--spoiler--
gecenin bu saatinde aklıma gelmiş, fikirlerinin arkasından değil önünde duran adam nitekim fikirler kurşun geçirmezler.. allah rahmet etsin.
''
affetmedi bu ermeni vatandaş
kürt dağlarında babasının kesilmesini
fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
bu karayı sürenleri türk halkının alnına
''
Nazım hikmet.
--spoiler--
eğer yanılmıyorsam faili meçhul suikaste son kurban giden yazar. sonrasında türkiye'de faili meçhul suikast olmamamıştı galiba.
edit: yazar deyince aklıma bizim sözlük yazarları geldi amk. saipsiz evine gönderilen bomba ile , kukla ıssız bir ormanda tecavüz edilerek öldürüldü gibi.*
"Ermeni olduğum için, hayatımda birçok ayrımcılık yaşadım. Bunlardan biri de askerlik yaparken oldu. Devremdeki tüm arkadaşlarıma yemin töreninden sonra, erbaş rütbesi taktılar ve bir tek beni ayırıp; er olarak bıraktılar. iki çocuk sahibi koca bir adamdım, umursamamam gerekiyordu belki. Amma velakin, fena koymuştu bu ayrımcılık. Tören sonrasında herkes ailesiyle mutluluğunu paylaşırken, teneke barakanın arkasında tek başıma saatlerce ağladım. Elimde tuttuğum anahtarı, ağladığım duyulmasın diye oluklu tenekeden barakaya sürtüyordum yürürken. Bir o yana, bir bu yana yürüdüm, yürüdüm ve ağladım " demiştir.
Dink ailesi Çağlayandaki duruşmalara katılmayacak
Dink ailesi, Çağlayanda bugün yeniden görülmeye başlanacak olan cinayet davasının duruşmalarına katılmayacağını duyurdu. Aile tarafından yapılan açıklamada Yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği; yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı ifadelerine yer verildi.
Dink ailesi, Çağlayanda bugün yeniden görülmeye başlanacak olan cinayet davasının duruşmalarına katılmayacağını açıkladı. Yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği; yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı ifadelerine yer verilen açıklama şöyle:
Dink ailesi olarak, bundan böyle, bizlerle alay eden devlet mekanizmalarının oyununa alet olmayacak ve cinayet davasının yeniden görülmeye başlanan duruşmalarına katılmayacağız. Daha fazla kirlenmemek adına, yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği; yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı o duruşma salonlarına, artık girmeyeceğiz.
19 Ocak 2007de Hrant Dinkin katledildiği günden bu yana Türkiyede sistem, yargısıyla, kolluğuyla, asker ve sivil bürokrasisiyle, siyasi kurumlarıyla, bizimle adeta alay etti. Adına devlet denen suç ittifakı, adaleti arar görünürken, gün gün, celse celse, cinayeti yeniden ve yeniden işledi. Bu ittifak, cinayeti planlayan ve sonra da üzerini örten suç örgütünün ta kendisidir.
Cinayetten sonra savcılığa verdiğimiz ilk dilekçede, bugün Ergenekon üyesi olarak mahkûm edilen pek çok kişinin adını verip soruşturulmalarını istedik. Hiçbiri soruşturulmadı. Bu davanın hiçbir aşamasında etkili bir soruşturma yürütülmedi. Devletin tüm kurumlarının dahil olduğu bir cinayette kim hangi soruşturmayı etkili yürütebilirdi ki?
Şimdiye kadar defalarca mahkemelere girdik çıktık. Üzerimize gülündü, hakaret edildi, Ya sev ya terk et denildi. Ama en büyük alayı mahkeme, Cinayette örgüt yoktur diyerek etti. Son olarak Yargıtayın yerel mahkemenin kararını bozan hükmü, sinsice hazırlanmış yeni bir oyunla, var olduğunu tespit ettiği örgütü birkaç milliyetçi gençle sınırlayarak bizlerle bir kez daha alay etti. Yetmezmiş gibi, Yargıtayın bu kararı sanki olumlu bir adımmış gibi yansıtılarak kamuoyu bir kez daha yanıltıldı. Bu Yargıtay, Hrant Dinki sağlığında, türlü hukuksuzluklarla Türklüğe hakaretten mahkum eden Yargıtayın ta kendisiydi.
