hatalıdır. aaslında tam olarak peygamberimiz öylece duruyormuş dünya onun üzerine yaratılmış. hayır tamam siz beyinsizsiniz her birşeye inanıyorsunuz. hiç mi dalga geçilecek diye de korkmuyorsunuz. sizin yüzünüzden biz de günaha giriyoruz.
yazarın duası: allahım beyinsizler yüzünden işlediğim günahlarımdan dolayı beni affet. ama onların beynini kullanamaması emin ol senin de suçun değil. sen onlara gereken malzemeyi verdin.
allah dünyayı insanlar için yaratmışdır...ve beşerin en hayırlısı olarak muhammed(a.s) ı seçmişdir...mülk allahın olduğuna göre o istemiş ve yaratma sanatının en nurani cismini onda var etmişdir...varlık allahındır...takdirde onun...elbette yarattığına sebep olacak güzelliğide yarattığı beşerin en hayırlısına vermiş olabilir...mülk onun,varlık onun...
Tasavvufta sık sık kullanılan ve kutsi hadis olarak da rivayet edilen, Sen olmasaydın ben kainatı yaratmazdım (Levlake...) (Acluni, II: Hakim el Müstedrek, II: 615) ifadesiyle varlığın Hz. Muhammed için yaratıldığı anlatılır.
Emirdağ Lahikasındaki bir mektupta, Levlake... hadis-i kutsisine dair yazılan Bu hitap zahiren Hz. Peygamber Aleyhissalatü Vesselama müteveccih ise de, zımnen hayata ve zevil hayata racidir şeklindeki bilgiyi Bediüzzaman tadile muhtaç görür ve şöyle izah getirir. Çünkü külli hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kainatın hayatı, hem ism-i Azamın tecelli-i azamının mazharı ve bütün ziruhların nuru ve kainatın çekirdek-i aslisi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitap, doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder denilir.
Çekirdek ve Meyve
Tasavvufi anlayışta, Rasül-i Ekremin ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan Peygamber insanlığın manevi babasıdır. Hz. Adem insanların maddeten babası (ebul beşer) Hz. Peygamber ruhların babası olduğu söylenir.
Risale-i Nurda da Hz. Peygamber, yaratılmışların çekirdeği ve en mükemmel meyvesi olarak ifade edilir. Bu hakikat aşağıdaki alıntıda şöyle izah edilir:
Ve herhalde, zîhayat içinde o fert zîşuurdan olacaktır. Çünkü, zîhayatın envâı içinde en mükemmeli zîşuurdur. Ve herhalde, o ferd-i ferid, insandan olacaktır. Çünkü, zîşuur içinde hadsiz terakkiyâta müstaid, insandır. Ve insanlar içinde, herhalde o fert Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olacaktır. Çünkü, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar hiçbir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez. Zira, o zat, küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini saltanat-ı mâneviyesi altına alarak, bin üç yüz elli sene kemâl-i haşmetle saltanat-ı mâneviyesini devam ettirip, bütün ehl-i kemâle, bütün envâ-ı hakaikte bir üstâd-ı küll hükmüne geçmiş. Dost ve düşmanın ittifakıyla, ahlâk-ı hasenenin en yüksek derecesine sahip olmuş; bidâyet-i emrinde, tek başıyla bütün dünyaya meydan okumuş; her dakikada yüz milyondan ziyade insanların vird-i zebânı olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânı göstermiş bir zat, elbette o ferd-i mümtazdır, ondan başkası olamaz. Bu âlemin hem çekirdeği, hem meyvesi odur.
Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır. Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır. Akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü'l-hülâsadır ve risalet-i Muhammediye dahi (a.s.m.), kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.), âsârının şehadetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur'ân dahi, hayattar hakaikinin şehadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.
Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur'ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.
Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (sallallâhu aleyhi ve sellem) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-ı Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nur-ı Muhammedî onun andelîbi olur. Eğer pek büyük bir saray farz edilirse, Nur-ı Muhammedî o Sultan-ı Ezelî'nin makarr-ı saltanat (saltanat merkezi) ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı san'atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadi ve teşrifatçı olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika san'atları, hârikaları ve mucizeleri tarif ediyor. Halkı o saray sahibine, sâniine iman etmek üzere câzibedar, hayret-efza davet ediyor. Binaenaleyh incil'de "Ahmed", Tevrat'ta "Ahyed" ve Kurânda "Muhammed" ismiyle müsemma, iki cihanın güneşidir.
insanlardan bir çekirdek var ki, Cenâb-ı Hak şecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiştir. O çekirdek de ancak ve ancak bütün ehl-i kemâlin ve belki nev'-i beşerin nısfının ittifakıyla efdal-ül halk, seyyid-ül enâm (herkesin efendisi) Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.
