şeyh uçmaz mürit uçurur. eşya taşımaktan kolum koptu deyince yorgunluğu tanımlamak yerine sahiden kolun koptuğunu anlaması gibi ayın ortadan ikiye yarılmasınıda fiziki olarak algılaması doğaldır.
şeyh uçmaz mürit uçurur. kitap kolum koptu deyince yorgunluğu tanımlamak yerine sahiden kolun koptuğunu anlaması gibi ayın ortadan ikiye yarılmasınıda fiziki olarak algılaması doğaldır.
Geçen gün kubarı kova yabdık ali Bekir Ömer Osman oturduk vuruyoz kubara bi tribe girmişiz sanki ay götüme benziyor. Ali de demesin mi muho ay sikilir mi? Vay dübürüne bilezik çakayım.
Aynen Nasrettin hocanın gölü mayalayarak yoğurt yapma projesi gibi maelesef tutmamış bir Apocalyps hikayesidir. Ay tutulması olabilir diye tahmin ediyorum.
Yaratıcı dışında kimselerin mucizesi yoktur. Mucize Yaratıcıya aittir. Sonsuz kudret ondadır. Eğer o isterse bu güçleri verebilir.
islama inanan kimse kelime-i şehadeti unutmasın. Manası aşağıdadır.
Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, ve yine şahitlik ederim ki Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir.
Yani nedir? Hz Muhammed' de Allah'ın kuludur.
Tabi bu söylediklerim inananları bağlar.
onu da ya aha dur ayı ikiye böldüm diye kayda alayım demiştir ya da yarım ayın ne olduğunu bilmediği için safçana öyle tasfir etmiştir..
ama gel gör ki, kuran ayetlerinden portakalın yüzey alanını çıkarmak için uğraşan bir tane zat-ı muhterem de dememiştir ki yahu adam yarım ay’ı tariflemiş..
işine gelmeyen şeyi görmezler, işine gelecek de her şeyi onaylar bu arkadaşlar..
allahın büyük bir mucizesidir ki. bilim adamlarınca da ayın bir zamanla ikiye bölündüğü ispatlanmıştır. her mucize mantıklı olacak diye de bir kural yok. sen secdeye eğildiğinde ister istemez mucizelere gönülden bağlanıyorsunuz.
siz atayislere her şey laylay lom zaten. kalpten inanç yok. ebu süfyan da sizin gibiydi sonra tövbe etti ama iş işten geçti. cehennem közü şu an.
uydurma bir rivayetten fazlası değildir. inanmayın böyle şeylere. Ayette bahsedilen şey de ikiye bölme değildir. Doğru kaynaklardan beslenmeyi tercih edin.
Olay katı surette vukuu bulmuştur fakat bazı noktalarda insanın kafası karışabiliyor. Eğer sizinde benim gibi aklınıza sığışmayan noktalar varsa buyrun şu risaleyi okuyalım:
ŞAKK-I KAMER MU'CiZESiNE DAiRDiR
On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤٰﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Kamer gibi parlak bir mu'cize-i Ahmediye (asm) olan inşikak-ı kameri, evham-ı fâside ile inhisafa uğratmak isteyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallidleri diyorlar ki: "Eğer inşikak-ı kamer vuku bulsa idi umum âleme malûm olurdu. Bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelirdi."
Elcevap: inşikak-ı kamer; dava-yı nübüvvete delil olmak için o davayı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette âni olarak gösterildiğinden hem ihtilaf-ı metali' ve sis ve bulut gibi rü'yete mani esbabın vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususi kaldığından ve tarassudat-ı semaviye pek az olduğundan bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir.
Şakk-ı kamer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan şimdilik beş noktayı dinle:
Birinci Nokta: O zaman, o zemindeki küffarın gayet şedit derecede inatları tarihen malûm ve meşhur olduğu halde, Kur'an-ı Hakîm'in ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُdemesiyle şu vak'ayı umum âleme ihbar ettiği halde, Kur'an'ı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse şu âyetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar.
Eğer o zamanda o hâdise o küffarca kat'î ve vaki bir hâdise olmasa idi, şu sözü serrişte ederek gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamber'in iptal-i davasına hücum göstereceklerdi. Halbuki şu vak'aya dair siyer ve tarih, o vak'a ile münasebettar küffarın adem-i vukuuna dair hiçbir şeyini nakletmemişlerdir.
Yalnız ﻭَ ﻳَﻘُﻮﻟُﻮﺍ ﺳِﺤْﺮٌ ﻣُﺴْﺘَﻤِﺮٌّâyetinin beyan ettiği gibi tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar "Sihirdir." demişler ve "Bize sihir gösterdi.
Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattir.
Yoksa bize sihir etmiş." demişler.
Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: "Böyle bir hâdiseyi gördük." Sonra küffar, Fahr-i Âlem (asm) hakkında -hâşâ- "Yetim-i Ebu Talib'in sihri, semaya da tesir etti." dediler.
ikinci Nokta: Sa'd-ı Taftazanî gibi eâzım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: inşikak-ı kamer; parmaklarından su akması umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayandığı kuru direğin müfarakat-ı Ahmediyeden (asm) ağlaması umum cemaatin işitmesi gibi mütevatirdir.
Yani öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesîre nakletmiştir ki kizbe ittifakları muhaldir.
Hâle gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevatirdir.