Bu davada, devletin cinayet mekanizmalarının ve suç ittifakının ortaya çıkarılması konusunda gereken tek şey siyasi iradeydi. Siyasi iktidar, kamuoyu önündeki türlü sözlerine ve vaatlerine karşın, bu iradeyi göstermekten ısrarla kaçındı. irade göstermek bir yana, cinayette rol alan veya katilleri yücelten devlet görevlilerini terfi ettirdi, emniyet müdürü, müsteşar, vali, ombudsman olarak atadı; bazılarını da kendi bünyesine katarak, milletvekili, bakan yaptı.
Muhalefet partileri ise, kah 301. maddeye ilişkin tutumlarıyla, kah ülkedeki milliyetçi-ulusalcı dalgalanmaları körüklemeleriyle, kâh tetikçileri yetiştirdikleri ocaklarıyla, zaten cinayet ikliminin baş aktörleriydi.
iktidar, kendi döneminde işlenen bu cinayeti namus meselesi haline getirmek yerine koz olarak kullanmayı, silah sadece kendilerine doğrultulunca suçluları yargılamayı, Cumhuriyet tarihi boyunca yüksek sesle insan hakları mücadelesi vermiş tek Ermeninin öldürülmesini yok sayıp Bizim zamanımızda faili meçhul cinayet olmamıştır diye böbürlenmeyi seçti. Cinayetin hemen ardından Bu kurşun Türkiye'ye sıkılmıştır! demek, ama sonra bu icraatı göstermek, onursuzluktur. Doğrudur! Bu cinayet faili meçhul değildir: Fail, muhalefeti ve iktidarı, askeri, polisi, istihbaratı ve yargısıyla, devlettir.
Biz artık bu müsamerede yokuz. Bu mahkemenin kararı şundan iyiymişlerden, bu savcı şunda daha doğru demişlerden, bu yapmak istiyormuş da yapamıyormuşlardan, şu yapabilirmiş de yapmıyormuşlardan, şu aslında iyiymiş de çevresi kötüymüşlerden sıkıldık.
Ne bekliyorduk ki. Bir tek bizim mi başımıza gelmişti? Daha önce ne olmuştu ki şimdi ne olacaktı. Ama olsundu. Belki bu kez farklı olurdu. Belki önceki davalara, belki sonraki cinayetlere de bir faydası olurdu. Bir de biz deneyelim dedik. Denedik, olmadı. Acıda akraba olduklarımızın yanındaki yerimizi çoktan aldık. Türklüğe hakarete girmesin diye Türk adaleti demekten özenle kaçındığımız bu şey, adı her neyse, biz artık yokuz. Önünde ya da arkasında devlet olan herhangi bir şeyden, bir beklentimiz yok.
Hrant Dink, en yüksek yargı makamı olarak halkların vicdanını görürdü. Bütün bu yaşananlar içinde bizlere gelecek adına hâlâ umut veren tek şey, halkın çok geniş bir kesiminin bu cinayeti vicdanlarında mahkûm etmesi; ona yüreklerinde yer açması oldu.
Bu dava sadece ailemizin değil, Türkiyede demokrasiye inanan, ayrımcılığı ortadan kaldırmak isteyen, devletin şeffaflaşmasını arzu eden, yüzleşmeden ve barıştan yana herkesin davasıdır. işte bu insanlar adına avukatlarımız davayı şeklen takip etmeyi, sahipsiz bırakmamayı sürdürecekler.
Bizler olduğumuz ve olmamız gereken yerde olacağız. Öyle ya da böyle, devlet eliyle, sopasıyla, copuyla, bombasıyla öldürülenlerin yakınlarının yanında. Daha iyisinin değil, iyinin kavgasında. Salonlarda değil, sokaklarda, caddelerde, meydanlarda... insanına, vicdanına inandığımız bu toplumun içinde, onlarla birlikte, bu vicdanı temsil eden gerçek adaletin tecellisi için mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.
Türkiyeliyim... Ermeniyim... iliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip, geleceğimi "Batı" denilen o "Hazır özgürlükler cennetinde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı düşünmedim.
Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu. Ülkem Sivas için ağlarken, ağladım. Halkım çeteleriyle boğuşurken, boğuştum. Kendi kaderimi ülkemin özgürlüğünü yaratma süreciyle eşledim. Şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ da ödüyorum. Ama artık...
Birilerinin "Bizim Ermenilerimiz" pohpohlamalarından da, "içimizdeki hainler" kışkırtmasından da bıktım. Normal ya da sıradan yurttaş olduğumu unutturan dışlanmışlıktan da, boğarcasına kucaklanılmaktan da usandım...
