Sosyalist ateistlerle çelişki yaratan peygamberdir. Din konusunu es geçerek düşünülecek okursak çevremiz coğrafyasını değiştiren, devrim yaratan insandır.
Peygamberimiz (asm)'in “ümmi” oluşunun pek çok hikmeti vardır. Bunlardan birisi şudur: Şayet Peygamberimiz yazı yazıp okuyabilseydi, Kureyşliler, “O, bu kadar bilgiyi eski kitapları okudu da, oradan öğrendi, Kur’an’ı da eski bilgilerine dayanarak yazdı.” diyeceklerdi. Bu konuyu yukarıda meali verilen şu ayet şöyle dile getirir:
“Sen Kur’an’dan önce hiçbir kitabı okur değildin, elinle de onu yazmadın. Böyle olsaydı müşrikler elbette şüphelenirdi.” (Ankebut, 29/48.)
Rasûlüllah (asm)'in okuma-yazma bilmediği tüm âlimler tarafından kabul edilmektedir. Nitekim bu durum şu âyette de açıkça ifade edilmektedir:
"Ey Resulüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazı yazan bir insan değildin; eğer böyle olsaydı, batıl iddia peşinde olanlar şüphe edebilirlerdi." (Ankebut, 29/48).
Hz. Peygamber (asm)’ın ümmîliğin yaygın olduğu bir topluma mensup olduğu bilinmektedir. Kendisinin de ümmî, yani öğrenim görmemiş, okuryazar olmayan bir zat olduğu, tarihî bir gerçektir. Halbuki Kur’ân-ı Kerim'de çok çeşitli bilim dallarına ait bilgiler, ilmî prensipler, neticeler, atıflar veya işaretler vardır. Sadece Yahudi ve Hristiyan dinlerine ve kutsal kitaplarına dair bilgileri gözönünde bulunduracak olursak büyük bir yekün teşkil eder. Bu konulara girmek, hele hele o alanın ilim adamları arasındaki ihtilaflı konularda görüş bildirmek, eleştiri yapmak, karar verip hükme bağlamak, bilgi sahiplerinin bile yanaşamayacağı bir iştir.
Şu hâlde Kur’ândaki bu bilgilere bir merci lâzımdır. Kur’ânı tebliğ eden ve kırk yıllık ömrünü kendi hemşehrilerinin arasında geçiren Hz. Muhammed’in; okul, öğretmen görmediği, hatta yazma bile bilmediği kesindir. Zira Kur’ân, sayısız muhaliflere karşı bu âyeti bildirmiş, hiçbir düşman çıkıp da onun yazı bildiğini ileri sürememiştir. Öyleyse Kur’ân’ın her şeyi bilen Allah Teâla tarafından gönderildiği kesinlik kazanmaktadır.
Tefsirlerimizde “ümmi” kelimesi üç anlamda kullanılıyor:
1. “Ümm”, anne anlamına gelen bir kelimedir. “Ümmi” kelimesi de, buradan türetilmiş bir isimdir. Böylece ümmi, anasından doğduğu hal üzere kalan, okuma yazma bilmeyen, yaratılışı yeni bir şey öğrenmekle değişmeyen insan”a denir.
2. Arap milletine de “ümmi” denirdi. Eskiden beri Araplar, yazı ve hesap bilmeyen bir millet olarak tanınır. Peygamberimiz (asm.) bir hadiste,
“Biz yıldızların hareketinden hesap çıkarmayan ve yazı yazmayan bir milletiz.”(Müslim, Sıyam: 15.)
buyurarak bu durumu dile getirir.
3. “Ümmi” Ümmü’l-Kurâ anlamına da gelir, “Mekkeli” demektir. Her üç anlamda da Peygamberimiz (asm)'in okuma yazmayla uğraşmamış olduğu ortaya çıkar. Zaten Kur’an-ı Kerim açıkça Peygamberimizin ümmi olduğunu bildiriyor. Üç ayette “Ümmi Peygamber” ifadesi yer alıyor. (A'raf, 7/157, 1588; Cuma, 62/2.)
Peygamberimiz (asm)bir kitap veya yazıya bakarak okuyamıyordu, fakat Kur’an-ı Kerim’i ezberinden çok güzel okurdu. Kur’ân okumasını ona Cebrail Aleyhisselam öğretmişti. Bu konuda A’lâ Suresi 6. Âyette şöyle buyurulur:
“Bundan böyle sana Cebrail’in öğreteceği üzere Kur’an’ı okutacağız da, unutmayacaksın.”
Peygamberimiz (asm) hiçbir âlimden ders almamış, hiçbir kitap okumamış, hiçbir ilim meclisinden bir şey öğrenmemiş; bir kelime de olsa yazı yazmamıştır. Fakat Peygamberimiz ümmiliğiyle beraber bütün ilimlere vakıftı, bilmediği bir şey yoktu. Ona her şeyi öğreten Rabbiydi.