Görmediğimiz Serendip Adası'nın vücudu gibi tevatürle vücudu kat'îdir, demişler.
işte böyle gayet kat'î ve şuhudî mesailde teşkikat-ı vehmiye yapmak, akılsızlıktır.
Yalnız muhal olmamak kâfidir.
Halbuki şakk-ı kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.
Üçüncü Nokta: Mu'cize dava-yı nübüvvetin ispatı için münkirleri ikna etmek içindir, icbar etmek için değildir.
Öyle ise dava-yı nübüvveti işitenler için ikna edecek bir derecede mu'cize göstermek lâzımdır.
Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelal'in hikmetine münafî olduğu gibi sırr-ı teklife dahi muhaliftir.
Çünkü "Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak" sırr-ı teklif iktiza ediyor.
Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı kameri, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semaviye gibi ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı ve risalet-i Ahmediyeye (asm) hususiyeti kalmazdı veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu'cize olacaktı ki aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek.
Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp sırr-ı teklif zayi olacaktı. işte bu sır içindir ki hem âni hem gece hem vakt-i gaflet hem ihtilaf-ı metali' ve sis ve bulut gibi sair mevanii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.
Dördüncü Nokta: Şu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken âni bir surette vuku bulduğundan etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek.
Bazı efrada görünse de gözüne inanmayacak.
inandırsa da elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i vâhid ile tarihlere bâki bir sermaye olmayacak.
Bazı kitaplarda "Kamer iki parça olduktan sonra yere inmiş." ilâvesi ise ehl-i tahkik reddetmişler.
"Şu mu'cize-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münafık ilhak etmiş." demişler.
Hem mesela o vakit, cehalet sisiyle muhat ingiltere, ispanya'da yeni gurûb; Amerika'da gündüz; Çin'de, Japonya'da sabah olduğu gibi başka yerlerde başka esbab-ı maniaya binaen elbette görülmeyecek.
Şimdi bu akılsız muterize bak, diyor ki: "ingiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvamın tarihleri bundan bahsetmiyor.
Öyle ise vuku bulmamış." Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerinin başına!
Beşinci Nokta: inşikak-ı kamer, kendi kendine bazı esbaba binaen vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hâdise değil ki âdi ve tabiî kanunlarına tatbik edilsin.
Belki şems ve kamerin Hâlık-ı Hakîm'i, Resulünün risaletini tasdik ve davasını tenvir için hârikulâde olarak o hâdiseyi îka etmiştir.
Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i rububiyetin istediği insanlara ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir.
O sırr-ı hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dava-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktar-ı zemindeki insanlara göstermemek için sis ve bulut ve ihtilaf-ı metali' haysiyetiyle; bazı memleketin kameri daha çıkmaması ve bazıların güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurûb etmesi gibi o hâdiseyi görmeye mani pek çok esbaba binaen gösterilmemiş.
Eğer umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin (asm) neticesi ve mu'cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti bedahet derecesine çıkacaktı.
Herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı.
iman ise aklın ihtiyarıyladır.
Sırr-ı teklif zayi olurdu.
Eğer sırf bir hâdise-i semaviye olarak gösterilse idi, risalet-i Ahmediye (asm) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.
Elhasıl: Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı, kat'î ispat edildi.
Şimdi vukuuna delâlet eden çok bürhanlarından altısına {(Hâşiye): Yani altı defa icma suretinde, vukuuna dair altı hüccet vardır.
Bu makam çok izaha lâyık iken maatteessüf kısa kalmıştır.} işaret ederiz.
Şöyle ki:
Ehl-i adalet olan sahabelerin vukuuna icmaı.
Ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُtefsirinde onun vukuuna ittifakı.
Ve ehl-i rivayet-i sadıka bütün muhaddisînin pek çok senetlerle ve muhtelif tarîklerle vukuunu nakletmesi.
Ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti.
Ve ilm-i kelâmın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamlarının ve mütebahhir ulemanın tasdiki.
Ve nass-ı kat'î ile dalalet üzerine icmaları vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin (asm) o vak'ayı telakki-i bi'l-kabul etmesi, güneş gibi inşikak-ı kameri ispat eder.
Elhasıl: Buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi.
Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır.
Evet tahkik öyle dedi, hakikat ise diyor ki:
Sema-yı risaletin kamer-i müniri olan Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet, nasıl ki mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyetindeki velayetin keramet-i uzması ve mu'cize-i kübrası olan mi'rac ile yani bir cism-i arzı semavatta gezdirmekle semavatın sekenesine ve âlem-i ulvi ehline rüçhaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velayetini ispat etti.
Öyle de arza bağlı, semaya asılı olan kameri, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek arzın sekenesine, o arzlının risaletine öyle bir mu'cize gösterildi ki Zat-ı Ahmediye (asm) kamerin açılmış iki nurani kanadı gibi risalet ve velayet gibi iki nurani kanadıyla, iki ziyadar cenah ile evc-i kemalâta uçmuş; tâ Kab-ı Kavseyn'e çıkmış hem ehl-i semavat hem ehl-i arza medar-ı fahir olmuştur.
ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَﻋَﻠٰﻰ ﺍٰﻟِﻪِ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻭَﺍﻟﺘَّﺴْﻠِﻴﻤَﺎﺕُ ﻣِﻠْﺎَ ﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ ﻭَﺍﻟﺴَّﻤٰﻮَﺍﺕِ