Hüzün dalgası çarptıysa bir insanın yüreğine ya mevlasını özlemiştir ya da mevlası onu,
Mevlayı özleyen gönül ya hüznü bekler yada hüzündedir.
Bela, gam ve keder mevlanın sevdiklerine gösterdiği kamçıdır.
Vurdukça kendine çeker.
en derinden hissettiğim duygu.. sevdiğin avuçlarının arasından kayıp giderken başka ne hissebilir ki insan? su misali, istediğin kadar tutmaya çalış, akıp kayıplara karışıyor adım adım..
yağmur hüzün gibi bir şey galiba: ilk başta, aman bana ilişmesin diye didinir sakınırsın, emniyetli kuru kalmak için elinden geleni yaparsın, ama baktın ki olmuyor, baktın ki yağmur üzerine dört bir koldan, gark olursun ta dibine kadar ve bir kez battın mı içine, ha bir damla eksik ha bir damla fazla ne farkeder.
hüzün.. hüzün öyle birşeydir ki; gözyaşlarının yanağa ve sonra da dudaklara damlamasıdır. hüzün öyle birşeydir ki; gözlerin etrâfındaki damlaların görüş açımızı etkilediği bir duygudur. hüzün öyle birşeydir ki; fonda müslüm gürses yâhut ferdi tayfur dinletecek kadar güçlü bir olgudur. hüzün öyle birşeydir ki; esir alır insanı. hoşa da gitmez değildir hani..
en tehlikeleli saatlerdir güneşim hafiften kaçıp, havanın kızıllığa saklandığı o saatler. bir temmuz günü, havanın kızıllığı yüzüme yansıyor. birden hayatımın o en yalnız ve birileri tarafından en çok kuşatılmışlık duygusunu yaşıyorum. hava kızıl, güneş gözüküyor ama ne kendine faydası var ne de yeryüzüne. cepte kırışmış, buruşmuş bir soft paketten çıkarılan sigara ağza götürülürken böylesi güzel, huzur vermesi gereken yaz gününün bu olmasını inkar ediyorum.
hava kızıldı, asfalttan yansıyodu yüzüme. hani fiskiyelerin çalıştığı ve sadece sokakta bisiklete binen çocukların sesini meze etmiş akşam yemeği tadında. balkon ışıkları kızıllığa renk katsada.. hazan saatleri bu, nedensiz hüzün, nedensiz gözyaşı.
nası biliyo musun? saatlerdir bir şeyler karalamaya çalışıyorum. sanki sözcükler benden kaçıyor. içimde gözyaşı var gibi hissediyorum. ama artık dökecek dermanım yok. aklıma geliyo anlıyo musun? susarken, sessizlik mi konuşmak mı karar veremiyorum. yatağıma bile misafirim, kavgalıyız. sigara yakıyorum, ancak sigara beni yakmıyor o denli. alışmaya çalışıyorum anladın mı? alışamayacağımı bile bile, benim hayalimi başkasının yaşayacağını, seni gülerken göremeyeceğimi bile bile... yaşasam bile eksildim şimdi, mutlu olsam da, istediğim o değildi; yetindim... gölgemde, görmek istemediğim ama istediğim yerde, biraz umut var anladın mı? hüzün orada işte...
çoğu vakit yakalayamadığım, yakaladığımda hüznü bile ağlattığım durum.
içimde bir sızı var anlamsız.
kimse duymaz sesimi,
kimse görmez yanan bedenimi.
bak hüzün bir kadeh fazla masada.
nedense en çok hazanda kapınılan duygu.
bir kedinin bakışlarında, arkasından bakılan sevgilinin ayak izlerinde, tren raylarının tıkırtısında... yüzlere bırakılan acı gülümseyiştir.
telefondan gelen mekanik ses artık içten içe canımı yakmaya başlamıştı. iletişim çağında iletişemediğim bir kimse. iletişim! kirpiğini yanağımda hissedemedikten sonra elimden gelen nedir ki? ona muhtaç olduğumu söyledim aldığım cevapsa düşük pikselli bir kameranın noktaları kadar keskindi ve yüreğimi kesmeye yetti. "msn var, telefon var hem hergün görüşüyoruz ne var ki bunda?"
bu kadar basitti.. ne vardi ki mekanik seste ve donuklaşıp duran görüntüde. içimdeki hüzne rağmen mutlulukçuluk oynamaya devam etmiştim yine. ama hüznün tarifini işte tam olarak şimdi anlamıştım. geri gelmeyecek olan aile üyelerimde, kaybettiklerimin arkasından bu tanım ilk defa beynim tarafından idrak edilmişti ve yetmişti de..
anladım ki hüznün tanımı çok ama tarifi tektir. "burukluk"
selahaddin içli'nin kürdilihicazkâr makâmındaki bestesinin cansın erol'un yazdığı güftesinde de dendiği gibi; "zaman zaman deli dalgalarla gelip, gönlün kıyılarını vuran" his.
ne kadar hüzünlü görünüyor dünya bu ara gözlerinden senin.. böyle bir bulutlu, böyle bir kırmızı, böyle bir gri..
bırak yanaklarında kalsın ellerim diyecek oluyorum alnına dayamışken alnımı.. sonra anlamsızlığını idrak ediyorum kelimelerin. bir şeyler söylemek, bir şeyler yazmak ne kadar güç, ne kadar saçma tam da o an.. sessizliğin bu kadar iyi konuştuğunu daha önce hiç duymamış biri olarak boğazıma bir yumru oturuveriyor..
sonra çıkıp hayata devam ediyoruz..
oysa hiç bir şey dışardan göründüğü gibi değil, değil mi?
(03.02.2008)