Ne 24 Nisanlar'da yürüyebildim, ne de atalarımın anısına anıtlar dikebildim. Ama ne onları o günlerde bıraktım, ne de bugünlerde taşlaştırdım. "Onları yaşamımda yaşamayı" sırtladım... Gücümün yettiğince de yaşatarak taşıdım. Bu taşımama sekte vurmaya "Ne?" ya da "Kim?" yeltendiyse onlarla amansızca boğuştum.
Tabii ki atalarımın başına gelenleri biliyorum. Buna kimileri "Katliam", kimileri "Soykırım", kimileri "Tehcir", kimileri de "Trajedi" diyor. Atalarım Anadolu diliyle "Kıyım" derdi... Ben ise "Yıkım" diyorum. Ve biliyorum ki eğer bu yıkımlar olmasaydı, bugün benim ülkem çok daha yaşanılır, çok da imrenilir olurdu.
Yıkıma sebep olanlara da, maşa olanlara da lanetim bundandır. Lakin lanetim geçmişedir. Elbette tarihte olan biten her şeyi öğrenmek istiyorum ama o nefret, ne menem bir rezillikse o... Onu tarihteki karanlık inine bırakıyor, "Olduğu yerde kalsın, onu tanımak istemiyorum" diyorum.
Benim geçmiş tarihimin ya da bugünkü sorunlarımın, Avrupalar'da, Amerikalar'da, sermaye yapılması zoruma gidiyor. Bu öpmelerin ardında bir taciz, bir tecavüz seziyorum. Geleceğimi geçmişimin içinde boğmaya çabalayan emperyalizmin, alçak hakemliğini, kabul etmiyorum artık.
O hakemler geçmiş çağlarda arenalarda köle gladyatörleri birbiriyle vuruşturan, onların vuruşmasını büyük bir iştahla seyreden, sonunda da kazanana, yaralının işini bitirmesi için başparmaklarıyla işaret veren diktatörlerin ta kendileridir. Bunun için de, bu çağda, ne bir parlamentonun hakemliğe soyunmasını kabul ediyorum, ne de bir devletin.
Gerçek hakem halklar ve onların vicdanlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez. Benim tek isteğim canım Türkiyeli arkadaşlarımla ortak geçmişimi alabildiğine etraflıca ve de o tarihten hiç de husumet çıkarmamacasına özgürce konuşabilmek.
Bunu bir gün tüm Türklerle Ermenilerin de kendi aralarında konuşabileceklerine yürekten inanıyorum. Özellikle de Türkiye ile Ermenistan'ın kendi aralarında da herbirşeyi rahatlıkla konuşabilecekleri ve düzeltebilecekleri ve onlar konuşurken, benim ilgisiz üçüncülere dönüp, "Size de artık üç nokta düşer" diyeceğim günleri iple çekiyorum.
Dünya Ermenileri 1915'in 90. yılını anmaya hazırlanıyor. Ansınlar... Haklarıdır. Yukarıdaki satırlar da bendenizin ruh halidir...
geçenlerde ülkücü bir arkadaşla tartıştım hrant dink hakkında. adam tutturmuş türklüğe hakaret ediyor diye, dedim yazısını okudun mu, tahmin edersiniz ki okumamış. gerçi koca koca hakimler bile yazıyı okumadan bir cümleye ceza vermişlerdi, pek de yadırgamadım ama uyarım şudur ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın.
tanım: devletin ihmalleri(yüksek ihtimal parmağıyla) katledilmiş güzel insan.
karanlık dehlizlerde kaybolan büyük cinayete kurban giden vatandaşımız.Erhan abi açıkladı;' cinayeti ali fuat ve ramazan akyürek emniyet müdürleri işlettirdi'.
gün güne prangalı gibi zor şafaklarda galebe çalarken yıllar adeta fütursuz, müstehzi. yeni güne esnerken mahmur edalı, bir bakarsınız yılların katarı geçip gitmiş. o gün cumadan cumartesiye değil yeni numaralı bir yılda şaşkınsınız.
bir hadiseyi hatırlarken eskidiğinizi, eksildiğinizi de hatırlar gibisiniz.
türkiyede yaşıyorsanız, gün ay yıl, yok oluşların, hüzünlerin, acıların baladı. sevinçleriniz, belki mutluluklarınız yarım kalmış, elinizden düşmüş kitap gibi, nerede kaldığınızı hatırlayamadığınız.