Bu kâinat sahibinin tezahür-ü rubûbiyetine ve sermedî (ebedî) ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanatına küllî bir ubudiyet ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta güneş lüzumu gibi elzemdir ki; nev'-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük peygamberi ve Fahr-i Âlem ve hakikat-ı Muhammediye (sallallâhu aleyhi ve sellem) hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu gibi, bu kâinatın hakikî kemalâtı ve sermedî Cemîl-i Zülcelâl'in bâki âyineleri ve sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef'alinin vazifedar eserleri ve çok manidar mektupları olması ve bâki bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların müştak oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatları, hakikat-ı Muhammediye (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Risalet-i Ahmediye (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile tahakkuk ettiğinden, nasıl bu kâinat nun risaletine gayet kuvvetli ve kat'î şehadet eder.
F. Gülen Hocaefendi, bu konuda şunlara dikkat çeker:
Hakikat-ı Muhammediye (sallallâhu aleyhi ve sellem) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem ism-i A'zam'ın tecelli-i a'zamının mazharı ve bütün zîruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitap doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete Onun hesabına nazar eder.Efendimiz’in temsil ettiği bir Hakikat-ı Ahmediye var, bir de Hakikat-ı Muhammediye var. Dünyayı teşriflerinden önce O, Hakikat-ı Ahmediyesi ile vardır ve Kâbe hakikatı ile tev’emdir. Bu sebeple O, incilde Ahmed ismiyle anılmıştır; Kuranda da geçtiği üzere, Hz. isa (as) Onu, Ahmed ismiyle müjdelemiştir. O, dünyayı teşrifleri ve risaletleriyle birlikte Hakikat-ı Muhammediyeyi temsil etmiştir. Vefatından sonra da, yine Hakikat-ı Ahmediyenin tecellisi söz konusudur.
Meselenin bir diğer yönü de şudur: Hz. Peygamber'in (sav) risâlet ve nübüvveti temelde, diğer bütün peygamberlerden önce idi. Nitekim O, bir hadislerinde: "Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur" buyurmaktadır. Diğer bir hadislerinde de; "Hz. Adem henüz çamur ve balçık arasında debelenirken, Ben peygamber idim" ferman etmektedir. Demek ki, O'nun peygamber olarak planlanması, herkesten önceydi. Bu mesele, tasavvufçularca "hakikat-ı Ahmediyye" ünvanıyla ele alınmış ve uzun uzun üzerinde durulmuştur. Onların bu mevzudaki mülahazalarında, hakikat-ı Ahmediyye, aynı zamanda kainatın da hakikatı olarak işlenmiştir ki, bununla da, Hz. Peygamber'in (sav) büyüklüğü ve en büyük risâlete mazhariyeti anlatılmak istenmiştir.
Necip Fazıl, Onu ifade için O ki, o yüzden varız derdi. Bu yaklaşım, hadis kriterleri açısından tenkid edilse de, mânâsı doğru olan Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım hadis-i kudsîsinden mülhemdir. Evet Allah, kâinatı Onun için yaratmıştır. Kâinat, Allahı anlatan bir kitapsa -ki, öyledir- bu kitabın tercümanı Hz. Muhammed (s.a.sdir. O olmasaydı, kâinat kitabı okunamayan, anlaşılamayan bir sır olarak kalacaktı. Dolayısıyla onun içinde yaşayacak ama, onunla Allahı tanıyamayacak ve O#8217;na ulaşamayacaktık. Oysa ki, Allah, Kurân-ı Kerimde beyan ettiği üzere, varlığı, kendisine ibadet etsinler, ibn Abbasın tefsirine göre de, kendisini tanısınlar diye yaratmıştır. Bu itibarla denebilir ki, Hz. Muhammed olmasaydı, varlık bilinmeyecek ve dolayısıyla Allah da tanınmayacaktı. Öyle ise Ona varlığın ille-i gaiyesi, yani, yaratılış sebebi denebilir.
Onu, kendinden önce gelen her peygamber, misyonu ölçüsünde ve çerçevesinde anlatmış ve haber vermiştir. Meselâ, Endülüslü büyük alim Kadı Iyazın Şifa-i Şerifinde geçtiği üzere, Hz. Âdem, kendisine yasaklanan meyveden yedikten sonra Cenâb-ı Allah’a Onu şefaatçi ederek yalvarmış; Muhammed hürmetine beni affet demiştir. Cenâb-ı Allahın, Sen Muhammedi nereden biliyorsun sorusuna karşılık da, Ben, Cennetin kapısında ;Lâ ilâhe illallah, Muhammedün rasûlüllah yazısını gördüm. ismi, Senin ism-i Şerifinin yanında anılan biri, Senin yanında en kıymetli olmalıdırşeklinde cevap vermiştir. En son Hz. isa da Ondan çok bahsetmiş, incillerin eldeki nüshalarında Size daha çok söyleyeceklerim var; fakat, şimdi siz bunları kaldıramazsınız. Ben gideyim, ta ki, dünyanın Efendisi, gerçeğin ruhu, hakkı bâtıldan ayıran Zât gelsin ve size bütün hakikatleri anlatsın (Yuhanna, Bab 16/12-14) demiştir.