Peygamberimiz (asm) islâmı anlatmaya başladıktan sonra hiç kimse çıkıp da “Falan meseleyi ona ben anlatmıştım, ben öğretmiştim.” dememiştir.
peki tevrata ve incile henüz doğmamış bir peygamberin (hz muhammed) vasıflarını kim yazdı ?
“Onlar, yanlarındaki Tevrat ve incil’de vasıflarını yazılı buldukları o ümmî nebî olan peygambere tâbi olanlardır. O (peygamber), onlara iyiliği emreder, onları kötülükten sakındırır…"
"De ki: 'Ey insanlar! Şüphesiz ki ben sizin hepinize, göklerin ve yerin hükümrânlığı kendisine ait olan, kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan, hayat veren ve öldüren Allah’ın gönderilmiş elçisiyim. O halde Allah’a iman edin. Allah’a ve kelimelerine iman eden ümmî nebi olan elçisine de iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız.' ”(A'raf, 7/157-158).
“Sen bundan önce ne bir Kitâp okuyor (tilavet ediyor), ne de elinle onu yazıyordun. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar elbette şüpheye düşerlerdi.”(Ankebut, 29/48)
bu garip seni nasıl anlatsın .seni anlayabildiğim ve anlatabildiğim bütün güzel sıfatlarla anıyorum .
lütfen beni ümmet olarak kabul buyurunuz efendim .
Eğer istersen gel... Asr-ı Saadet'e, Ceziretül- Arab'a(arap yarımadası) gideriz. Hayâlen olsun Onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. işte bak:
...şu Asr-ı saadeti görmiyenlere Ceziretül-Arab'ı gözlerine sokuyoruz...
Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. O Zâtın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?
---
Hem bilirsin: Küçük bir adam, küçük bir haysiyetle küçük bir cemaatte, küçük bir mes'elede, münazaralı bir dâvada hicabsız, pervasız; küçük , fakat hacaletâver(utanç verici) bir yalanı; düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telaş göstermeden söyliyemez.
Şimdi bak bu zâta;
pek büyük bir vazifede,
pek büyük bir vazifedar,
pek büyük bir haysiyetle,
pek büyük emniyete muhtaç bir halde,
pek büyük bir cemaatte,
pek büyük husûmet karşısında,
pek büyük mes'elelerde,
pek büyük dâvada,
pek büyük bir serbestiyetle,
bilâ-perva(pervasızca)
bilâ-tereddüt(tereddütsüz)
bilâ-hicab(sıkılmadan)
telâşsız,
samimî bir safvetle(samimi bir saflıkta)
büyük bir ciddiyetle,
hasımlarının damarlarına dokunduracak şedit(şiddetli) ulvî bir surette söylediği sözlerinde hiç hilâf(zıdlık) bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür?
Evet, hak aldatmaz, hakikâtbîn(hakikatı gören) aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir*; hakikatbînin gözüne hayâlin ne haddi var ki, hakikat görünsün..
bana göre bir yalancı bazılarına göre de üstün bir kişiliktir, tabi herkes birbirine saygı duyduğu sürece tarafımca hiçbir zaman küfredilmez ve gerektiği gibi isminin başında 'hazreti' ibaresi kullanılır.
Peygamberimiz hem vekarlı hem de çok alçak gönüllü idi. Asla büyüklük taslamaz, bir yere gittiği zaman kendisine ayağa kalkılmasını ve elinin öpülmesini bile istemezdi. Bir defasında adamın biri elini öpmek isteyince Peygamberimiz elini geri çekmişti. Bir meclise gittiği zaman boş bulduğu yere oturur, ayaklarını başkalarına karşı uzatmazdı.
O, şöyle buyurmuştur:
«Kim müslüman kardeşine alçak gönüllü davranırsa Allah onu yükseltir. Kim kibirlenir, üstünlük taslarsa Allah onu alçaltır.» (78)
Peygamberimiz; zengin, fakir ayırımı yapmaz, kendisini bir hizmetçi dâvet etse bile, giderdi. Yoksul ve fakirlerle birlikte oturup yemek yer, en fakir kimselerin evlerine giderek hal ve hatırlarını sorardı. Hastaları ziyaret eder, iyileşmeleri için dua ederdi. Hasta olan bir yahudi gencini de ziyaret etmişti.
Başkaları konuşurken sözlerini kesmez, onları dinlerdi. Hayatı son derece sade idi. Kendisine ikram edilen yemeği severek yerdi. Sevmediği bir yemek olursa yemez, fakat yemeği asla kötülemezdi. Peygamberimiz kendisine fazla hürmet edilmesini ve aşırı şekilde övülmesini uygun bulmazdı.