ve bu yüzden yazılmışlıklarda oynamayı eleştirirler. ikiye ayrılırlar: oyuncu ve iyi oyuncu.
herkes kendi hayallerindeki kahramanların ruh ikizleridir. ben olmayan ben merkezli dünyalarının efendileri..
en sevdiğimiz yaratılmışa bakın onu kaybetme korkusu ona olan ihtiyacımızdan ötürüdür.
herkes kendi ruh ikizinin kahramanıdır. o takdir etmedikçe benleşir ve benliğini kaybeder.
hikaye kahramanı olmak ile süper kahraman, halk kahramanı olmak arasındaki farkı görebilmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan durumdur. kavram karmaşası pratik yapmak için etkili olsa da karmaşaları dışavurum noktasında itina gerekmekte gibi duruyor.
bir hayatın altın formülüdür. bencillik mi? kesinlikle...
insanlar üçe ayrılıyor bu konuda ama sonuç şaşmıyor hiçbir zaman.
kendimi sevdiklerime adadım modunda olanları:
"benim sevdiklerim, herşeyimdir. hayatımı onların uğruna yaşıyorum..." derler genelde ve kendilerini kandırdıklarına inanırlar. oysa sevdikleri, nihayetinde "ondan" birer parçadır. o olmadıktan sonra sevdikleri de olmaz ve küsmeyi bir silah olarak sıkça kullanırlar. "yaparsan küserim, konuşmam" şeklindeki açıklamalar ile örneklendirilebilirler. çocuk hikayelerini andıran bir hayatları vardır.
kendisini küçük tepeleri yaratmış sananları:
halk arasında "havalı" olarak tabir edilenlerdir. hikaye ve kahramanlıklarını fazla ciddiye alır, abartırlar. sürekli "ben" kökünde anlatıları, öğretileri vardır. yüklemlerinde genellikle iyelik eki kullanırlar. yolları doğrudur ama süratleri normların üstündedir, bir noktada illa ki şarampole yuvarlanırlar, duvara geçerler, virajı alamazlar. fantastik bir roman gibidir hayatları. rolleri de konsepte uygundur kendi bakış açılarından.
kendisinin değerliliğine inananları:
gerçekçidirler, bencildirler, başkalarına değer verirler ancak hayatlarındaki en çok değeri kendilerinin hakettiğine inanırlar. yeri geldiğinde sevdikleri için kendilerini feda edebilecekleri gibi bunun da hikayedeki kahraman olmanın bir gereği olduğunu, bundan dolayı değer kaybetmeyeceklerini bilirler. küsmek dediğimiz şey bu tipler için en etkili silahtır(bir atom bombası gibi) ve çok sık davranmazlar silahlarına. davrandıklarında ise geri dönüşü olmayacağını bilirler. diğer türlerinden ayrıldığı nokta ise farkındalık duygusudur. sevdiklerine olan bağlılığının kendisi ile alakalı bir durum olduğunu bilir, sevmedikleri ile hakeza gene öyle...
son disko kralı muhabbetinden sonra seyrediyorum, okuyorum, dinliyorum. hemen herkes aynı şeyi söylüyor "orada ben olacaktım ki...", "ben ... derdim." bu hikayelerin ve kahramanların etkisidir olsa olsa. başta mikrofonun gelmesini istememiştim, yanımdaki tipin oturma hakkımızı gasp etmesine ayar olduğum için biraz gergindim, odaklanamamaktan çekindim. sonra tutamadım kendimi mikrofonu alanı dürtmeye başladım ama bize ayrılan sürenin sonuna geldik... bugün arkadaşlarıma anlatmaya çalışırken yaşananları farkettim "mikrofonu alsaydım" şeklinde başlayan cümleler kuruyordum. velhasıl kahraman da çok, hikaye de be sözlük...
ben ile başlayan cümleler, yargılar, detaylar almış başını gitmekte etrafta... belediye otobüsünde geyik yapan insanlardan tutun da bir aile toplantısında sohbet edenlere, arkadaş çevrelerine kadar yerleşmiş. herkes istiyor ki "ben" konuşulayım, beni konuşan da gene ben olayım.
ilk bakışta çok yadırgadım. hepsinin doğum haritalarında mars, güneşe kavuşmuş sanki. nedir bu bitmek bilmez "ben" çıkmazı? bir baba misal bir oğula, hayata dair bir şeyler anlatacak oluyor ve cümleye başlıyor "ben senin yaşındayken falanca yapardım." sonra oğul dalıyor lafa "ben de filanca yapıyorum." diyerek. özneleri aynı fakat iyelik anlamları farklı kahramanlar çıkıyor ortaya haliyle. her birisi kendi hikayesinin en uç noktası, nirvanası...
sonra bu duruma alıştı duyular ve matığını çözdü gözlemler. insan kendi hayatının merkezindedir. kaldı ki insan olmasa, hayatı da olmayacaktı, düşünceleri de olmayacaktı...
bir nokta var tıkanmış olan ki o da inançlar. inançları konusunda da merkez insan mıdır, yoksa ki merkezin çekim yörüngesinde dolanmakta mıdır insan hepsi hepsi? ikilem burada başlıyor işte. bir yaratıcının varlığını kabul ettiğin anda merkeze koyuyorsun yaradanı ve bu doğrultuda yaşıyorsun. aksi takdirde hayatın merkezindeki senin üzerine, inancın merkezindeki sen geliyor ve haliyle suretlik ve yanılsama kendisini gösteriyor hayatının merkez noktasında.
ibadet konusunda durum gene bir çıkmaza giriyor ki bu anlamda merkezde gene kendini görüyorsun. niçin ibadet eder bir insan? elbette ki kendisi için. o halde merkezde gene kendisi vardır insanın. dinin merkezi insan demek ne kadar saçma ise bu noktada(kaba tabirle tanrıyı insan yarattı demektir bu) ibadetlerin merkezinde genel itibari ile insanın olduğunu görememek de cehalettir.
velhasıl herkes kendi hikayesinde bir kahraman gibi an itibari ile ve "ben" diye başlayıp da uzayan cümleler oldukça çoğaldı etrafta. "ben" ise alışmaya çalışıyorum...