sevgilinize ilanı aşk ederken, belki hasretle sarılırken bir anda donar kalırsınız. diliniz tutulur, kolunuz kırılmış gibi düşer, gözleriniz ufukta maviyi göremez olur, mavi durur, yeşil solar, son nefes gibi ah, bir çığlıktır.
kendiniz için değil, ülkeniz için, göremediğiniz dünya insanlarını düşünerek yaşıyorsanız, her saniye büyük kaybedişlerde kavrulur yüreğiniz. çocuk göz yaşı kadar masum kanarsınız her salise, saniye.
hey allahım bu zelzele bir bitse, nafile duadır zaman.
yaşamak, kaybedişleri hatırlamaya mahkumiyet, hayat böyle bir cezadır.
tanırdım hrantı, çok yakından değilse bile, bir kaç adımdan işte öyle. 1996-97 yılları mıydı tam hatırlamıyorum, agos gazetesi için parti mi diyorlar, işte neyse, yenikapının oralarda bir yerdi galiba, gittik. renk ahenk bir çok kadın erkek ve hatta çocuklar, hafif bir müzikte var mıydı, belki sarı gelin, mümkün. çocuklar koşuşurken kocaman bir adamın ayaklarına çarpıyor gibi neşeli, cıvıl kahkahalar. bir arkadaşın uzattığı kırmızı şarap elimde, vaftizi bekleyen bebek gibi belki ürkek, ama tanımak için bakıyordum insanlara, yüzlerine. kiminle göz göze gelsek, sanki kırk yıllık tanış gülümsemesi. aslında nelik önemli değil belki ama, çok tanıdım, arkadaşım da vardı üstelik ermeni. t.i.p. 1965lerde, aynı ilçeden sarkis çerkez, bogos bedikyan, yine aynı ilçeden nişan, daha bir çok arkadaşlar. bazen yine yenikapıda meyhanede yada sarkisin ahşap evinde, kah içer, kah siyaset pazarı. tam geçerken bunlar aklımdan, koca adam yaklaştı, benim ufarak ama tombik kardeşimi bir havalandırdı, kocaman bir kahkaha. tokalaştık. o kadar güzeldi ki yüzü, hele gülüşü, yağız bir mitoloji kahramanı edalı. kim bilir bakışlarında prometenin ateşi çalarken ki muzip gülümseme. agos belki onun için ateşti, çalmıştı olimpostan. ve sonra bir gün, günlerden hangi gün hatırlamıyorum, tanrılar prometenin hıncını hranttan çıkardılar. o güzel yüzü soldurdular. upuzun yatar görünce bir feryat koptu bağrımdan. upuzun adam, yerdeydi, kızı karısı kulaklarımda çığlık. evet o gün hepimiz hranttık ve öldük.
karardi karadeniz aca' ne oldi bize
bu sene da funduklar gülmedi yüzumuze
topla topla bitmeyi çay da para etmeyi
tarladaki lahana o da bize yetmeyi
yastığumuz çürudi döviz aldi yürudi
hamsi da tutamaduk karadeniz kurudi
seçim zamani geldi da astiler bayraklari
çayırlarda çürudi nenemun ayakları
bu sinavlar, yasalar hep yolları tıkadi
tarikatlar mafyalar beyinleri yıkadi
gökten şimşek çakayi yoldan seller akayi
fakiri çalup soyan (amerikan uşağu) ankara'ya çıkayi
sahil yoli (barajlari) yaptiler paralari kaptiler
üç beş kuruş liraya memleketi sattiler
ha bu yalan dünyanun çilesini çekerum
memlekeri satanun anasini severum
hakli olani değil de haksizi koruyiler
doğruyu söyleyeni (doğrusuni yazani) arkadan vuriyiler.
diren karadeniz şarkısının son kısımda bahsedilen kişidir.
sadece sevdiklerimiz için değil, pisi pisine bir hiç uğruna öldürülenler için de üzülüp bir şeyler yapmak için savaşırsak işte o savaş özgürlük için olacaktır.
yarın yine o şerefsizce vurulduğu, sere serpe yattığı yerde anacağımız aydın, gazeteci.
anarken tabi, ırkçılığa gericiliğe lanetler okumayı da ihmal etmeyeceğiz.
ölümünden doğrudan sorumlu olan iktidarın yarattığı karanlığı bu ülkeden def etmeden bize rahat olmadığını söyleyeceğiz yine.