra mı ne oldu? Biliyorsun ne olduğunu. Almanların yetiştirdiği en büyük devlet adamı Bismarck'ın deyişiyle dünyadaki bütün siyasi zekanın yüzde doksan beşine sahip olan Abdülhamid Han tahttan indirildi, Osmanlı imparatorluğu onun bunun elinde un-ufak oldu; petroller de sonunda 500 bin ingiliz altınına elimizden uçtu gitti.
Şimdi sen istersen, hala Abdülhamid'e Kızıl Sultan diye hakaret et, Jön Türk'leri ittihatçıları özgürlük kahramanları olarak alkışlamayı sürdür canım kardeşim! Ama güneşin balçıkla sıvanamayacağını da unutma!
Kaynak: Türkiye'de istihbarat Savaşları ve MiT Erdal Şimşek Destek Yayınları
şahsi serveti, sözde ittihatçı özde çapulcular tarafından yağmalanmış, (dağdan inme ayıların devlet adamlığı bu kadar oluyor anca) son kuruşuna kadar el konulmuş hakandır. bu durumdan anılarından şöyle bahseder:
''Bu günler hayatımın en elim günleriydi. Yalnız ben değil, çoluk-çocuğum da tazyik ediliyordu. Muhafız subaylar, eğer istedikleri parayı ordu emrine vermezsem, köşkün Osmanlı donanması ile topa tutulacağını, hepimizin yok olacağını söylemekten çekinmiyorlardı. istedikleri paranın bir kısmı tahvil, bir kısmı ise çocuklarımın Avrupa'da tahsili için Kredi Liyona bankasına yatırdığım elli bin lira idi. Memleketimden esirgeyeceğim hiç bir şeyim yoktu. Severek bu son üç-beş kuruşumu da verebilirdim. Fakat hayatımız bile emniyet altında değildi. Bizi korumakla vazifeli olanlar, bizi ölümle, topa tutmakla tehdit ediyorlardı. Vekaletnameyi gönderen hareket ordusu kumandanı Mahmud Şevket Paşa; ''Öldüğün zaman bu para nasılsa elimize geçecek, bizi buna zorlama, gönül rızanla ver de elimizi kana bulamayalım'' diyebiliyordu. Yanımda duran Fethi Bey'in yüzü sapsarı idi. Ona; ''Getir vekaletnameyi imzalıyacağım.'' dedim.''
şakirtler kabul etmesede bunların ağa babası said-i nursi sultan aleyhinde yazılar yazmış, siyasi çalışmalarda bulunmuş, dolayısıyla da sultanın hal edilmesinde pay sahibi olmuştur.
kendi kaleminden:
"Goruluyor ki, su teskilat cehennemi bir makine halindedir. Bu teskilat ile Türkiye idaresi muthis bir teror devrine girdi. Bu teror bence eski Fransiz teröründen baskındir. Hem bu fuhuslu, soygunlu mulevves bir terördur. Hurriyet imha edildi. yeni bir zulum ve istibdad devri basladi. Bu zulum ve istibdad Abdulhamid'inkinden de Ittihatcilarinkinden de dehsetli oldu. Zavalli Hamid kac kisiyi asmisti? Hic... Hele hic hirsizlik etmedi, hic fuhus yapmadi, hic israfta bulunmadi. Bilakis memlekette bunlarin onune gecmege calisti idi. Bu devre bakinca insan Abdulhamid aleyhine kiyam ettigine utaniyor."
aleyhinde konuşan, yazıp, çizen ama sonradan pişmanlık duyanların sayısı bir hayli fazladır. said nursi dışında örnekleri biraz daha çoğaltmak gerekirse:
enver paşa: "en büyük hatamız, abdülhamid'i anlayamamaktır!"