Hz. isa, ’nu Ahmed olarak haber vermiştir. ilâhî bir tevafuktur ki, dedesi Abdülmüttalib, Gökte ve yerdekiler Onu övsün diyerek, O’na Muhammed ismini koymuştur. imam-ı Rabbanî gibi büyük zatlar, önemle Hakikat-ı Ahmediye ve Hakikat-ı Muhammediye üzerinde dururlar. O, yeryüzüne gelmeden önce Hakikat-ı Ahmediyenin sahibiydi. Dolayısıyla Hz. isa, O;nu Ahmed ismiyle müjdelemiştir. Dünyadaki misyonu itibarıyla de O ;Hakikat-ı Muhammediye”yi temsil etmiştir. Nebiler Serveri bu temsil sonunda Hakikat-ı Ahmediyeye bil-fiil ulaşarak veya Hakikat-ı Ahmediyeyi bilfiil gerçekleştirerek, yine Hz. Ahmedünvanıyla işaret buyurulan varlığın ruhu olma âlemine dönmüştür.
O, en çok eza ve cefaya maruz bırakıldığı bir zamanda Miracla şereflendirilmişti. Bu, kâinat içinden kâinat ötesine yolculukla, kendisine rehberlik eden Cibrili bile bir noktadan sonra geride bırakmış, yoluna devam etmişti de, kendisine Top senin, çevkan senin bu gece denmişti. Mahzen-i Esrâr sahibi Nizamînin engin ve renkli ifadeleri içinde, Yıldızlar, yolunda kaldırım taşları gibi dizilmiş, melekler kendisine teşrifatçılık yapmış, yarım ay atının ayakları altında bir nal gibi kalmış, Güneş O;nun ışık kaynağına sığınmıştı O, Kurânda ifade buyurulan Kâbe kavseyni ev ednânın mânâsına göre, imkânla vücub arası bir noktaya gelmişti. Bu şu demekti: Bir kere O da, bir insandı ve yerdi, içerdi, uyurdu, sokaklarda dolaşırdı. Fakat, Buseyrînin ifadesiyle, ;bir beşerdi, ama herhangi bir beşer gibi değildi;
--spoiler--
hadisin senetinin zayıflığı veya sahihliği bir kenara...bir takım mezhepsiz avam; anlaşılan o ki muhammedileri şirkle itham etmek için bu hadisi kullanıyor...her sözü allaha bağladığınız halde müşrik ilan edilebiliyorsunuz...mezhepsiz; bir müslümanı müşrik ilan etmiş çokda tın gerçi ama...mezhepsizliğin vardığı nokta açısından düşündürücü hadisle alakalı kimi düşünceler ve şirk ithamları...allah bilir cenabet parmaklardan çıkıyor bu şirk ithamları...
peki neden dünya yaratıldıktan 4.5 milyar yıl sonra yaratılmıştır? bu rötar niye? diye sorulası önerme.. ordaki zaman bizim bildiğimiz zaman değildir diye başlayın hadi...
allah,resule kuranda tebyin(açıklama)yetkisi vermişdir...bu yetki; arapça dahi bilmeyen cahil avamın değil,allah resulunun elindedir...itaat emri ise kör nefse değil..allah resul ve nassdan hüküm çıkarabilecek ulul emredir...kurandan bahsedenler,kuran konusunda pek cahil kimselerdir...allah bir takım yaratılış hikmetlerini faş etmesi için resulu vazifelendirmiş pekala olabilir...allah sebeplerini kullarına danışarak yaratmaz...hüküm çıkarabilecek kişiler zaten demişlerdir ki zahiren ve doğrudan o olmazsa biz olmazdık düşüncesi bütün olarak nassa tam uygun değildir diye...bu hadisin kuran-sünnet sistematiği içerisinde teviline başvurmak gerekir...ki buda yukarıda bulunan sorularla islamiyet sitesinden copy paste edilerek yapılmışdır ve kafiidir...
muhammed peygamberimizden sonra o'nun hakkında hadis uydura uydura yeni bir incil yaratan kiralık emevi hadisçilerinin bir uydurmasıdır. kuran'ı bilen bir müslüman ise böyle şirk dolu laflardan uzak durur.
dünyanın ve kainatın yaratılma sebebi, allah'ın öyle istemesidir.
kaynağı olmayan saçma ve asılsız iddiadır. nitekim eğer doğruysa din kendiyle çelişir. insalık ademin günahından mı gelmiştir dünyaya yok son peygamber için mi? bence ikisi de değil...
alemler diye bahsedilen, benim için kanıtlanmış, bazıları için kanıtlanmış ve kanıtlanmışın dışında olan hayâl mekânlar da, kimse için yaratılmamıştır. hatta yaratılmamıştır.
diyelim ki söylenen doğru, tanrı var ve muhammed için alemleri yarattı. bu vesile ile dünyayı, dünyanın içindeki insanları yarattı. insanları çelişkiye düşürecek, kendine inanmamayı sağlayacak trilyonlarca sebebi de yarattı. sonra "bana inanmayanı yakarım" dedi. peki bunda inanmayanların suçu ne? her insan isteyerek mi geldi dünyaya?
"ey muhammed biz alemleri senin için yarattık! sen olmasaydın hiçbir şey olmazdı. insanlar da olmazdı. biz de onları yakamazdık. şimdi tamam oldu bahanemiz hazır."