Rıza Tevfik Bölükbaşı, 31 mart komplosunu tertipleyenlerden. seneler sonra yazdığı bir şiirle abdülhamid'ten özür dilemiş, hasta yatağında da şunları söylemiştir:
"Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyla değil, tamamıyla aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han'a edilen iftiraları tespit gayesiyle yazdım. 31 Mart vakasını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnadla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart'ı tertipleyen ittihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart'ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın."
Süleyman Nazif, ittihat ve Terakki fırkasının içinde Abdülhamid'e düşmanlık etmiş, pişmanlığını da şu şekilde dile getirmiştir:
Dem-bedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket matemde, öksüz taht u taç,
Hasret olduk eski istibdada biz."
ahıskalı ali haydar efendi: "Sultan Abdülhamidi din düşmanları bize bile kötü tanıttılar. sonra anladık ki kerametleri olan büyük bir veli imiş. Osmanlı, islama çok büyük hizmetlerde bulundu. Hele Sultan Abdülhamid olmasa ehl-i sünnet eserleri ortadan kalkmaya mahkûm olurdu. Onun gayreti, siyaseti ve himmeti sayesinde ileriki nesillere sahih kaynaklar ulaşabildi.
Bir kere beni huzuruna kabul etti. Sultanlar perde arkasından konuşurlardı. Beni kendisine çok yaklaştırdı, birden perdeyi kaldırınca burun buruna geldik. O zaman bana: "Ali Haydar efendi! Etrafımda senin gibi taviz vermeyen âlimler olsaydı bu Devlet-i Aliyye bu hale gelmezdi." dedi. Allahu teala ona yüksek dereceler ihsan eylesin"
elmalılı hamdi yazır: Abdülhamid'in hal fetvasını hazırlayanlar içinde tefsir sahibi. "Hayatımda bu kadar ağır bir vicdan azabı çekmedim. Başıma ne geldiyse bunun manevî sillesidir. Gençlik saikasıyla bir iştir işledim. Allah beni affetsin!" demiştir.
Rıza Nur: "Hürriyet imha edildi. Yeni bir zulüm ve istibdad dönemi başladı. Bu zulüm ve istibdad Abdülhamid'inkinden de ittihadçılarınkinden de dehşetli oldu. Zavallı Hamid kaç kişiyi asmıştı. Hiç... Hele hiç hırsızlık etmedi, hiç fuhuş yapmadı, hiç israfta bulunmadı. Bilakis memlekette bunların önüne geçmeye çalıştı idi. Bu devre bakınca insan Abdülhamid aleyhine kıyam ettiğine utanıyor."
"ittihadçıların halini görünce Abdülhamid aleyhine çalıştığıma utanmış, ne büyük günah işlemişim demiştim. Bunu görünce Abdülhamid'e de ittihadçılara da rahmet okuyor, aleyhlerine çalışmakla ettiğim günahların affını Allah'dan diliyorum."
mehmet akif ersoy, abdülhamid'e karşı en ağır sözleri söyleyenlerden. lakin mısır'dayken yakın dostlarından Yozgatlı Mehmet Efendi'ye: "ölmez de iyileşebilirsem hatıralarımı yazmak istiyorum. Hatıralarımda Sultan II. Abdülhamid'e karşı itizar (özür dileme) ve itiraflarım olacak." demiştir.
son örneğimse biraz karışık olacak. şöyle ki, na-dürüst tevfik fikret 1891 yılında Mirsad dergisi'nin açtığı yarışmada Abdülhamid'e övgüler düzen şiiriyle birinci olunca adını duyurmuştur. Malumat dergisi'nde ise yine Abdülhamid'i öven bir şiiri yayımlanmıştır. lakin ne yazık ki aynı kişi 1905 yılındaki yıldız suikastının ardından abdülhamid'in öldürülememiş olmasına içerlemiş ve saldırıyı düzenleyene "ey şanlı avcı!" diye hitap ettiği övgü dolu bir şiir yazma gafletinde bulunmuştur. ve elbette o da pişman olmuştur. ama mühim olan pişmanlığı ahirete bırakmamaktır.